Elindeki yedi küçük taşı, ilk gün bir, ikinci ve üçüncü günlerde ise üç duvara atarak şeytanı taşlamak haccın rükünlerinden birisidir. Lakin taş atmanın adabı olmalıdır: Kolu zorlamadan elden bırakır gibi dingin ve sakin bir şekilde atmak lazım gelir. İşin adabıyla birlikte meseleye bakınca herhangi bir 'atma' eyleminde akla 'Attığında sen atmadın, Allah attı' ayet-i kerimesi geliyor.
Taşlamak gerçekte kovma ve uzaklaştırmak demek. Kovulmak, daha doğrusu taşlanarak kovulmak şeytanın kaderi. Adem'e secde etmekle ilgili ilahi emre başkaldırdığı andan itibaren şeytan 'racim' yani kovulmuş-taşlanmış oldu. Haddi zatında şeytan ismi 'uzak düşmüş', rahmetten kovulmuş anlamına gelen ş-t-n kökünden türetilmiştir. Hz. Eyyub 'Bana şeytan temas etti' dediğinde muhakkik düşünürler burada kast edilenin 'uzaklık', uzak düşmek anlamındaki 'ş-t-n' olduğunu bu anlamdan hareketle söylemişlerdir.
'Kovulmak' mekan çağrışımı yapıyor, haddi zatında ilk yaratılışı beyan eden ayetlerdeki hemen her şey bir sahne şeklinde insan zihninde canlanıyor, muhayyileyi harekete geçirerek somutlaştırıyor. Allah'ın meleklerle konuşması, Adem'i yaratması, isimleri öğretmesi, şeytanın emre karşı çıkması, emirler, yasaklar, kovulmak vs; bütün bunların nasıl gerçekleştiğini veya ne anlama geldiğini 'hayal gücü' olmaksızın zihinde canlandırmak zor. Her yerde hazır ve nazır olan Tanrı'nın yanından kovulmak nedir, insan veya şeytan Tanrı'dan nasıl uzak düşebilir? Bu soruların metafizikçiler tarafından dikkate alındığını hesaba katarsak dini düşüncede ortaya çıkan dil ve anlatım sorunlarını fark edebiliriz. Bir çok konu 'anlatım' sorunundan ortaya çıkıyor, düşüncenin değişmesiyle birlikte dil de yerli yerine oturunca hadiseler başka bir istikamet kazanıyor. Tanrı'nın bir yerde ötekinden daha çok bulunması diye bir ihtimal olmayacağına göre, kovulduğu yerde Tanrı daha çok, gittiği yerde daha az bulunuyor değildi. Bununla birlikte vahiy bize şeytanın kovulduğunu söylüyor; demek ki mesele onun idraki ve perdelenmesiyle ilgili olmalıdır. Binaenaleyh 'Allah'a davet bir mekirdir' diyen metafizikçiler için 'Allah katından kovulmak' da izahı hayrete mucip bir mekir olmalıdır.
Kovulan kişi kovulduğu yerden kopamıyor, sürekli oraya dönmek, onun civarında bulunmak, şu veya bu şekilde orayla irtibatını muhafaza etmek istiyor. İlahi kelamda şeytanın ve avanesinin hakikati çalmak üzere sürekli yola tasallut ettikleri belirtilir. Şeytan vahye tasallut etmek veya haberleri çalmak istedikçe melekler onlara ateşler (şihab) atar, onları kovar, vahyi ve haberleri sakınırlar. Bu bakımdan şeytanları ilk taşlayanlar meleklerdir. Hacılar niçin şeytan taşlar? Melekler niçin taşlıyorsa hacılar da benzer nedenle taşlıyordur. Başka bir anlatımla hacılar melekler gibi bilgiyi veya yaşadıkları hali veya ulaşabilecekleri ahlak ve marifeti- sakınmak üzere şeytanı taşlarlar.
