Uzun süreli açlık ve susuzlukla yaşayan, her türlü bedensel hazdan uzaklaşarak dünyada bir ölü gibi duran bir hindunun veya bir mistiğin ulaşamadığı hangi kemale üç beş saat aç kalan oruçlu ulaşabilir? Orucun temel rüknünü teşkil eden bedeni aç bırakmak, insanlığın öteden beri aşina olduğu bir riyazet tarzının ana unsurunu teşkil eder. Özellikle de yüksek düşüncelerle iştigal eden insanlar, açlıkla zihinlerini terbiye eder, bedeni atıl hale getiren yemek ve içmekten uzaklaşarak zihnin dinçliğine kavuşurlar. Açlığı düşünmenin olmazsa olmaz bir yöntemi kabul eden insanlar, sanki, yaşama güdülerimizle zihin arasında ters bir ilişki tesis ederek düşünmeyi içgüdüselliğin ötesinde bir yerde tasavvur ederler. Düşünebilmek için bedenin tasallutundan zihni kurtarmak birinci göreve kabul edilmiştir.
Sufilerin dillerine pelesenk olmuş "az yemek, az konuşmak ve az uyumak" üçlemesinde açlık öteki iki unsurla eşit bir şekilde belirlemez yöntemi, açlık öteki iki unsurun sebebi olarak kabul edilir. Öyle ki gerçekte yöntem sadece açlık üzerine kuruludur demek mümkündür. Bu itibarla az yemek-içmek bedenin zayıflamasına yol açarak her türlü hareketin, bilhassa insanlarla ihtilatın yol açtığı konuşmanın azalmasına yol açarak zihni dışarıdan kopartarak içeriye döndürür. Oruç tutmanın veya mistik geleneklerdeki açlığın esas sebebi bedeni halsiz düşürmedir. Açlık bedeni zayıf düşürerek yaşam için gerekli zaruri ihtiyaçların ötesindeki hareketten onu alıkoyar, dikkatini ise aşırı hareketin ve koşuşturmanın unutturduğu hayatın anlamına ve var olmanın keyfiyetine çeker. Yemek azalınca doğal olarak su içme arzusu azalır; ikisinin azalmasıyla da uyku azalır veya neredeyse tamamen ortadan kalkar. Sufiler 'yemek-içmek genellikle şehvetten kaynaklanır' derken bedenin ihtiyacı ile bedene dayatılan ihtiyaç farkına dikkatimizi çekerler.
Böylece birkaç netice birden ortaya çıkar: Birincisi bedenin sürekli yemek ve içmekle işgalinin yol açtığı yorgunluğun aşılmasıyla dinç ve dingin bir bedenin varlığıdır. Açlığı ilkece kabul edenler ihtiyacı sınırlı görerek 'lüzumsuz' olan tasarruflardan bedeni alıkoyan kimselerdir. Açlığın riyazet yöntemi olmasının ana fikri budur. Beden hem dışarıdan hem içeriden -yemek ve içmekle- sürekli yorulur, beden yorulunca insan dikkati dağılır, hasıl olan fazlaca kuvvet ise insanı sürekler götürür. Burada tam bir açmaz söz konusudur: yemek sürekli hareketi, hareket ise daha fazla yemeği iktiza ediyor. Yemek-içmek ve hareket etmek sarmalından bedeni kurtarabilmek için açlık önce bedeni zayıflatmakla işe başlar, sonra zorunlu bir şekilde hareket etmeye takatsiz kalarak tasarruflarını azaltır veya zorunlu olana tahsis eder. Bu kez başka bir netice ile daha karşılaşırız: Beden içeriden ve dışarıdan (hareket) yorulmamışsa uyku azalacak, uykunun azalmasıyla birlikte ise vakit genişleyecektir. Orucun ömrü uzatması veya bereketlenmesi denilirken kastedilenlerden birisi bu olmalıdır. Bu durumda işin en çetin kısmı ortaya çıkar: İnsan bu kadar geniş bir vakti nasıl değerlendirecektir, bu zaman zarfında ne yaparak zamanın yükünden kurtulabilecektir? Haddi zatında zamanı yaşamak, zamanı değerlendirmek, insanın en çetin işlerinden birisidir. Yaşanmamış zaman insanda bıkkınlık ortaya çıkartacak, bunun sonucunda ise insan türlü bunalımlar içinde kalacaktır.
Bu yöntemi benimseyenler, zamanın sadece tefekkürle imar edilebileceğini kabul ederler, insanın 'vaktin oğlu' oluşunu ve anı idrak etmenin varlığı tanımanın yolu olduğunu buna dayandırırlar.
O zaman açlığın amacı açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu: Açlık tefekkürle imar edilmek üzere vakti dün ve yarın vehminden boşaltmak, şimdiki ana yerleşmek üzere takip edilen yöntemin ismidir. Başka bir anlatımla açlığın amacı bedenin etkisinden zihni özgürleştirmekle tefekkür, tefekkürün gayesi ise insanın hayatın anlamını ve kendini tanıyabileceği bir idrake ulaşmasıdır. Bu nedenle filozoflar, metafizik düşüncelere ulaşabilmek için açlık yöntemini takip etmiş olmalıdırlar.
İslam geleneği söz konusu olduğunda iki soru akla geliyor: Birincisi bu kadar az süreli bir açlıkla tefekkürün şartları oluşabilir mi? Vakıa oruç belirli günlerde sadece bir öğünün atlanmasından ibaret kısa süreli bir açlık ise böyle bir tefekkürün zeminini teşkil etmesi mümkün olabilir mi? Oruç kahvaltının öne çekilmesiyle aksam yemeğinin ya vaktinde veya geciktirilmesiyle yerine getirilen kısa süreli bir perhizdir; belki de insanlık tarihinin aşina olduğu en kolay açlıklardan birisidir. Hal böyle iken oruçta bedenin zihne tasallutunu azaltabilecek ve uykuyu azaltarak bilinci takviye edebilecek bir durumdan söz etmek zordur. Bu durumda başta sorduğumuz soruya dönersek, bir mistiğin veya Hindunun günlerce aç kalarak aradığı şeyi, sadece oruç tutmakla insan nasıl elde edebilir? Bu sorunun ikna edici bir cevabı yoktur zannımca lakin cevap sadedinde bir yaklaşımı din ile felsefe, din ile ahlak arasındaki farkta yakalayabiliriz:
Mistikler ve ahlakçı filozoflar insanın zihinsel gücünü tedbir etmekle aradıklarını nihayette bulabileceklerini düşünürler. Buna mukabil bir dindarın ne aradığını tam olarak bilemeyiz: bazen Hakk'ın rızası der bazen cennet der bazen başka bir tabir kullanır. Dini gelenekte yüksek tefekkürden söz eden kanat ise başkalarının da sözünü ettiği hakikati ve kemali bir amaç olarak önlerine koyarlar. Bu yönüyle dindarların aradığı şeyde tam bir ittifak olmayabilir, fakat hepsi şu cümlede ortaktır: İnsan neyi ararsa arasın onu bulmak insana ve takip ettiği yönteme bağlı değildir. Yöntem, az veya çok olan açlık, sadece vesiledir, bir hazırlanma iradesidir; maksada ermek ise sadece Tanrı'nın inayetiyle mümkündür.
Ekrem Demirli