Oruç ve Beden Sağlığı
'Oruç tutun sağlık bulun' ifadesinde sözü edilen 'sağlık' vehle-i ulada aklımıza gelen anlamıyla sağlık ise okuduğumuzun bir hadis-i şerif mi yoksa hikmetli söz mü olduğu hususunda tereddüde kapılmalıyız: Her şeyden önce işaret edilen 'sağlık' modern dünyadaki anlamıyla sağlık ise ifadenin orucun anlamından ve bizi taşımak istediği tecerrüt halinden dikkatimizi çeldiren bir ifade olabileceğini hatırda tutmak lazımdır. İbadet ile dünyevi-bedensel fayda ilişkisi sıkça işlenen bir ilişki olsa bile, naslarda bu bağlamda ortaya çıkan atıflar, nefsi ibadete alıştırmak, daha büyük bir maksada gidebilmek için zihni geçici hazlarla canlı tutmak, iradeyi bir ölçüde tahkim etmek olacaktır. Bunun ötesinde ibadetleri bir kar-zarar ekseninde düşünmek, bu şekilde onlarla ilişki kurmak dinin amacından insanı uzaklaştırır. Yunus Emre'nin 'cennet (uçmak) dahi tuzak imiş mümin canların tutmaya' derken kast ettiği budur. Fayda-zarar ilişkisi ekseninde ibadetin talim edilmesi, mümin canları 'yakalamak' başvurulan ilahi tuzak/mekr olmalıdır. Bu yolla Şari kulların zaaflarını ve eksikliklerini onların lehine olabilecek istikamette tahrik ederek ibadete yönelmelerini kolaylaştırmak, meşakkatli emirleri yerine getirebilecek bir iradeyi onlarda oluşturmak, insan davranışlarındaki temel saik olan 'fayda elde etmek ve zarardan korunmak' güdüsünü harekete geçirmek istemiş olmalıdır. İbadetin gerçek anlamı ise ancak yola koyulduktan sonra idrak edilecek, bu sayede baştaki amaç bizi hazzımız için yaptığımız ibadete, ibadette ortaya çıkan büyük akıl ise bizi Tanrı'ya götürecektir. İmam Gazali'nin 'biz bilgiye bir takım amaçlarla yöneldik lakin bilgi bizi illa başka amaçlara götürdü' derken kast ettiği üzere, ibadet başlangıçta 'ifa edilen' pasif bir şey iken süreç içinde bir tür özne haline gelerek insanı dönüştürür, Hacı Bayram-ı Veli'nin anlatımıyla insan 'bile yapılır, taş-ı toprak arasında.' 'Namaz alıkoyar' veya 'takva öğretir' mealindeki ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin ana fikri budur: İbadet kendi aklını beraberinde taşır, ibadet eden insan bu akılla donanır, bu sayede baştaki niyet ve iradesinden soyunarak yeni bir akıl kuşanır, o zaman ibadet kişiyi 'abit' haline getirmiş olur. Binaenaleyh beden sağlığı üzerinde odaklanan bir açıklamanın olsa olsa bu anlamıyla bir 'mekir (tuzak)' olabileceğini, mümin 'canları avlamak için (burada mümin canları kuşlara benzetilir)' Şari'nin başvurduğu zaafları harekete geçirme yönteminin bir parçası olduğunu düşünmek mümkündür. Hiç kuşkusuz her tuzağın bir çıkmazı vardır; o da baştaki saikin yolda değişmeden bütün yolu 'çıkar' ekseninde dönüştürebilme ihtimalidir. Dini hayatta yaygın durumlardan birisi budur. Bunu tuzak ile avlanmak istenilen kuşun kaçması veya yakalandığı tuzağı beraberinde sürüklemesi diye tabir edebiliriz.
Sağlık için 'açlık' çağımızda sıkça işlenen bir konu olmakla birlikte insanlığın yabancı olduğu bir konu değildir. Kadim ahlak metinlerinde açlık yüceltilmiş, zihnin yetkinleşme sürecinde başvurulan temel bir yöntem olarak kabul edilmiş, riyazetin esası olarak görülmüştür. Açlığın bir tercih değil zorunlu bir yaşam tarzı olduğu insanlığın kıtlık çağlarında aç kalmanın bu kadar övülmesi bazen 'züğürt tesellisi' gibi gelir bana. Tıbbın kurucu isimlerine 'hakimler' diye atıf yapan ahlak metinleri aç kalmak ile hikmet-akıl ilişkisini vecizelerinde anlatmış, hakikate ancak aç bir mide ile gidebileceği belirtilmiştir.
Hz. Peygamber'den rivayet edilen bazı hadis-i şerifler 'tıbb-ı nebevi' diye bilinen bir literatür teşkil etmiştir. Literatürdeki tavsiyelerin önemli bir kısmı bazı bitkiler, tohumlar, daha çok yemenin ve içmenin azaltılmasıyla ilgilidir. Öte yandan peygamberlere 'tabip' demek yaptıkları işlerle ilgili bir durumdur; onlar 'tabibu'l-eravah' yani insanların ruhlarının doktorları olarak kabul edilir. Nübüvvetin insanlık tarihindeki yerini izah eden kelam teorilerinde beden sağlığının da peygamberlere özellikle Lokman hakim gibi kimselere dayandırıldığını biliyoruz. Bu durumda peygamberler, insanlık tarihi için hem ruhların doktorları hem beden doktorları olarak kabul edilir bu kesimlerce. Fakat bu konuda gelen rivayetleri dönemin geleneğinin tecrübesi gibi kabul etmek gerekir.
Ahlak kitaplarında sağlık bedenin itidal hali olarak tanımlanır. Farklı unsurlardan oluşan beden dışarıdan gelen unsurlarla itidalini yitirir, böylece sağlık demek olan "şifa" yani yeterlilik ve itidal hali ortadan kalkar, unsurların bir kısmı azalır ve etkisizleşir, öteki unsurlar ise güçlenir ve etkilerini hadsiz bir şekilde artırır. Bunun sonucunda ise bedende bir kaos ortaya çıkar: hastalık denilen şey budur. Meselenin bu kısmı yani bedendeki kaos, ahlak ile beden sağlığı ilişkisinin kurulduğu noktayı gösterir. Bedendeki unsurlarda haddi aşma durumu yaşandığında mizaç bundan doğrudan etkilenir, böylece insan ahlakı sarsılır, ahlakın bozulmasıyla akıl itidal halini yitirir. Bu durumda insan cesur olmak yerine cüretli, iffetli olmak yerine taşkın (veya bunun zıddı), hikmet sahibi olmak yerine ise cerbezeli veya ahmak haline gelerek gerçek bir insan olmadan uzaklaşır. Bu bakımdan bedenin bozulması ahlakın bozulmasının nedeni olduğu gibi sağlığın korunmasıyla ahlak, ahlakın korunmasıyla da aklın korunması arasında bir ilişki vardır. 'Sağlam akıl sağlam vücutta bulunur' derken kast edilen de modern anlamıyla bir beden-akıl ilişkisi değil, itidalde kalmış ve haddini aşmamış bir beden yapısı ile ahlak, sonra da akıl ilişkisidir. O zaman 'Aç kalın sağlık bulun' sözünü veya 'Oruç tutun sıhhat bulun' hadis-i şerifini bu beden-ahlak ve akıl ilişkisi ekseninde düşünmek gerekir. Burada anahtar kavram itidal, yani dengedir; birinde itidal bozulursa ötekinde sonuçları ortaya çıkar.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.