Oruç yazılarında bir ibadet olarak orucun kurucu nitelikleri üzerinde durmuş, öteki ibadetlerle ilişkisini ele alırken onu tanımlayan asıl niteliği ihmal etmekle ortaya çıkabilecek anlam kaymalarına dikkat çekmiştik. Herhangi bir şeyden söz ederken onu bir ilişkiler manzumesi dahilinde ele almak, öteki şeylerle benzerliklerini tespit ederek önceki bilgilerimizin istikametinde yeni şeyleri öğrenmek, zihnin akıl yürütme tarzıdır, bunda kuşku yok. Lakin doğru bir hükme varmak üzere totolojik labirentten çıkarak zihne yeni kapılar açabilmek için söz konusu şeyi kendine mahsus özellikleriyle tanımak gerekir. Dini düşüncede karşılaştığımız ciddi sorunlardan birisi benzerliklere ve ilişkilere odaklanarak ibadetleri ve ahlakı birkaç ana fikirde toplama temayülüdür. Dini düşüncede yüzeyselleşmenin ve kavramsal yoksullaşmanın temel nedenlerinden birisi bu ircacı yaklaşımdır. Bu yaklaşım bazen farklı ibadetleri müşterek niteliklerde birleştirerek ayırıcı niteliklerini ihmal eder, bazen ibadet ve ahlak karşılaştırmasıyla ahlakı öteki ibadetlerin amacı sayarak ibadetlerin hayat ve insan ile ilişkisini kopartır veya tezyif eder. Halbuki her ibadet müstakil bir özellik taşırken gerçekte ahlak alanını teşkil eden konular da bağımsız ibadetlerdir.
Hiç kuşkusuz ircacı yaklaşım, sadece dini hayat ve düşüncede sorun olarak yaşanıyor değildir. Düşünmenin ciddi sorunlarından birisi zihnin labirente düşerek tekrarların ötesine geçememesidir. Bunun sonucunda ise yeni şeyler öğrenmenin zihne getireceği heyecanlar azalır, her şey ötekinin benzeri gibi telakki edilir, varlığın yeniliği ve oluşun sürekliliğini görerek 'şaşırma' ve hayret etmek yerini bıkkınlığa ve meraksızlığa bırakır. Zihnin merakının kaybolması gerçekte onun ölümü demektir. Bir zihin merakını yitirmekle ölür, ölü zihin ise sadece hafıza ve alışkanlıklarıyla dünya ile 'ezber' ilişki kurmaya mecbur kalır. Gerçek bir düşünce nesneleri ve olguları ayrıştırarak her birini kendi bağlamında düşünebilmeyi ve ifade edebilmeyi mümkün kılan bir düşünce iken dil farklılıkları taşıyabildiği ölçüde zenginleşir. Bu sayede dünyayı sürekli yinelenen tekrarlar ve benzerlikler üzerinden değil, yenilik ve değişim halinde mütalaa etmekle şaşırır, heyecanlanır ve meraklanırız. Tasavvufi bir kavram olan 'neşve' yaratılışın bu sürekliliğini görmek demektir.
İbadetlerin türlü türlü olması hiç kuşkusuz onların insan kabiliyetleriyle ilişkisi kadar hayatla da ilişkili olmalarıyla açıklanabilir. Her ibadet bir kabiliyetimizi keşfetmemizi, oradan hareketle de varlık ve kendimiz hakkında bilgi edinmemizi sağlar. Bu itibarla ibadetleri ele alırken ikili bir yaklaşım sergilemek mümkündür: Birincisi her ibadet kendine mahsus özellikle öteki ibadetlerden ayrışır. Bu meyanda namaz namazdır, oruç oruçtur, zekat zekattır; hiç birisi öteki ibadete irca edilemez, öteki ibadet ile anlaşılamaz, öteki ibadetin yerine ikame edilemez. Öte yandan bütün ibadetler genel bir ilke üzerinden birbiriyle ilişkilidir. Bu yönüyle namaz aynı zamanda oruçtur, oruç namazdır veya zekattır vs. Her ibadetin bir yandan kendisi iken öte yandan diğer bir ibadetle benzer olması, ilahi isimler teorisinin bir gereğidir. Metafizikçiler ilahi isimler meselesini ele alınırken her ilahi ismin ikili doğası üzerinde durarak dikkatimizi bu bahse çekerler. Her ilahi isim ikili bir anlama sahiptir: Birincisi ismin kendisine mahsus anlam taşımasıdır. Söz gelişi Rahman ismi merhamet veya varlık anlamıyla öteki isimlerden ayrışırken Şafi ismi de şifa anlamıyla ayrışır ve biricikleşir. Rahman ismini düşünmekle Tanrı hakkında başka bir isimde bulamayacağımız anlamı idrak eder, öteki isimlerden ulaşamayacağımız bir yönü fark ederiz. Tanrı hakkındaki merakımızı tahrik eden şey bu yenilik ve özgülüktür. Hz. Peygamber'in 'Rabbim zendeki hayretimi artır' derken merak ile yenilik arasındaki ilişkiyi ifade etmiş olabilir. Bununla birlikte her ilahi isim öteki isimlerde bulunan anlamı kendinde taşır. İlahi isimler arasında müşterek özellik ilahi zata işaret etmiş olmaktan kaynaklanır. Bütün ilahi isimler aynı zatın isimleri olduğu için zat onları birleştirir, bu birlik hepsinde gizli anlam olarak orada durur. Bu bakımdan rahmeti tanımak doğrudan bir ismi bilmek iken dolaylı olarak öteki bütün isim veya isimleri öğrenmek demektir. İlahi isimler arasındaki bu doğrudan ve dolaylı anlam gerçekte varlıklar arasındaki biriciklik-ortaklık/benzerlik ilişkisinin de sebebidir. Bu yönüyle bir isim her isim haline gelirken birinci yorumda ise isim tekil isim olarak tecelli eder. Tarikat deyimlerinde dile getirilen 'bir kapı her kapı' sözü tam olarak bunu anlatır. İsimleri, varlıkları ve her şeyden önemlisi her insanı ve her hadiseyi bu tekillik içinde müşahede edebilmek, bunun için insaf ve dikkatle varlığa yönelmek, dini ahlakın en önemli unsuru olabilir.
Sufilerin dini hayata getirdiği yorumdaki zenginlik buradan neşet eder. Özellikle ayet ve hadis yorumculuğunun ana fikirlerinden birisi, ircacı yaklaşıma karşı durmakla her ayetin ve hatta her kelimenin özel anlamını keşfe çalışmaktır. Bu sayede hiçbir şey ötekine irca edilmeden ele alınırken kelimeler arasında dolaylı ilişkiler de tespit edilir. Doğrudan anlatımın oluşturduğu merak zihni totolojik labirentten korurken dolaylı anlatım tamlık ve bütünlük fikrine ulaşmamız mümkün olur. Her şeyi birliğe irca etmek, varlıklar arasındaki ayrımları kaldırarak şeyleri bir olarak düşünmek ahlaki ve zihinsel bir sorun kabul edilmişken irtibatlı göz ardı ederek birlik fikrine varamamak başka bir sorundur. Sufiler buna 'birliksiz çokluğu düşünmek zındıklık, çokluğu dikkate almadan birliği düşünmek dalalettir (cem-fark)' demişlerdir.
Bu nedenle dini düşüncede ircacı yaklaşıma düşmeden her ibadete, her huya özel anlamından hareketle bakarak ilahi isimler ile ilişkisini kurmak, buradan hareketle de varlığı tekilliği içinde takip etmek zihnin merakını koruyabilecek sahih yoldur.
Ekrem Demirli