Kadim filozofları bir yana bırakırsak, doğada hadiseleri belirleyen zorunlu bir nedensellik yasasının bulunup bulunmadığını bilmiyoruz, ne geçmişte ne günümüzde bilim mutlak bir kesinlikle böyle bir iddiada bulunmuş değildir. Bununla birlikte yaygın kabul, daha çok da gözleme dayalı sürekli bir yinelenme ve tekrardan söz edilir. Lakin farklı gerekçelerle herkes az çok bir nedenselliğin benimsenmesi gerektiğini düşünür, kesin bir hükme varamasak bile böyle bir yasanın sağladığı açıklık ve belirginlik ortamında hayatımızın daha güvenli olabileceğini ve sorumluluklarımızı daha güçlü bir şekilde ifa edebileceğimizi düşünürüz. Bir bilim adamı hadiselerin doğasını inceleyebilmek ve bilim yapabilmek için bir yasanın gerekliliğinden söz ederken dini metinlerde nedenselliğe referans arayanların da başka bir takım gerekçeleri vardır. Onların en yaygın gerekçesi ise Tanrı'nın nizamını anlamak, bu düzen ile bilimin düzeni arasındaki karşıtlığı gidermek, bilim ile din, akıl ile vahiy arasındaki çatışma alanlarını kapatarak hayatın bütünlüğü içerisinde dini yaşamaktır. Dini metinde doğadaki düzene ve nedenselliğe delil arayanlar genellikle sünnetullah (Allah'ın sünneti) tabirini zikreder, ilahi kelamdaki kullanımına dikkat etmeden onu nedensellik anlamında yorumlarlar.
Sünnetullah (Allah'ın sünneti veya yasası) Kuran-ı Kerim'de bir çok yerde 'değişmez' hükmüyle zikredilen bir tabirdir. Allah kullarının bir kısmını cezalandırmadan söz ederken veya müminlere ve bilhassa peygamberlerine yardımını andıktan sonra 'Allah'ın sünnetinde bir değişme bulamazsın' diyerek tabiri zikreder. Kavramın akla ilk gelen yorumu nedensellikten daha çok nedenselliği aşan bir irade hatta nedenselliği bozan bir kudrettir. Bu bakımdan tabirin ilk Müslüman toplumlarda bu bağlamda kullanıldığını hatırlamak gerekir. Bu yönüyle tabir doğadaki yasadan çok ilahi kudrete, doğadaki fiillerin işleme düzeninden daha çok onları günlük akışlarının dışına taşıyan ilahi iradeye, bilhassa da ilahi fiilin sınır tanımayan mahiyetine işaret eder. Bununla birlikte tabirin sürekliliğini anlatan bir ifade bazı insanların dikkatlerini alemdeki düzene ve nedenselliğe yönlendirmiş görünüyor. Bunun nedeni 'Allah'ın sünnetinde değişme bulamazsın' şeklinde bir süreklilik ve değişmezlik anlamının tabire yüklenmiş olmasıdır. Haddi zatında nedensellikten beklenen birinci şart doğadaki hadiseler arasında tesir-teessür ilişkisinin varlığıyken öteki şart ise bu ilişkinin süreklilik ve değişmezlik taşımasıdır. Zihnimiz birinci durumda doğadaki hadisenin veya nesnenin nedeni bulunduğunu tespit ederken ikinci şarttan hareketle ise yasanın evrenselliğine hükmederiz. O zaman bazı insanların sünnetullah tabirinden önce hadiselerin bir nedeni olduğuna, buradan hareketle de alemdeki sabit ve değişmez nedenselliğe nasıl sıçradıklarını anlamak mümkündür: Onlar 'Allah'ın sünnetinde değişme bulamazsın' ifadesindeki sürekliliğe ve değişmezliğe bakarak nedensellik ile ilişki kurmuş, en azından Tanrı'nın fiilinde sürekliliğin bulunmasını doğadaki nedenselliğe referans olarak görmüşlerdir. Modern dönemde nedenselliğin öteki şartı da buraya iliştirilmiş, doğadaki nedensellik için dinden güçlü bir mesnet keşfedilmiştir. Bu meyanda şunu belirtmek gerekir ki, 'modernleşme' sürecini eleştiri sadedinde söylemiyorum, herhangi bir yerde veya bağlamda 'modern' tabirini kullanmak mutlaka tereddütle yaklaşmayı gerektirecek bir tabir değildir.
