Herhangi bir emir insana niçin meşakkatli gelir diye sormaya gerek var mıdır? Bunun sebebi az çok herkesçe bilinir. Emir verenin bizden daha mühim ve üstün olduğunu düşünmekle kendimizde bir değersizlik hissi oluşur, emir verenin gücü ve imkanları karşısında varlığımız hakkında endişeleniriz, emre karşı gelerek kendimizi korumak isteriz. Herhangi bir emre karşı çıkmak, varlığımız hakkındaki dikkatimiz ve kendimizi önemsememizden kaynaklanır. Bu durum emri veren ile aramızda gördüğümüz mesafeye göre artar veya azalır. Bu itibarla insan yabancı gördüğü birinin emrine daha çok itiraz edecek, kendi varlığını ve itibarını ona karşı korumak isteyecek, emir veren ile arasında gördüğü mesafe ölçüsünde direnecektir. Buna mukabil emir veren ile arasındaki yakınlık ölçüsünde itaat mümkün olacaktır.
Yakınlık emrin sahibi ile insanın arasındaki bir yakınlık olabileceği gibi bazen emir hakkındaki bilgisi yakınlığı ortaya çıkartır. Mesela insan, emri kendi menfaat ve çıkarına uygun bulabilir, bu durumda emre uymakta herhangi bir güçlük çekmez. Çünkü böyle bir durumda emre uymak, dışardan gelen bir emre uymak anlamına gelmez, insanın varlığına hizmet eden bir kurala uymak demektir; öyleyse insan emre uymakla kendi varlığına hizmet etmektedir. O zaman burada belirleyici olan şey, emir-yasak ile insanın varlığının ilişkisinin tespitidir. Bir emir ve yasaklama durumunda insanı rahatsız eden şey, onu varlığına saldırı gibi telakki etmesidir. Bu durumda insan varlığına olan düşkünlüğüyle emre karşı çıkar, varlığını koruma güdüsüyle hareket ederek baş kaldırır. Vakıa dini emirler karşısında insanın durumu da bu genel ilkenin dışına çıkmaz.
İbnü'l-Arabi insanın varlığı hakkındaki bu düşkünlüğü ile bundan kaynaklanan değerlilik bilincinin ilahi bir lütuf olduğunu düşünür. Haddi zatında böyle bir özellik insana ilahi surette yaratılmış olmaktan gelen bir nitelik olduğu kadar insanın dünya ve dünyevilikten yüz çevirebilmesi bu sayede mümkündür. Başka bir ifadeyle insanın ahlaklı olabilmesinin yolu, kendisi hakkındaki bu üstünlük fikri ile herkese ve her şeye karşı müstağni kalabilmesini sağlayan başkaldırışıdır. Hz. Peygamber adamın birinin kölesine tokat attığını görünce 'Allah Adem'i kendi suretinde yarattı' buyurmuş, insanın kıymetini -köle- en yüksek ölçekte getirmiş, daha sonra bu hadis üzerinde bir takım tartışmalar yapılmış olsa bile, sufiler hadisin tevile gerek kalmadan Allah ile insan arasındaki en güçlü ilişkiyi tespit ettiğini düşünmüştür. Onlara göre ilahi surette yaratılmış olmak, aynı zamanda insana ilahi ruhun üflenmesi veya insanın Allah'ın halifesi olarak yaratılması gibi naslarda zikredilen bir takım görevlerin bir devamıdır.
Bu durumda insanın ilahi surette yaratılmış olması, insanı öteki varlıklardan ayrıştıran ve ona belirgin bir değer kazandıran temel niteliktir. Buna bağlı olarak insan bu nitelikleriyle birlikte kendisi hakkında bir bilinç kazanır, kendini öteki varlıklardan üstün görür, dünya ve içindeki herhangi bir şeyi kendisi için yeterli görmeyecek kadar müşkülpesent bir varlık haline gelir. Burada daha paradoksal olan ise insanın ilahi emre karşı çıkmasının bu üstünlük fikrinden kaynaklanmış olmasıdır. İnsan varlığı hakkındaki bilinç ve kendine olan tutkusu ile yasaklamayı telakki etmiş, onun varlığının aleyhine olabileceğini anlamış, yasağı ihlal etmiş, ölümsüzlük imkanı bulunduğunu sandığı ağaca yaklaşmıştır. Meselenin önemli bir kısmı sembolik unsurlar taşısa bile, herhangi bir insanın günlük hayat içinde günahlarla ilişkisinde de benzer yorumlar yapılabilir. İnsan şimdi veya gelecekte kendini rahatsız edebilecek, onu hazlarından alıkoyabilecek bir emre karşı gelir, emri ihlal ederek kendi iradesi doğrultusunda yürümek ister. O zaman mesele tam olarak emir-yasak ile varlığımız arasında gördüğümüz ikilemde kendini gösterir: Emir-yasak varlığımıza herhangi bir şekilde zarar verecekse veya bizi hazlarımızdan -ki hazlar en azından varlığımızı idrak ettiğimiz ve iktidarımızı gösteren şeylerdir- alıkoyacaksak, varlığımıza olan düşkünlüğümüz bizi başkaldırmaya sevk eder. Orucun veya bir ibadetin bize ağır gelmesinin esas yönü burası olmalıdır: Oruç bizi hazlarımızdan alıkoyan bir yasaklama olduğu ölçüde insan oruca direnir, böyle bir emrin varlığımıza bir sınır konulması anlamına geldiğini fark ederek irkilir ve direniriz.
Bununla birlikte din, emir ile insan arasındaki yakınlığı tesis ederek insana itaat yolunu gösterir: Birincisi emrin insanın lehinde ve faydasına olduğunu türlü yollarla ona anlatır. Mesela oruç söz konusu olduğunda bazen dünyevi faydalar, daha çok da uhrevi fayda ve menfaat ile oruç tutmak arasındaki ilişki ile oruç emrini kolaylaştırır. İnsan oruç tutmanın veya başka bir ibadetin onun şimdi veya gelecek zamanda faydasına olduğuna inandığı ölçüde emre itaat edebilir, ibadet kendisine kolaylaşır. İkinci ve daha büyük mesele ise emir veren ile insan arasındaki ontolojik yakınlığın izah edilmesidir. Pagan dinlerinde ibadetler bir tür 'ver kurtul' inancı üzerine kurulu idi. Tanrılar ile insan arasındaki aşılmaz engeller insanların belaları defetmek üzere ibadet etmelerini, kurban sunmalarını gerektirirdi. Pagan dinler doğa ile tanrılar arasındaki yakınlığı tesis ederken insan ile tanrılar arasında karşıtlık ve mesafe koymuşlardı. İslam ise Tanrı ile doğa arasında belirli bir mesafe öngörürken -müteal Tanrı fikri- insan ile aradaki mesafeyi neredeyse ortadan kaldırmış Tanrı'yı insana ''bir ben var benden içeri' denilecek derecede yaklaştırmıştır. Bu durumda insan kendi lehinde hüküm koyan, emir ve yasaklar gönderen Tanrı'yı, emirleri getiren peygamber ile onları uygulayacak kendi varlığından bile daha yakın görerek emre itaat eder.
Ekrem Demirli