Arama

Ekrem Demirli
Şubat 27, 2022
Mirac'ı Düşünmek: Hz. Peygamber’in Miracı'nda ne oldu?
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Allah'ın Hz. Peygamber'i gecenin bir vaktinde Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürmesine isra, ayetlerini göstermek üzere oradan katına yükseltmesine miraç denilir. Zamanla miraç tabiri akıllarda daha çok kalmış olsa bile, isra ile miraç Hz. Peygamber'e gelen vahyin yeni bir tarzından ibaretti. Bu itibarla Hz. Peygamber biset yani vahyin başlangıcından dar-ı bekaya irtihaline kadar bir çok kere ne yaşamış ve ne idrak etmişse miraç gecesinde aynı hadiseyi fakat bu kez daha özel ve farklı bir tarzda idrak etmiş ve yaşamıştı. O gece Hz. Peygamber, Cebrail vesilesiyle kendisine gelen vahyin kaynağına götürülmüş, vesile ile mazhar olduğu vahye doğrudan mazhar olmuştu.

Hz. Peygamber'e vahiy nazil olurken nasıl bir hal yaşıyordu? Muhakkik düşünürler konuya eğilmemiş olsaydı mesele üzerinde bir takım spekülasyonlardan öte fikrimiz olmayacaktı. Onların söylediklerine göre, Peygamber'e vahiy gelirken Peygamber de vahye hazırlanıyor, vahye doğru terakki ediyordu. Bunu vahye doğru çıkmak, vahyi karşılamak gibi tabirlerle anlatmak mümkündür. Burada zihnimize mekan ve yön gibi tabirler gelse bile, kast edilen zaman ve mekan şartlarının dışına çıkmak olmalıdır. Dini düşüncede vahiyden söz edilirken zaman ve mekan şartlarıyla sınırlı olan akıldan çok kalbin zikredilmiş olmasının nedeni budur. Peygamberin ve arınmış aklı anlamındaki kalbinin bu hazırlanma sürecine 'münazele' yani vahyi karşılama denilir. Bu terakkiyi Hz. Peygamber'de ortaya çıkan hallerden anlayabiliriz. Sahabenin anlatımına göre vahyin gelişi esnasında Hz. Peygamber'in özel haller yaşadığı, terlediği, sarsıldığı ve bir an için kendinden geçtiğini biliyoruz. Bazı rivayetlerde daha hassas bilgiler de verilir: Hz. Peygamber'in ağır yük taşır gibi terlemesi, nefes nefese kalması, devesinin üzerinde ise devesinin çökmesi gibi. Belki de vahiy esnasında Hz. Peygamber'in ne yaşadığını, hangi mekanı ve hangi zamanı idrak ettiğini kimse bilmiyordu? Muhtemelen söylenmesi en makul olan şey, Hz. Peygamber'in vahiy esnasında zaman ve mekanın sınırlarını aştığı olacaktır. Sufilerin 'halvet der encümen' (insanlar içinde Hak ile yalnızlaşmak) dedikleri durum gerçekte Hz. Peygamber'in bu halinden alıyordu gerçekliğini ve anlamını. 'Benim Allah ile bir vaktim vardır, ne bir yakın melek ne bir beşer ona muttali olabilir ' anlamındaki hadis bu nedenle sufiler için Hz. Peygamber'i anlamanın anahtarı idi. Konevi ise buradan hareketle vech-i has (özel yön) yani Allah ile insan arasında kimsenin giremeyeceği ve bilemeyeceği özel yön tabirini geliştirmişti. Bu tabir insanı tekilleştiren ve bireysel hakikatini ve gerçek tanımını Tanrı ile ilişkide idrak edebileceğini anlatan en önemli kavramdı.

Miraçta ne oldu sorusuna kapsamına her birimizi dahil edecek şekilde vech-i has üzerinden düşünmekle yaklaşabiliriz: Hz. Peygamber'in hayatında bir çok kez her ne oldu ise miraç gecesinde de onun benzeri oldu. Müminler ise kendi vech-i hasları yoluyla bu özel halden ve ilahi lütuftan bir nebze elde edebilirler.

