Arama

Ekrem Demirli
Nisan 4, 2023
Oruç ve Kur'an-ı Kerim: Bedenin ümmiliği olarak açlık
Sesli dinlemek için tıklayınız.

Ramazan ayından söz eden ayet-i kerimede 'O ayda Kur'an indirildi' denilir. Demek ki ilahi vahiy Hz. Peygamber'e Ramazan'da inmeye başlamış, ardından senenin öteki vakitlerine yayılarak devam etmiştir. Hz. Peygamber hanif dininin erkanına göre inzivaya çekildiği Hira'da vahye mazhar olmuş, Alak suresinin ilk ayetleri nazil olmuştu. O esnada Hz. Peygamber oruçlu muydu değil miydi? Bunu bilmiyoruz fakat inzivanın gerektirdiği şekilde bir perhizde olduğunu düşünmek mümkündür. O zaman teknik anlamıyla oruç tutuyor olmasa bile en azından yemek-içmek ve öteki ihtiyaçları azalttığını bilhassa da toplumdan uzaklaşmak üzere mağaraya çekilmişti diyebiliriz. Hiç kuşkusuz Hz. Peygamber bir görev beklemek üzere mağaraya çekilmiş değildi, bir umudu veya en azından nübüvvet beklentisini içinde taşımıyordu. Bu nedenle Hz. Peygamber'in perhizi normal sınırlarını aşmıyor olmalıdır. Binaenaleyh Hz. Peygamber bu esnada vahye hazırlıklı olmadığı gibi vahyin gelmesi de bir yer veya zamanı gerektirmez: Tanrı dilediği kulunu dilediği yerde ve zamanda seçebilir, vahyini dilediği şekilde ona ulaştırabilir. Lakin hikmeti ve hayrı olanda aramak dini geleneklerde yaygın bir düşünme tarzıdır. Bu bakımdan aç olmak ile vahye mazhar olmak arasında en azından aşinalık ilişkisi tesis edebilir, orucun içerdiği derin anlam ile vahiy arasında bir yakınlık kurabiliriz. Vahiy ancak aç bir ruha nazil olabilir, ruhun açlığı ise ancak bedenin ihmal edilmesiyle fark edilebilir. Vahyin Ramazan'da gelmiş olması açlık ile vahiy (Peygamber için vahye mazhar olmak, müminler için onu anlamak) arasında derin ilişki bulunduğunu düşündürür, öncesinde ise açlığın eş anlamlı kavramını hatırlatarak farklı bir açlık yorumuna gideriz.

Hz. Peygamber'in vahiy karşısındaki durumunda akla gelebilecek ilk kavram ümmi olmaktır. Ümmi olmak, okur-yazar olmamak ve her şeyden önce temiz bir müdrike ve algı ile Tanrı karşısında durmak demektir. Bazı menkıbevi anlatımlarda Hz. Peygamber'in kalbinin arındırılmasından söz edilir, sadrının açılmasından, üzerindeki yükün kaldırılmasından söz eden ayetler bu menkıbevi anlatının kaynağı olarak görülür. Hz. Peygamber bir ümmi olarak vahye mazhar olmuştu. Bu ümmilik tasavvuf düşüncesini derinden etkilemiş, "satırlardakine karşı sadırdaki ilim" ideal bilgi sayılmış, insan kalbinin ilahi tecelli karşısında arınmış ve temiz bir şekilde beklemesi tasavvufun gayesini teşkil etmiştir. Ümmilik temiz kalp ile ilahi huzurda durmak, bilgiyi sadece oradan beklemek üzere pür dikkat kesilmek demektir.

Oruç tutmakla ümmilik arasında ligi tesis edilebilir mi?

Ümmilik ile eş değer kavramları hatırladığımızda oruç tutmanın bedenin bir şekilde 'ümmi' kılınması anlamına gelebileceğini söyleyebiliriz. Bu meyanda şu üç kavramın irtibatını akılda tutmak gerekir: Birincisi ümmilik, yani idrak aracımızın dünyevi tecrübe ve bilgi kirinden arınmış bir şekilde inayeti beklemek üzere durabilmesidir (tevakkuf). Ümmilik gerçekte durmak; tevakkuf etmek, kararlı bir bekleme hali iken onu bilgisizlikten ve şaşkınlıktan ayrıştıran şey bu bekleme vasfıdır. Ümmilik ile irtibatlı ikinci kavram ise yoksulluktur. Yoksulluk ve miskinlik insanın dünyaya ilk geldiği hal üzere kalarak dünya ile mülkiyet ilişkisi kurmaması demektir. Öyle ki bütün dünya insana verilse yine de yoksul olduğunu bilir, ezeli ve asılda olanın kazanımla değişmeyeceğini idrak eder. Bu itibarla insanın ümmi olması bilgiyle ve tecrübe ilişkisini anlatırken yoksulluk ise insanın mülk ile ilişkisini bize gösterir.

Üçüncüsü ise zayıflık ve güçsüzlüktür. İnsan gerçekte zayıf olduğunu bilir, kudreti talep etse bile hiçbir zaman yeterli bir güce ulaşamayacağını ve bunun kalıcı olmayacağını da bilir. O zaman insan aciz yaratılmıştır ve hep aciz ve zayıf kalacaktır. Bunlar birbirini ikmal eden üç kavram olmak üzere, Hz. Peygamber'in hayatını şekillendiren ve daha sonra Müslümanların kendisine ittiba ettikleri ana ilkelerdir. O zaman peygamber aç, aciz ve ümmi bir şekilde duruyor iken vahiy kendisine nazil olmuştur.

Ramazan'ı yani vahyin indiği ayı oruçla geçiriyor olmak, bu üç kavramla insanın zihin dünyasını inşa edecek olmasıyla ilgilidir. Açlık sayesinde bedeni zayıf düşürmekle güç ve iktidar arzusunu görece azaltmayı amaçlarız. Böylece açlık bedenin 'ümmiliği' haline gelerek dünya ile bedenin bağı zayıflar. Oruçta beden önce acıkır, sonra zayıf düşer, daha sonra ise kendisini doyurabilecek şeylerden umudunu keserek beklemeye başlar, dikkati ruhumuza-zihne teksif edebilme ihtimali ortaya çıkar. Bedenin açlığını unuttuğumuz ölçüde esas acıkan tarafın -beden değil- ruhumuz olduğunu belki idrak edebiliriz.

Bayezid-i Bestami kanaat üzerinde konuşurken 'Bize verilene bakarak kanaat ederiz, yoksa kanaat nedir bilmeyiz' der. Bunu izah etmek sadedinde şu sözlerini ekler: 'Yedi okyanusu içmiş olsaydım, dilim susuzluktan dışarda kalır, 'hel-min mezid (daha yok mu)' derdim. Oruç doyumsuz bir açlıkla var olduğumuzu idrak etmekle gayesine yaklaşır.

Beden şişer lakin insan doymaz.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN