Din ve Kibir: Seçilmişlik
Öteden beri inancın insanlarda bir üstünlük ve imtiyaz fikri oluşturduğu, inançlı insanların ötekilere aşağılayıcı ve ayrımcı gözle baktıklarına dair farklı kesimlerden gelen iddialar duyar, bu iddiaları şaşkınlıkla karşılar, sahiplerini gerçeği hiç anlamamış kimseler olarak görürdüm. Din üzerinde az çok düşünen bir insan buradan kibre nasıl yol bulabilir, inancın insanı başka bir insana karşı tekebbüre taşıdığını nasıl iddia edebilir? Bütün meselesi insan hırslarını yenmek, daha doğrusu onlara gerçek maksat ve yollar göstererek istikamete koymak, iç güdülerin küçülten ve aşağı çeken baskısından insanı özgürleştirmek olan bir nizam insanda nasıl kibir oluşturabilir ki? Din nasıl olur da dünyevi saltanat ve iktidarın bir aracı haline gelir, insanların basit ve bayağı çıkarlarının hizmetkarı olarak görülebilir? Din üzerinde daha derin düşüncelere vardıktan sonra şimdi bunun mümkün olabileceğini, hatta daha ileriye giderek başka bir şey söyleyebileceğimizi düşünüyorum: İnsanda din ve inanç kadar üstünlük ve imtiyaz fikri oluşturabilecek, onu din kadar büyüklüğe, kendinin ve toplumunun hayatının ehemmiyetine inandırabilecek başka ne olabilir ki? Din insanı tabii bir şekilde hissedebileceği anlamsızlık sorunundan düzlüğe çıkartır, ona hayatın anlamını göstermekle kalmaz, varlığın ve hayatın anlamı sensin der.
Meselenin bu kısmında üstünlük ve imtiyaz fikrini müspet ve yıkıcı olmak üzere ikiye ayırmak gerekir: Müspet üstünlük inancı insanın oluş ve bozuluş üzerine kurulu 'anlamsız' dünyanın çeperlerini aşmak üzere bir iradeye sahip kılınması, bu sayede arzularının behemehal ona dayattığı sınırlı dünyayı bir tuzak olarak görerek daha büyük bir hakikate ulaşmak için yola revan olmasının nedenidir. Buna mukabil bu fikrin gerektirdiği hazırlanma sürecini unutarak salt bir retorik olarak dinin kavram ve iddialarıyla ilişki kurulduğunda bildiğimiz anlamıyla yıkıcı ve menfi bir imtiyaz ve üstünlük inancı ortaya çıkar. Her dinde, her inançta bunun örneklerini görmek mümkün olduğu kadar özellikle İslam'da bununla ilgili bir çok uyarı bulunduğuna şahit oluruz. Öyleyse inanç insanda kibir yapmaz, insanda yanlış doğru bir imtiyaz fikri oluşturmaz, hepsinden önemlisi öteki insanları aşağılama ve değersiz görme kanaatine yol açmaz dememek gerekir. İslam ahlak geleneğindeki murakabe, muhasebenin amacı terakki ederken düşmeye karşı insanı uyanık tutmak, iktidarı terk ederken 'manevi iktidar' kurmaya karşı insanı uyarmaktır. Mesele yola çıkarken buğdayı terk edebilmek değildir, yolun herhangi bir kısmında onu hatırlamamaktır. Binaenaleyh din insanı iç güdünün yerine aklı, hevesin yerine ise talep ve aşkı yerleştirmekle terbiye ederken öte yandan inancın yeni bir iktidar ve tekebbür aracı olmasına karşı insanı uyanık tutar. Binaenaleyh böyle bir tehlikeyi dikkate almak gerekirken bunun dinlerde farklı gerekçelerle ve derecelerde ortaya çıktığını kabul etmek lazımdır.
