Arama

Ekrem Demirli
Ocak 26, 2020
Evrim teorisi ve yaratılış meselesi
Sesli dinlemek için tıklayınız.

'Topraktan geldik, toprağa döneceğiz' diyerek bireysel varlığına cevap bulmuş gibi yaşayan bir insan için 'topraktan yaratılmış olmak' makul ve anlaşılır bir konudur herhalde. İnsanlar din ve kültür ayrımı gözetmeksizin bu ve benzeri cümleleri deyim haline getirmiş, modern zamanlara kadar da birbirine yakın anlamda yorumlamışlardır. Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde Adem'in ilk insan olduğu ve onun topraktan yaratıldığı sıkça vurgulanır. 'Vurgulanır' diyoruz, çünkü konunun ahlakî tezahürleri ve muhtevası biyolojik kısmından önce gelir. Bilhassa Tanrı-insan arasındaki çok yönlü ilişkiler ve insanın ahlakiliği meselesi 'topraktan gelmek' ile yakından ilgilidir. Bütün insanlığın tek bir atasının olabileceği fikri, var olanları bir ilkeye irca eden metafizik düşünce kadar halk inançlarının da –şimdilik mitoloji diyebiliriz- istilzam ettiği netice idi. Bununla birlikte 'sınıfsal' bazı teorilerde bazı insanların kıymetli maddelerden bazılarının süfli-değersiz maddelerden yaratılmış olabileceği gibi garip inançlar da yok değildi.

Bir an için Hz. Adem'in yaratılış meselesini olması gerektiği gibi anladığımızı var sayalım; Hz. Adem ile Havva'nın nasıl ayrıştığı da üzerinde durulmaya değer ciddi bir meseledir. Acaba 'Adem' derken Havva'yı da içine alan insanlık kavramından mı söz ediyoruz yoksa Havva'nın yaratılışı ikincil bir mesele mi idi? Kur'an-ı Kerim'de bu bahiste nispeten belirsiz bir anlatım vardır. Hadis-i şeriflerde ise eski dini geleneklerle paralel yorumlanabilecek şekilde, Hz. Havva'nın Hz. Adem'in bir kısmından yaratılmış olduğu zikredilir. Bununla birlikte bu sözler nihai bilgi midir yoksa yoruma açık mıdır, kesin hüküm vermek zor! Her şeye rağmen konu çağımızdaki kadar hiçbir zaman ciddi soruna dönmemişti. 'Dönmemişti', çünkü insanlar topraktan yaratıldığımızı kabul etsin veya etmesin, köken hakkında bilgi sahibi değillerdi. Dini metinlerdeki açıklamaya itiraz edenler 'delilsiz' itiraz edecek, kabul edenler ise 'iman' ile kabul edecekti. Lakin günümüzde işin boyutları tamamen değişmiştir.

19. asırdan itibaren neredeyse bir dogma haline gelen evrim teorisi insanın kökeni meselesine yeni bakış açısı getirdi. Yeni bakış açısıyla insanın var oluşu evrendeki hayatın sıradan bir merhalesi olarak görüldü: Türler belirli ilkeler dahilinde alemde ortaya çıkar, zamanla birbirine dönüşür, bir kısmı şartlara uyamadığı için yok olur veya başka türlere evrilerek varlığını sürdürür. İnsanın hayatı da bu genel ilkenin dahilinde gerçekleşmişti. Bu düşünce başından beri dindarları ciddi şekilde tedirgin etti. Mesele evrim teorisi ile dini metinler ve geleneksel yorumlar arasında doğan çatışma ile sınırlı görülemezdi. Dini metinler esnek yorumlu metinlerdir ve hemen her zaman yeni düşünceleri kendilerine katabilme kabiliyetlerine sahiptiler. Üstelik 'adapte olabilmede-etmede' Hristiyanlık İslam'a göre daha esnek bir dindi. Nitekim ilk zamanlarda başta Grek mirası olmak üzere pagan gelenekleri ve felsefeleri ile arada güçlü uzlaşma sağlamış, daha sonra da yeni gelişmelerle irtibat kurabilmişti. Pavlus'un meşhur ilkesi 'Hristiyan olmayan yerlerde Hristiyanlığı oralı yapmak' bu meyanda bir çok sorunu çözmüştür. Bununla birlikte bir düşüncenin veya inancın kendini kabul ettirme sorunu yaşadığı evredeki 'adapte olmak-esneme kabiliyeti' ile iktidar olduğu evredeki esneme kabiliyeti tamamen farklıdır. Hristiyanlık kilise babaları evresinde meşruiyet aramak üzere bilim ve felsefe gelenekleriyle olabildiğince geniş uzlaşma kurabilirken orta çağlardan itibaren esnekliğini yitirmişti. Evrim teorisiyle arada yaşanan çatışmanın büyümesinin nedenlerinden birisi budur: kilisenin muktedirlik evresinde bulunması.

Fakat evrim teorisinin yol açtığı büyük sorun daha önce karşılaşılmamış bir mesele idi. Bu teorideki esas sorun, insanın mütealliğinin (aşkınlık) tamamen ortadan kaldıracak şekilde, onu hayatın yaşama ile ilgili genel kurallarına bağlı sıradan bir 'hayvan' olarak görmesiydi. Kadim insan teorilerinde insanın hayvani hatta cemadî ve nebati yönlerinden söz edilir. Lakin bunlar tamamen insanın mutlak üstünlüğünü ve kapsayıcılığını anlatmak üzere zikredilirdi: insan tüm var olanları kendinde cem' eden mikro-evrendir inancı bu şekilde izah edilirdi. Ancak yeni açıklama güçlü delillerle desteklenmiş tehlikeli bir iddia idi.

Haddi zatında bu teoriye giden yolun ilk emareleri Rönesans öncesinde ortaya çıkmaya başlamıştı. Dünya merkezli evren telakkisine mukabil güneş merkezli evren telakkisine intikal, insanın merkez ve asıl varlık oluşunu zedeleyecek meydan okuyucu bir düşünce idi. Kanaatimce İslam böyle bir tehlikeyi o kadar ciddiye almayabilirdi; ancak Hz. İsa'nın (Oğul olarak) yeryüzüne indiğini ve insanın günahları için geldiğini hesaba katarsak Hristiyanlık dahilinde sorunu aşmak ciddi teolojik problemlere yol açacaktı. Bu nedenle önce bu teoriye ardından bu teori ile aynı neticelere yol açabilecek düşüncelere şiddetle itiraz edildi. Çağımızda ortaya çıkan teori ise işin tabiatını tamamen değiştirdi ve geleneksel yollarla çözülmesi mümkün olmayan bir noktaya vardı. Günümüzde dünyanın hemen her yerinde lise eğitimi alan bir talebenin öğrendiği biyoloji bilgileriyle dinden öğrendikleri arasında ciddi çatışma vardır. Üstelik çatışma dinin aleyhine olmak üzere sürekli büyümektedir. Bu noktada bir uzlaşma bulmak mümkün olabilir mi?

Bu sorunun cevabını olumlu şekilde vermek çok zor! En azından mesele ilahiyat disiplininin sınırlarını bütünüyle aşmıştır. İlahiyat mesleğinin geleneksel yollarla ve metinlerden hareketle bu konuda söyleyebilecekleri bir cevap yoktur. Umudumuz bu alanda Müslüman biyologların hırslı ve ciddi çalışmalarına kalmıştır. Bir uzlaşma bulamadığımız veya hamaseti çözüm saydığımız sürece nesiller çift zihinle yaşayacaktır.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN