Dini dünyevi bir iş gibi düşünmek
Normal bir insan dine hayata baktığı gibi bakar, hayatı yaşadığı gibi dini yaşar. Hayat din telakkisini belirler, Allah tasavvuru başta olmak üzere, dinin hemen her bahsini hayat tecrübesiyle oluşan akıl yorumlar. Dinin bir, Allah'ın bir olması durumu değiştirmiyor: Yeryüzünde zamana, mekana ve kültüre bağlı olarak birçok din yorumu, birçok farklı anlayış ortaya çıkıyor. Sufilerin 'Allah'a giden yollar nefisler sayısıncadır' dedikleri biraz bunu hatırlatıyor. Yaşama tecrübesi dinin üzerine bina edildiği bir zemin haline gelirken din hayat telakkisinin kendisine yansıdığı aynadır. Hayatı maddi ve manevi hayat diye taksim etmenin önemi yoktur. Gerçekte zihnimiz iki parçaya bölünmüş değildir, tek bir zihinle yaşarız ve o zihin yaşama tecrübesinde teşekkül etmiş, geçmişin izleri ile geleceğin endişeleriyle yoğrulmuş bir zihindir. Din de insanın içinde yaşadığı kültürel şartları aşarak hayatı baştan başa kurmaya kalkmıyor veya kalkamıyor. Bu nedenle yaşadığımız gibi inanıyoruz, yaşarken oluşan zihinle dini ve değerlerini yorumluyoruz, hepsinden önemlisi Tanrı hakkındaki düşüncemiz ve O'nunla ilişkimiz yaşantımızın izlerini taşıyor.
Hayatın manevi kısmını maddi hayatın uzantısı haline getirmek, 'gaye' ve maslahat üzere yaşama isteğinde kendini daha çok belli ediyor. Her insan zaman zaman anlamı kaybetse veya tereddüde düşse bile, gayeyle yaşamayı, fayda üzerinden hareket etmeyi, 'düşünen' varlık olmanın bir göstergesi kabul eder: Amaçsız kalmak, yapılan işlerde gaye gütmemek sadece vakti zayii değil, aynı zamanda akıl ve ahlak sorunu olarak değerlendirilebilir. Hayatın boşa geçirilmesi herhalde insanın günlük hayatta karşılaşabileceği en çetin meşakkatlerden birisidir. Mevlana 'aşık isen avare ol' dediğinde, modern zihnin değil sadece, tüm zamanlarda insanın güç bela tahammül edebileceği bir söz söylemiştir. Montaigne 'sadece yaşamış olmakla günü boş geçirdiğine inanmak ne tuhaf bir iştir' dediğinde de anlamamız güç bir söz söylemiştir. Anlamlı yaşamak ihtiyacı 'Tanrı abesle iştigal etmez' cümlesiyle en ileri noktasına vararak teolojinin kurucu cümlesi haline gelir.
İnsana amaç kadar motivasyon verebilecek, onu yönlendirebilecek başka bir şey yoktur; haddi zatında 'amaç' motivasyonun ta kendisi olarak kabul edilebilir. İnsan dinle ilişkisini yaşadığı hayat ve edindiği tecrübeler üzerinden inşa edince, ibadetleri, emir ve yasakları da buna göre düşünür, bilhassa 'gaye' üzerinden meseleye yaklaşarak sorumlu olmanın anlamını kavramaya çalışır. İbadet üzerinde düşünürken akla ilk gelen şey, Tanrı'nın insanı belirli bir gaye ile yarattığı, belirli bir gayeyle yeryüzünde sorumlu tuttuğudur. İnsan belirli bir amaç ile yeryüzüne gönderilmişse, ibadetlerin sonucu olmalıdır. Yükümlü insan yapıp ettiği her şeyi sonucunu gözeterek yapar, yapılan her işin dünya ve ahirette neticesinin olmasını bekler. Böyle olunca insan tıpkı dünya hayatındaki gibi ibadetleri şimdiki veya gelecekteki bir amaç için yerine getirir, dünya hayatında görevlerini ihmal eden insanlar gibi olmamak için çalışır, ibadeti dünyevi bir iş gibi düşünerek kar veya zarar üzerinden hesaba katar.
Dindarlar arasında en yaygın tutum ibadetleri kar ve zarar üzerinden ele alan böyle bir yaklaşımdır. Muhakkik düşünürler böyle bir din telakkisini 'tüccar dindarlığı' diye isimlendirmiştir.
Din insanlara ibadetleri öğretir, emir ve yasaklarla Tanrı'nın onlardan olan muradını beyan eder. Üstelik bu ibadetleri yerine getirirken de onları ödül ve ceza ile teşvik eder, iradelerini harekete geçirir, bunlarda tereddüt yoktur. Fakat dinin genel ilkelerini dikkate alınca, ibadetler için dile getirilen karşılıklar, ödül ve cezalar yeni bir şekilde yorumlanır, ibadetler öteki amaçlar ve ertelenmiş kar-zarar için değil, başka bir amaçla yerine getirilmesi gerektiği fark edilir. Bu yorumla birlikte ibadetler kar ve zarar beklentisinin ötesinde Tanrı ile irtibat, teşekkür, sevgi gibi daha yakın ve daha güçlü ilişkiyi temin eden saiklerle yerine getirilmeye başlanır. Bu durumda dinde yükümlülüklerin ele alınma tarzında iki kademe olduğunu düşünmek gerekir: İlk bakışta ibadetler kar ve zarar gibi dünyevi zihnin kendisine hemen tepki verebileceği, kolayca ikna olabileceği bir üslupla talim edilmiş, fakat daha derin yorumda ise irtibatı temin ve tesis eden bir dile intikal edilmiştir. Zihnin bunlardan hangisini tercih edeceğini ise aldığı eğitim, yaşadığı hayat ve bütün bu süreçlerdeki tecrübesi belirliyor.
Herhangi bir Müslümanın zihninde ibadetlere karşılık beklentisinden ötesinde başka bir saikin yer almaması, öğrenim ile uygulama formasyonu arasındaki farklılıktır.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İman ile amel: Harici tavır ve dini düşüncenin doğuşu meselesi (06.06.2022)
- Bilgi ve eylem, iman ve amel (31.05.2022)
- Akıl, gelenek ve ahlak: ‘Bir kere gitmeye görsün’ (29.05.2022)
- İbadet ve ahlak ilişkisi: Ahlak ibadetin içini boşaltır mı? (25.05.2022)
- Dini düşüncede ircacı yaklaşım sorunu (18.05.2022)
- Emir ve yasaklar insana niçin ağır gelir? (26.04.2022)
- Ramazan’da Ahlak: İstiğna ve Gizlilik Ölçüsüyle Ahlaka Bakmak (24.04.2022)
- Bir ibadetin meşakkati nerededir? (20.04.2022)