Önce Yahudilik üzerinde durabiliriz: Yahudiliğin öteki dinlerden ayırıcı özelliği 'seçilmiş' kavim olduklarıyla ilgili inançlarıdır. Bu öyle bir inançtır ki Tanrı bir kere seçtikten sonra bu dinden çıkmak bile mümkün olmaz. O zaman Yahudi olmak ezeli bir kaderdir ve bu kaderden çıkış veya kaçış söz konusu değildir veya başka insanların ona ortak olmasını da mümkün değildir. Bu yaklaşım yani insanların belirli amaçlar ve görevler uğruna seçilmiş oldukları fikri kadim dünyada anlamlı bir düşünceydi. Başta bilim adamları, filozoflar, yönetici sınıflar olmak üzere hemen her zümre doğuştan gelen kabiliyetlere sahip olduğuna inanır, insanın içinde bulunduğu sınıf onun nihai gerçekliği kabul edilirdi. İnsanın mutluluğu da bulunduğu sınıf içinde yaşamasıyla ilgilidir: Köle ise köle filozof ise filozof herkes bulunduğu yerde kalırdı.
Yahudiler seçilmiş insanlar olarak Tanrı'nın yeryüzündeki gayesini temsil eder. Tanrı bu halkı seçmiş, onların kaderini ezelde yazmış, yeryüzünde gerçekte sadece onlarla ilgili ve ilişkili olmuş, onların hatalarını bazen ağır cezalarla cezalandırmış, başka insanları onları terbiye etmek üzere kullanmıştır.
Herhangi bir insan veya toplum 'seçilmiş' bir toplum olduğunu düşünebilir, üstelik bunun sahih bir bilgiye dayandığını iddia edebilir. Bu bakımdan inancın kibre yol açtığı yer burası değildir. Mesele kendisi hakkında böyle inanmış bir insanın öteki insanlar hakkında ne düşündüğü veya öteki insanların seçilmiş halk karşısındaki durumuyla ilgilidir: Seçilmemiş olanlar kimdir veya onlar Tanrı için ne anlam taşır? Yahudilik örneğinde inancı kibre taşıyan yer burasıdır. Onlar için öteki insanların bir anlamı veya değeri yoktur. Bir Yahudi onlara karşı dini ve ahlaki bir sorumluluk taşımaz. Bu meyanda en bilinen hususlardan birisi On Emir'dir. Yahudi olmayanlar bu emirleri okuduğunda büyük bir dini ve ahlaki manifestoyla karşılaştıklarını düşünürler, tarihin bu evresinde böyle üstün bir değerler manzumesinin bir toplum tarafından benimsenmiş olmasını hayranlıkla karşılarlar ki bu konuda haklıdırlar. Bir toplumun tarihin başından beri bu inançta kalmış olması insanlığın temeddünü bakımından çok önemli bir merhaledir. Tanrı'ya ortak koşmayacaksın dini hayatın istikametini gösterirken 'öldürmeyeceksin' hukukun ve ahlakın istikametini şekillendirir. Öteki kurallar da bu minvalde yorumlanabilir. Burada günümüzde müslümanların yaşadığı bir tereddüt vardır. Böyle bir ilke Tevrat'ta bulunduğu halde nasıl oluyor da Yahudiler insan canı karşısında en duyarsız insanlar haline gelebiliyor, kolaylıkla insan katledebiliyorlar? Bunun sebebi açıktır: Bir Yahudi için bu ilkeler öteki insanları kapsamıyor, öteki insanlara karşı bir Yahudi dininden gelen sorumluluk hissetmiyor. O zaman inancın öteki insanları değersiz görmek, onlara karşı üstünlüğe inanmak fikrine yol açtığı ve insanı kibre taşıdığı noktaların basında burası geliyor.
Ekrem Demirli
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Tanrı’yı Borçlu Çıkartmak: Dindarlıkta Pagan İzleri (27.10.2023)
- Niçin Müslüman toplumu, en çok Filistin’deki zulüm etkiliyor? (25.10.2023)
- Kudûs: Adını Unutan Şehir (23.10.2023)
- Prof. Dr. Mahmut Esad Coşan Hakkında: Akademisyen, Şeyh ve Lider Olarak Hoca Efendi (12.09.2023)
- Tarikatlarda münkir (10.09.2023)
- ‘Güvercin Donuna Girmek’ veya Suretlerde Değişim (07.09.2023)
- Bir Menkıbede Hacı Bektaş-ı Veli: Ateşi Ağaca Döndürmek ve Nefs Terbiyesi (26.08.2023)
- Karşıtlık (16.08.2023)