Hz. Peygamber Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya götürülmüştü. An içindeki yolculuk meselesi Kuran-ı Kerim'de başka bir bağlamda da zikredilir. Süleyman kıssasında Belkıs'ın tahtının uzak bir mesafeden an içinde Hz. Süleyman'ın huzuruna getirilmesi ilahi kudretin insanda tecellisinin örneği olarak zikredilir. Müslümanlar böyle konuları ilahi kudrete havale etmenin dışında açıklama yolu olmadığını bilir, bu nedenle teslimiyetle kabul etmekten başka bir açıklama getirmezler. Öte yandan Mescid-i Aksa'da Hz. Peygamber bütün nebilerin ruhlarına imamlık etmiş olması üzerinde durmak gerekir. İslam'ın son din ve Hz. Peygamber'in son peygamber oluşu bu hadiseyle irtibatlı olarak açıklanır. İslam düşünce gelenekleri dahilinde sadece sufiler son peygamber olmanın anlamı üzerinde derin fikirler geliştirmiş, 'nebilerin sonuncusu' anlamındaki 'hatem-i nebiyyin' ifadesini aynı zamanda nebilerin en kamili ve zirvesi anlamında yorumlamışlardır. İslam'ın öteki dinlerle ilişkisinde bilinmesi gereken en önemli konulardan birisi budur, bilhassa tasavvuf düşüncesi Hz. Peygamber'de ortaya çıkan bu tamlık ve yetkinlik fikri üzerine kuruludur. Hz. Peygamber'in bütün nebilere imam olması bunun bir ifadesiydi.

Dikkate değer hususlardan birisi de Allah'a doğru yolculuk meselesidir (miraç). Başta Hz. Peygamber'inki olmak üzere müminlerin bütün hayatı Allah'a doğru bir yolculuktan ibarettir. Bu itibarla dindarlık; terakki, tecerrüd, miraç-uruc gibi sürekli yolculuk ve yükseğe doğru çıkmak anlamı taşıyan kelimelerle anlatılırken dinin kendisi de yol ve onunla ilgili kavramlarla anlatılır. Öte yandan ahlak ve ibadetler ise burak diye kabul edilir. İnsan ibadet ve ahlak burağı Allah'a doğru sürekli terakki eden varlıktır. Miraç bu anlamıyla dindarlıkta gerçekleşen yükselmenin ve terakkinin bunun için lazım olan değişimin (tahavvül) ta kendisidir. O zaman Hz. Peygamber'in miracında gerçekleşen şey, özel bir anlamda ve tarzda Allah'a yükselme ve yolculuktur. Bununla birlikte Hz. Peygamber'in hayatı Allah'a doğru, Allah ile, Allah karşısında, Allah için yaşanmış bir hayat idi. Miraçta ise zaman ve mekanın belki dilin sınırlarını da aşarak nihai hakikat zemininde bir karşılaşmadan söz etmek lazımdır. Bu karşılaşma gerçekte insanın Mutlak Hakikat karşısında varoluşu idrak etmesi demektir. Bu idrakin her müminin hayatındaki karşılığı ise namazdır. Namaz 'vech-i has' yani özel bir bağ ve kapı ile kendisine nedensellik yollarını aşarak bağlandığımız Rab ile aramızdaki yakınlığı idrak edebileceğimiz ibadetin ismidir. Bu nedenle Hz. Peygamber, 'Namaz müminin miracıdır' buyurmuş iken yine bu nedenle namaz alışagelmiş zaman ve mekan telakkisinin dışına çıkma iradesidir.

Son olarak Allah'ın katı veya menzili gibi zihni, zaman ve mekan girdabına düşürerek Allah ile ilişkiyi hayale döndüren tabirleri daha iyi anlayabilmek için İbnü'l-Arabi'nin nefis bir ifadesini hatırlamalıyız: 'Biri gökten, biri yerden, biri doğudan biri batıdan gelen dört melek Kabe'de buluşmuşlar. Birbirlerine 'sen nereden geldin?' diye sorduklarında her birisi 'Rabbimin katından geldim' demişti.'

Şah damarından yakın olana gitmek, nedensellik zincirlerini ve vasıtaları aşan bu yakınlığı idrak etmektir.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN