Biraz subjektif görülebilir lakin 'Hoca Efendi' terkibinin ilim geleneği ile tasavvuf geleneğine aynı anda mensubiyeti dikkate alınınca hakkında sakil kalmadığı isimlerin başında merhum Prof. Dr. M. Esad Coşan gelir diyebiliriz. Ülkemizde dini hayatın çalkantılı seyri içerisinde bilhassa son elli-altmış yılda yaşanan tecrübeyi doğru anlayabilmek için üzerinde dikkatle durulması gereken isimlerin başında merhum Hoca Efendi ve onun öncülüğünde teşekkül etmiş olan hareket gelir (öncelikle tekke, yanı sıra cemaat, en uygunu ise tekke-cemaat). Geçen hafta bir sempozyum vesilesiyle hayatı ve eserlerinin tartışılmış olması bu bakımdan olumlu bir gelişme olsa bile, böyle toplantıların psikolojisini belirleyen duygu ortamı ve hatıralar toplantıyı bilimsellikten 'anma' toplantısına düşürüyor. Üstelik bu durum sadece Hoca Efendi için değil! Az çok takipçisi bulunan ve etkileri devam eden hemen bütün isimler hakkında bilimsel toplantılar yapabilmek güç, bu toplantılardan bilgi üretmek imkansız gibi. Bu nedenle bilimsel mahfillerde toplantılar, çalıştaylar ve hepsinden önemlisi duygusal atmosferin etkisinden arınmış akademik çalışmalar yapmak zaruridir, günümüzü anlamak ve geleceği doğru şekillendirebilmek için.
Söz konusu toplantının açılış konuşması bana tevdi edilmişti. Bu vesileyle Hoca Efendi'nin birçok yazısını yeniden okuma fırsatı buldum, birkaç meslektaşımla tebliği hazırlama sürecinde tartışmalar yaptım. Sözü dolandırmadan vardığım kanaati belirtmeliyim: Hoca Efendi son yüzyılda İslam'ın meselelerini ve Müslüman toplumun istikametini anlayabilmek için üzerinde en çok durulması gereken isimlerin başında geliyor. Onun içinde yetiştiği tasavvuf geleneği kadar bir geleneği dönüştürme gayreti, bilhassa modern dünyada Müslüman cemaatin var olma çabasına yaklaşımları üzerinde durulması gereken müstesna örnekler içeriyor.
Sempozyumdaki konuşmamı üç ana noktadan hareketle oluşturmuştum: Birinci kademede bir akademisyen ve bilim insanı olarak Hoca Efendi'ye bakmak istedim. Hayatının hemen her merhalesinde üniversiteden, bilimsel faaliyetlerden, hocalarına olan hürmetinden ve bilim yapmanın gerekliğinden -bazen özlemle- söz ettiğini yazılarında müşahede etmiştim. Bu bakımdan Hoca Efendi'nin söz ve yazılarında bilimsel faaliyet öncelikle bir amaç, bazen de içinde kalmış bir ukde olarak anılıyordu. Bilinen akademik çalışmaları iyi hocalar nezaretinde ve titiz akademik gelenekte üretilmiş doktora tezi, doçentlik ve takdim çalışması, çeviriler, yayına hazırlama faaliyetleri ve çeşitli makalelerden oluşuyor. Yetiştirdiği talebeler ise meselenin başka bir cihetini teşkil ediyor. Genel olarak akademik faaliyetlerine bakınca, kendi adıma, 'emek-yoğun' bir faaliyet olarak görülebilir diye düşündüm. Akademik hayatında Hoca Efendi'nin bakış açısı ve çalışma disiplini ortaya koyduğu ürünlere göre dikkatimi daha çok çekti.
Hoca Efendi'nin ikinci yönü ise bir şeyh olmasıydı; terkipteki 'efendi' kısmı tekkeyi ve tasavvufu temsil ediyordu. Yirmi seneyi aşan şeyhliği modern dünyada din ve dünya çatışmalarının yaşandığı en somut örneklerden birisi olarak okunabilir. Bilhassa ülkemizde modernleşme ve bunun dini hayatta ortaya çıkardığı sorunları bu kadar canlı ve bu ölçüde derin yaşayan başka tekke var mıdır? Hoca Efendi'nin hizmet verdiği tasavvuf ekolü Ziyaüddin Gümüşhanevi ile yeni bir üslup ve muhteva kazanmış Halidi bir gelenekten geliyordu. Tekkenin en önemli özelliklerinden birisi büyük imparatorluğun çöküşünün sancılı ve çalkantılı süreçlerini yaşamış, bu mücadelenin önemli bir parçası haline gelmiş, bu sorunlara şahitlik etmiş olmasıydı. Müslüman toplumun son kalesi olabilecek bir imparatorluğun çöküşüne şahitliğin ortaya çıkardığı halet-i ruhiyye ve endişeler, istikballe ilgili tereddütler dikkate alınmaksızın -özellikle Hoca Efendi'nin savaşçı tabiatı- tekkenin dünya görüşü doğru değerlendirilemez. Tekke Gümüşhanevi ile birlikte Müslüman cemaatin sorunlarını öncelemeyi bir var oluş gayesi saymış, bu toplumun dünyada var olma savaşının parçası olmayı tasavvufi hayat ile özdeşleştirmiş bir tekke olarak doğmuş, zaman içinde etkinliği nispeten azalsa bile Hoca Efendi'ye böyle güçlü bir miras bırakmıştı. Bu itibarla Hoca Efendi'nin tasavvuf telakkisinde Gümüşhanevi ile birlikte kendisinden sonra gelen şeyhlere 'zalim hükümdarı mağlup etmiş şeyh' ufkunu bırakmış İmam Rabbani'nin izleri bulunabilir.
