Oruç meşakkatli bir ibadettir, bilhassa hayat telaşesi çok olan veya geçimini temin etmek üzere ağır işlerde çalışan müminin oruç tutması kolay bir iş değildir. Bu minvalde oruç öteki ibadetlere göre günü baştan sona kapsayan uzun süreli bir ibadettir. Bu durumda orucun meşakkati sadece ona mahsus bir meşakkat olarak görülebilir. Şari meşakkatli ibadette müminlerin mazeretlerini dikkate almış, belirli gerekçeler söz konusu olunca orucun tehirine veya fidye ile telafisine izin vermiştir. Hastalık, yolculuk, meşakkatli işler gibi birtakım gerekçeler meşru mazeret sayılarak orucun tehir nedeni sayılmıştır. Haddizatında oruç ile namazı bu yönden karşılaştırınca dinin kolaylığı nasıl tercih ettiği ortaya çıkar. Din mazeretler söz konusu olduğunda namazın formel şartlarını değiştirirken -ima ile namaz kılmak gibi- herhangi bir mazeret durumunda orucu tehir eder veya fidye ile yükümlülükten düşürür. Bir toplumda dinin gelenek yoluyla mı yoksa dinin kaynaklarından mı öğrenildiğinin en iyi göstergelerinden birisi oruç ve namaz karşısındaki tutumda gözükür: Toplumların din telakkisi kendi önceliklerini ortaya çıkartır, bu önceliklere göre hükümleri yeniden sıralar. Bu itibarla dinin sosyolojisi en azından dinin kaynaklarıyla uyumlu hareket etmez; ilahiyatçılar ile genel Müslümanlar arasındaki gerilim noktalarından birisi din sosyolojisi-psikolojisi ile kaynaklar ve metinler arasındaki uyumsuzluktur. Bu meyanda Müslüman toplumlarda oruç daha yaygın ve daha dikkatle yerine getirilen ibadet iken namaz genellikle ihmal edilir. Halbuki dinin ana kaynaklarında sıralama bunun tam tersinedir: Oruç mazeretlerle tehir veya tebdil edilirken namaz herhangi bir mazereti kabul etmez.
İbadetin Meşakkati: Niyet
Oruca özgü meşakkati hepimiz biliyoruz: Aç ve susuz kalmak, bedenin zorlanmasına yol açar, alışkınlıklarımızın da etkisiyle beden bu mahrumiyet karşısında zorlanır, zayıf düşer. Lakin bir ibadet olarak orucun asıl zorluğu burada değildir. İbadetin zor kısmı niyetin korunmasında tezahür eder. Bu nedenle meşakkat denilince dikkatimizi niyete vererek konuya buradan bakmak gerekir.
Niyet ibadette imanın tecellisidir. Gerçekte bütün ibadetler sadece 'emir' olarak yerine getirilir, emre uymak yoluyla müminin Hakk'a yaklaşacağı umut edilir. Orucun birinci şartını teşkil eden niyet yapılan ibadetin başka herhangi bir amaçla değil, sadece emir olduğu için yerine getirildiğini beyan eder. Bu itibarla niyet, imanın neticesi olan bir irade beyanı ve taahhüttür. Bir mümin niyetin ardından oruçta başka herhangi bir amaç taşımayacağını, toplumsal veya kendisiyle ilgili başka bir gaye için oruç tutmayacağını kendine söylemiş demektir. Üstelik ibadet sürecinde olduğu kadar ibadetin ardından bu taahhüde uymak bir zorunluluktur.
Oruç niyetin sıhhatinin nasıl temin edileceğini ve hangi yollarla korunabileceğini mümine talim eder. Bu itibarla insanın niyetini bozabilecek unsurlar genellikle iki kısım dahilinde değerlendirilir: Birincisi şehvet gibi üst bir kavram altında toplanabilecek bütün iştah ve arzular niyeti bozan şeylerdir. İştah niyeti bozar ve niyeti iştahtan korumak birinci vazifedir. Bu arzular/iştahlar içinde yemek, içmek gibi bedenimizin hayatta kalmasını sağlayan unsurlar bulunurken aynı zamanda cinsellik de kurucu bir unsur olarak yer alır. İkinci tür isteklerimiz ise üstünlük, kudret gibi var oluşumuzun gereği olan isteklerdir. Bunların bir kısmı kendi varlığımızı ve arzularımızı karşılamak amacı taşırken bir kısmı ie doğrudan iktidar arzusu şeklinde ortaya çıkar. İki güdü -iştah ve iktidar- arasında insan davranışları ihlas ile sınanır, bu iki dürtünün etkisinden arınmış olduğunda ise niyet kemale erer. Gerçekte oruç bu arzuları işin başında sınırlayarak iştahları azaltmak, insanı arzuların baskısından kurtarmak yolunu ortaya gösterir. Hadis-i şerifte mealen 'Şeytan damarlarınızda kan gibi dolanır, onun dolaşma yolarını daraltın' denilir. İşte oruç damarları daraltarak, bedeni tezyif ederek ve vücudu küçülterek 'damarlarda akanı sıkıştırma' yoludur. O zaman orucun kendisini niyetin korunmasının yollarından birisi olarak görmek mümkündür. Niyet işkembenin ve kan ile temsil edilen öfke-iktidar arzusunun müdahalesinden arınmış bir halde ortaya çıkabilen aklın eylemidir.
Orucun niyete yardım ettiği öteki unsur ise eylemsizlik şeklinde ifa edilen bir ibadet olmasıdır. Oruç bir şey yaparak değil, bir şeyi bırakarak ve terk ederek yerine getirilen bir ibadettir. Bu durumda oruç selbi bir eylem -paradoks- daha doğrusu eylemsizliktir. Mesela bir insan beyan etmediği sürece oruçlu olduğunu başka birisi bilemez; bu amaçla Hz. Peygamber sataşma durumunda insanın 'ben oruçluyum' diyerek kendini oruç kalkanı altına sokması gerektiğini beyan etmiştir (belki orucunu öfkesinden korumasını emretmiş de olabilir).
O zaman oruç hem bedenin tezyifi yoluyla iştahın bertaraf edilmesi hem gizlilik yoluyla niyete hizmet eden bir ibadettir. Bu durumda insan ikinci büyük meşakkate bu kez ancak oruç yoluyla karşı koyabilir, oruç yardımıyla bu meşakkatin üstesinden gelmeyi umabilir.
Orucun niyet kısmı bir mümini iki tür iştahından uzaklaştırarak özgürleştirir.
Ekrem Demirli