“Kim için Okunuyor Bu Sala?”
Bilenler bilir, Ernest Hemingway 'Çanlar Kimin İçin Çalıyor?' adındaki romanında İspanya iç savaşında yaşanan yıkımlarda ölüm ve hayat üzerinde değerlendirmeler yapar, hayatın ve var olmanın anlamını sorgular. Kitaba adını veren söz ise bir İngiliz şairin bir cümlesinin parçasıdır. İngiliz mistik şair, ben ile öteki insanın ilişkisini konuşurken insanın kendisinin bağımsız bir ada olmadığını belirtir, herkes bir kıtanın parçasıdır der. Sonra devam eder: 'Bir insan öldüğünde sanki hepimiz eksiliyor, hepimiz ölüyoruz. Bu nedenle sorup durmayın 'çanlar kimin için çalıyor' diye!'
Bu cümlenin bir mistiğin sözü olması okuru şaşırtmaz, gerçekten mistisizm veya İslam geleneğinde tasavvuf, en yalın haliyle bütün insanlar, bütün hayat ve tüm varlık hakkında sahici bir tefekkürü amaçlar. İnsanın korkular ve beklentilerle çevrelenmiş dar hayatı ahlak ile ötekine açılır, ahlak ile insan evrensel ve ötekine olana varır, kuruntu ve bir söylemden öteye geçmeyecek dünya ve insanlık hakkındaki sözleri gerçek ve hesabı verilebilir erdeme dönüşür. Ahlak doğuştan sahip olduğumuz birtakım tepkilerin herkes için, her zaman ve her yerde geçerli olabilecek davranışlara terakki etmesiyle ortaya çıkan insanlık idealidir. İnsanın kendisi için içgüdüsel bir şekilde talep ettiklerini bütün insanlık için istemeye başlamasıyla kendi arzularını sınırlar, kendinden vazgeçmeye başlar, öteki insan için kendini ve arzularını geri çeker, öteki insanın doldurabileceği bir yeri kendi yeri gibi saygıyla ve özenle karşılar. İçimizdeki en güçlü duygu yaşamak, hayat hakkımızı korumak duygusudur. Bunun bir ahlak haline gelebilmesi ise bütün insanlar için benzer bir ideale inanmak, herkes için yaşama hakkına saygı duymakla gerçekleşir. Üstelik ahlak içinde 'empati' duygusundaki gibi bencillik ve daha çok da 'yatırım' amacı taşımadan gerçekleşendir. Ahlak böyle bir tüccarlığı aşarak öteki ben olandır veya beni ikmal edendir diyerek insanlık ailesiyle tamamlanarak bireysel yetkinliğe ulaşabilmektir. Birçok hadis-i şerif bunu beyan eder.
Büyük yıkımlar karşısında herkes az çok öteki ile ilişki kurabiliyor, en azından böyle bir duygu sağanağı ortaya çıkıyor. Büyük hadiselerde toplum tanımadığınız kimlik kazanıyor, günlük hadiselerde görünmeyen yüzü dışa vuruyor, daha derin düşünceler, güçlü karakter ortaya çıkıyor. Artık yakınlık biyolojik yakınlığın ötesine geçiyor, biyolojik bağların ötesine geçerek insan insanlık ailesinin parçası olduğunu fark ediyor. Zaten ahlak biyolojik ve neseple olanın ötesine geçtiğimizde ortaya çıkabilen bir şeydir. Ahlakın seviyesi ise bu sınırların genişliği, davranışın gerçekliği, özellikle de bunun bir anlık duygu olup olmadığı meselesiyle orantılıdır. Şeyh Bedreddin dayak yiyen bir insanın yüzünden akan kanları gördüğünde, bir anda yüzünün kanlandığını aktarır. Birçok insan benzer durumu yaşamıştır, acıyı kendisi yaşar gibi yaşamış, hüznü derinden hissetmiştir. Peki bu ahlak neden daha sonra ortaya çıkmıyor, kötü günde olan iyi günde niçin devam etmiyor? Etmiyor çünkü kötü gün dostlukları, kötü gün ahlakı içinde bir şaibe barındırır. Bu şaibe, kullandığımız dilde, öfkemizde, hatta nefretimizde kendini dışa vurur. Bir insan sevgisini konuşurken kendisini nefrete borçlu hissederse veya hüznünü ancak öteki insanlarla ilgili öfkesiyle birlikte ifade ederse ahlak henüz tahakkuk etmiş değildir. Ahlaka lazım olan katışıksız bir sevgi, katışıksız bir hüzündür.
Ölümü Sala İle İlan:
Müslümanlar ölüm haberi aldıklarında 'Allah'tan geldik, O'na döneceğiz' anlamında bir ayet-i kerimeyi okurlar. Allah'tan geldik insanın kökeni hakkındaki inancı anlatırken 'O'na döneceğiz' ise sonumuz hakkındaki bir umudu ve iyimserliği beyan eder. Bu sayede mümin tikel bir hadise karşısında ölümü, var oluşu ve hayatı düşünür, insanın birkaç cümle ile anlatılan büyük yolculuğunu başından sonuna kadar gözden geçirir. Ahlakçılar herhangi bir hadiseden insanın kendisine intikal ettiği bu duruma tabir veya ubur (ibret almak) diyebilir. Çünkü tabir, gerçekte köprüden geçmek, maksada ermek, hadiseleri esas anlamına göre yorumlamak, verilen işareti çözümlemektir.
Ayet-i kerime hakkındaki en nefis yorum büyük sufi Bayezid-i Bestami'nin yorumudur: Bayezid ayet-i kerimenin okunduğunu duyunca 'Peki, şimdi neredeyiz' demiştir. Gerçekten Allah'tan gelip Allah'a gidiyoruz derken şimdi neredeyiz? Soruyu normal zamanlarda konuşmak daha kolay; fakat enkaz altında yaşam ile hayat arasındaki boşlukta bir insan buna ne cevap verir? 'Şimdi' '(Allah')tan gelmek ile (Allah')a gitmek' şeklinde böldüğümüz var oluşun ortasındaki bir andayız.
Müslüman dünyanın bir bölümünde ölümler sala ile ilan edilir, yani Hz. Peygamber'e salavat getirilir, en acı hadise salavat ile yani daha önce dar-ı bekaya göçmüş olan Hz. Peygamber'e salavat getirmekle ilan edilir. Ölümün salavat ile ilan edilmesi öteki insanların yapabileceği nihai işi gösterir: Ölene dua etmek, onu hayırla anmak, daha önce göçenleri yad ederek bütün müminleri bir gaile gibi düşünmek. Herhalde ölen kişi 'kalanlara selam olsun' diye dünyadan ayrılırken kalanlar ise 'evvel giden ahbaba selam olsun' diye onu uğurlar.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.