Gümüşhanevi'nin tekkeye kazandırdığı ufuk zamanla daralmış (bu hususta araştırma yapan Doç. Dr. Necdet Yılmaz ile hemfikir olamadık gerçi), tekke ikinci kez Hoca Efendi ile kuruluş maksadına ermişti. Nitekim Osmanlıdan Cumhuriyet'e intikal sürecinde olduğu kadar Cumhuriyet döneminde ülkedeki dini hayat sorunlarında tekkenin pozisyonu hakkında açık fikre sahip değiliz; Hoca Efendi gelene kadar! Bu dönemi uzun süren bir 'suskunluk' ve içe kapanma evresi olarak görmek mümkün müdür bilmiyorum lakin bende oluşan izlenim buydu. Tekkenin Mehmet Zahit Efendi ile birlikte yeni bir sürece girdiğini, Hoca Efendi ile ise sürecin amacına ulaştığını söylemek gerekir.
Hoca Efendi'nin tasavvuf telakkisi kanaatimce tasavvufun belirli bir geleneğiyle uyumlu fakat geleneksel tarikat anlayışıyla çelişki barındırabilecek yaklaşımlar içeriyor. Her şeyden önce onun tasavvuf anlayışı tasavvufu İslam ile özdeşleştiren bir dünya görüşüne sahipti. İlk çıkardığı derginin isminin "İslam" olması Hoca Efendi'nin duruşunu (çeşitli itirazlar olmuştu galiba bu isme) anlayabilmek için iyi bir örnek olmalıdır. Hoca Efendi meseleyi tam anlamıyla modern dünyada bir İslam müdafaası mücadelesi olarak görmüş, yaklaşık iki asırdır İslam dünyasında yaşanan derin krizin esaslı bir tarafı olmayı tercih etmiş, İslam'ın başarısı ve Müslüman toplumun muvaffakiyeti için 'savaşmayı' tasavvufun gayesi saymıştı. Tasavvuf bir müridin tekkede şeyh nezaretinde nefsinin kusurlarıyla ilgilendiği bir terbiye yöntemi olmanın sınırlarını aşarak her cihette ve her alanda İslam müdafaası haline gelecekti.
Tasavvufun Müslümanlık ile özdeşleştirilmesi zorunlu olarak tekkenin daha farklı duyarlılıkları olan bir cemaate dönüşmesi demekti. Nitekim tam olarak böyle oldu. Bu durumda Hoca Efendi bir şeyh olduğu kadar bir cemaatin lideri, o cemaatin modern dünyada oluşturduğu kurum ve örgütlerin başkanı olmuştu. Onun mücadelesinin bu evresi de çağdaş dünyada geleneksel İslam'ın serüvenini takip etmek bakımından önemli veriler taşır. Fakat meselenin ayrıntısına girmeksizin halihazırda Müslüman cemaatin yaşadığı bir sorunla da ilişkili bir konuya dikkat çekmekle yetinelim:
Hoca Efendi modern dünyada 'modern kurumlar' oluşturmakla faaliyetlerini sürekli meşru zeminlerde ve meşru yapılarda şekillendirmek istedi. Bu bakımdan onun bilhassa ülkemizdeki İslam faaliyetlerinde ciddi bir liderlik ve öncülük yaptığını tespit etmek gerekir. Bu amaçla dernekler (özellikle çevre derneklerini kurma ufku beni hayrete düşürüyor) vakıflar, okullar, hastaneler vs. kurarak, dergiler ve yayın faaliyetleri başlatarak geleneksel yapılardan modern kurumlara intikal etmek istedi. (Bazen Hoca Efendi'nin özünde İstanbullu dıştan ise Ankaralı olduğunu düşünmüşümdür). Fakat kurumları oluşturmak ve modern yapılar tesis etmek, büyük bir mücadele için yeterli değildi. Bunun için gerekli insanı yetiştirmek, geleneksel anlayış içindeki yapıları dönüştürmek, yeni bir insan örneği ortaya koymak için zamanı beklemek, işin en çetin kısmı idi. Öte yandan modern kurumları gerekli kurallarla yönetmek, kolay bir iş değildir ve halihazırda da Müslüman toplumlarda bu hususta kat edilecek çok yol vardır. Hoca Efendi işin bu kısmında ciddi ölçüde zorlandı ve onun zorlanmasının ortaya çıkardığı sıkıntıları bugün Müslüman toplum bir çok alanda yaşamaya devam ediyor.
Mekanı cennet, makamı ali olsun!
Rahmet ve hürmetle anıyoruz.
Ekrem Demirli