Yeni caziptir, elimizde olmayan bir şekilde bizi kendine çeker, sanki varlığını bize dayatır, ona bakmak zorunda kalırız. Bu bakımdan yeni mücbirdir; her ne olursa olsun yeni ile ilişkimiz aşağı yukarı böyledir. Yenisi gelince önceki cazibesini yitirir, rağbet yeniye olur. 'Eskiye rağbet olsa bitpazarına rahmet yağardı' yeniyle ilişkiyi anlatır. Bu meyanda nostalji bizi yanıltmamalıdır; insanın eskiye rağbet etmesi 'eski' olduğu için değil, yeni bir ilişkinin ortaya çıkmasıyla ilgilidir. En azından onunla ilişki yenilenmiştir, bakış tarzı ve kullanım biçimi değişmiştir. Bu itibarla nostalji de yeninin bir başarısıdır: yeni eskiyi yenilemiştir, yenileyebildiği ölçüde de cazip hale gelmiştir.
Dünya yaşlı veya köhne dünya diye tabir edilir eski metinlerde. Buna mukabil insan ise dünyanın en son ve yeni misafiridir. Kadim düşünürler cemadat (hareketsizler, sufi muhakkiklere göre hareketsiz canlılar) diye ifade edilen donuk varlık katmanı, sonra büyüme ve gelişme özelliğiyle temayüz eden bitkiler, ardından belirli bir amaca doğru kasıtla hareket edebilen hayvanlar kategorisi ile birlikte insan gelir. Demek ki insan ötekilere göre yeni olandır, onlardan sonra gelendir. İnsanın sonradan gelişi gayenin en sonda gerçekleşmesi gibi insanın öteki varlıklara göre üstünlüğünü anlatan delil olarak kabul edilir. Öte yandan bu varlık katmanlarının birbirleriyle ilişkisi birbirini doğurma ilişkisidir. Her katman veya varlık ötekini doğurunca kendisi eski; doğan yeni adını alır. Var oluş devam ettiği sürece eskinin yeniyi tevlidi devam eder.
Mevlana insanın büyük düşüncelerle ilişkisini 'eleştirel' bir tarzda izah ederken nefis bir örnek verir: Eski konağa yerleşen fareler bir süre bolluk ve bereket içerisinde günlerini gün ederken artan vakitler onları sıkmaya başlar, bunalırlar, öyle ki varlık yüklerini taşıyamaz hale gelirler. Sufiler varlık için en büyük günah derler ya onun ne ağır yük olduğunu ise modern dünyada öğrenmiş olduk. Eskiden bazı müstesna insanlar biliyordu, şimdi ise hepimiz varlığın ağır yük olduğunu biliyoruz. 'Sıkıntı' geçmiş zamanlara kıyasla modern insanın sorunudur. Sıkıntı duyabilmek için boş vakte ihtiyacı vardır; sürekli koşuşturmalarla tükenen bir hayat sıkılma imkanı vermemiştir insanlara. Hikayedeki fareler refaha erdikten sonra sıkıntı duyabilen varlıklar olarak anlatılır. Konak köhne de olsa neticede konaktır, en azından fareleri doyurabilecek zenginliğe sahiptir. Fareler artan vakitlerinde yüksek fikirler tartışmaya, 'entelektüel tartışmalara' girişirler. Tartıştıkları konulardan birisi ise bu konak 'kadim midir, hadis midir?' sorunu imiş.
Düşünce tarihinin birkaç temel sorunundan birisini teşkil eden böyle bir konunun rahatlık ve refahta ortaya çıkmış bir lüks merak gibi görülmesi filozoflara haksızlık mıdır değil midir diye düşünmemek elde değil. Mevlana'yı haklı çıkartan ise Aristoteles'tir. Aristoteles de büyük düşüncelerin ancak zaruri ihtiyaçların aşılmasıyla fark edilebildiğine dikkat çeker. 'Büyük düşünceler Mısır mabetlerinde iş yapmadan oturan din adamları arasında ortaya çıkmıştır' bu anlama gelir.
Yeni-Eski Olarak İnsan
İnsan dünyayı 'eski' olarak görse bile bir yönüyle kendisi ondan daha eskidir. İnsan paradoksunun en mühim yönlerinden birisi budur: eski - yeni olarak insan! İnsan eski-yeni veya var olma tarzı bakımından ise yeni-eski diye nitelendirilir. Bunu sübut bakımından önce, zuhur bakımından sonra gelmek çelişkisiyle izah ederler. İnsan ilktir, öncedir ve en eskidir, çünkü bütün olan biten onunla ilişkili olarak var olmuştur. Gaye her şeyden önce gelir, sonra var olanlar ise amaca uygun bir şekilde var olur. Fakat insanın gaye şeklinde düşünülmüş olması metafizikçi düşünürler için yeterli değildir. Çünkü bu durumda sadece ilahi bilgide bulunan genel bir gaye üzerinden insanı konuşmuş olabilirdik. İnsan bir gaye olduğu kadar her bir tikeli içerecek şekilde bir bilgi, daha doğru bilinen olarak insan olmalıdır. İnsanın kadim yönü bu bilinme halidir. Buna mukabil insan eski veya kadim diye nitelenmekle kalmaz, eski-yeni unvanını alır. En eski ve kadim olan insandır, çünkü bütün alem insan için var olmuş onun için düşünülmüştür. İnsan en yenidir çünkü bütün alem hazır olunca insan ortaya çıkmıştır. Âlem kadim insan misafiri için hazırlanmış, onun gelişi için donatılmış bir sofra olarak yaratılmıştır.
Gerçekte insanın yeniye duyduğu ilginin esas nedeni bizzat kendisidir. İnsan yenide kendini buluyor, yeni sanki bir ayna gibi ona kendisini hatırlatıyor, kendisinin bütün varlıklar arasında yeni varlık olduğunu tekrar idrak ediyor.
Bu meyanda tasavvuf edebiyatında kullanılan bir tabiri hatırlamak gerekir: neşe veya neşve! Neşe yaratılışı anlatan bir tabirdir. İnsanın da içinde bulunduğu bütün âlem sürekli yenilenir, sürekli yaratılır, her şey tekrar tekrar var olur; bu durumda var oluş serapa yenilenme iken (tecdit) âlemde eski diye bir şey kalmaz. 'Tanrı'nın aleminde eski olan yoktur' bu demektir. İnsana 'eski' vehmi veren ise sadece yanılsama tarzında evreni telakkimizdir. Yeni olan ise idrakimizdeki yanılsamayı aşarak bize varlığı olduğu hal üzere gösterir, biz de ona dikkat kesiliriz. Bir metafizikçi bütün alemi sürekli yeni görür, bunun için sıkılmadan, bıkmadan herhangi bir şeye bakabilme dirayeti elde eder.
Ekrem Demirli