Her çağda olduğu gibi bu çağ içinde de müslümanların içtihat etmek, kavramları inşa etmek ve tanımlama hakkı vardır ve buna saygı göstermek gerekir. Hiçbir nesil öteki nesil için bağlayıcı bir referans asrı olarak kabul edilemez, her nesil, içinde yaşadığı hayat ile inançları arasındaki ilişkileri yorumlamak, içtihadını ve yorumunu geliştirme hakkına sahiptir, hatta bundan sorumludur. Dinin tarihsel bir yanı vardır, bu doğru; fakat insanlığın gelişmesine katkı sağlayabilecek herhangi bir disiplin veya inanç ve düşünce sadece tarihsel ayakla var olamaz, yeni yaklaşımlar ve içtihatlarla her nesil dini düşünce ile ilişkisini canlı tutmak zorundadır. Fakat burada dikkatimizi çeken husus, çağdaş bilimde dahi nedensellik artık bu şekilde görülmezken çağımızdaki Müslümanların ilahi kelamdan hareketle nedenselliğe temellendirme çabalarındaki yüzeysellik ve basitliktir. Onlar sadece sünnetullah'ı değil, bu kapsamda, Allah'ın adaleti ve Allah'ın adeti gibi çeşitli kaynaklardan istihraç ettikleri tabirleri aynı anlamda yorumlayarak evrende değişmez bir yasa olarak nedenselliği tahkim edebileceklerini düşündüler. Hakikat ile bağdaşmayan şey bu tabirlere yaklaşım tarzıdır, yoksa herhangi bir asırda dindar insanların yeni yorumlara gitme hakkının eleştirilecek bir tarafı yoktur.
Kuran-ı Kerimde 'sünnetullah'ın geçtiği yerlerde Allah peygamberlerine yardım ettiğinden söz eder, bazen inançsız insanların cezalandırılmasından söz eder. Böyle durumlarda bir nedensellik zikredilmez, tam tersi, nedenselliği bozacak şekilde Tanrı'nın onları cezalandırmasından, başlarına ummadıkları bir takım musibetler getirmesinden söz edilir. Kuran-ı Kerim'de önceki kavimlerin cezalandırılma tarzları genellikle bu kapsamda akla gelen örneklerdir. Öte yandan bazı ayetlerde böyle cezalar, 'ansızın', hiç beklenmedik bir şekilde olmakla nitelenir. Çünkü zikredilen ceza ile doğadaki düzen arasında bir ilişki yoktur; süreklilik ise Tanrı'nın fiilinde vardır. O zaman ilahi kelamda sünetullah tabirini nedenselliği bozan bir ilke şeklinde düşünmek metnin bağlamına daha uygun düşmektedir. Bu kapsamda Allah'ın adeti de aynı kapsamda yorumlanabilecek bir tabir olarak görünmektedir. Buradan hareketle başka bir tabiri daha hatırlamak gerekir: Müsebbibü'l-esbab! Allah dualarda genellikle 'sebeplerin sebebi' olarak zikredilir, bazen ise 'kapıları açan' olarak anılır. Bu tarz durumlarda tabire yüklenen anlam da sünnetullah ve adetullah tabirleriyle uyumlu olmalıdır. Müsebbibü'l-esbab sebepleri var eden değil, sebeplerin sebebi, yani irade ve fiilini sınırlayabilecek herhangi bir nedenin bulunmadığı varlık demektir. Haddi zatında dua tam olarak bu amaçla ve bu gerekçeyle yapılır. Çünkü her şey Tanrı'nın yarattığı nedenlerle gerçekleşecek olsaydı ve alemde mutlak bir nedensellik bulunsaydı, dua etmenin gereği ne olabilirdi ki?
Ekrem Demirli