Şeytan ilk bakışta insan iradesinin gücünü gösteren bir muhalif-karşıt olarak ortaya çıksa bile gerçekte insanın teslimiyet ve ilticasını temsil eder. Şeytana insan kendi gücüyle ve kudretiyle karşı koymaz, teslimiyetiyle ve ilticasıyla ondan sığınır. Demek ki taş atmak aynı anda bir sığınma ve kaçma halini anlatır. Bu bakımdan dini hayatta besmelenin öncesinde 'şeytandan Hakka sığınma' anlamı taşıyan 'euzu (sığınırım)' gelir.
Hz. İbrahim oğlunu kurban etmek üzereyken üç yerde şeytan tarafından caydırılmak istenir: Birincisinde şeytanı yener. Burada şeytan 'mantıklı' gerekçelerle onu ikna etmeye çalışan çalışan biridir. 'Biridir' diyoruz lakin tam olarak nedir veya kimdir, bunu bilmiyoruz. İslam, şeytanın fiillerine odaklanmamızı istemiş, onunla mücadeleye dikkatimizi çekmiş, şeytanın mahiyeti üzerinde pek durmamıştır. İslam'ı öteki dinlerden -bilhassa Hristiyan ve Yahudilikten- ayrıştıran tipik tavırdır bu: İslam hemen her konuda dikkatimizi bir şeyin mahiyetine değil, bizimle ilişkili kısmına çekerek, insan sorumluluğunu tahkim etmek, iradenin alanını açmak istemiştir. Bu meyanda şeytan hakkında İslam geleneği dahilinde kapsamlı teori oluşturmak, bir 'karşıt' olarak onun hayatın farklı merhalelerinde -bilhassa sanatta ve edebiyatta- izlerini bulmak, evrenin yaratılışında ve insanın hikayesinde gerçek bir özne gibi ondan söz etmek pek mümkün değildir. İslam geleneği dahilinde 'şeytan literatürü' olabildiğince sınırlıdır. Bunun nedeni bellidir: İslam Tanrı ile varlık arasındaki ilişkiyi tevhidin zemini haline getirince, sadece insana veya öteki varlıklara değil, şeytana da gerçek bir varlık alanı düşmemiştir.
Ezcümle Hz. İbrahim birincide şeytanı yener, ikinci ve üçüncü karşılaşmada da onu yener. Akabinde şeytan Hz. İbrahim'i ikna etmekten vazgeçer, hüsrana düşerek orayı terk eder. Şeytanı taşlamanın tarihsel dayanağı budur.
Hemen her bahsin dini hayatta ortaya çıkabilecek farklı seviyeleri ve anlam katmanları vardır, dini yorumda bunları dikkate almak gerekir: Birinci seviyede ortada şeytan diye zihnimizden bağımsız bir varlık olmalıdır, bunu kabul etmek gerekir. Melekler gibi şeytan da var olan bir şeydir ve onun varlığını reddetmek dini hayatın tasvip edebileceği bir tutum değildir. Geçmişte veya günümüzde şeytanla birisi karşılaşmış, birisi onu görmüş, birisini caydırmak istemiş, birisi onu taşlayarak kovmuştur. Öteki insanların görmemiş olması vakıayı değiştirmez. Böyle olmasaydı dini hayat baştan sona müfrit bir sembolizme ve sınırları belirsiz batıniliğe hapsolurdu.
Meselenin ikinci kısmı ise hadiseleri ahlakı bakımdan yorumlamaktır ki günümüzde en yaygın yaklaşım budur. Dini bahisleri ahlaki yorumları bakımından ele almak, geniş bir sembolizme düşme ihtimali taşır; ikna edici bir üslup olsa bile, ahlaki yorum daima batiniliğe açıktır. Bu bakımdan çağımızdaki batinilik 'ahlaki batinilik' şeklinde teessüs etmiş, dini anlatımı sembolik saymakla ciddi mesafeler kat etmiştir. Bu yorumla şeytan insan ahlakının kötü yönlerini temsil eder, insan söz konusu nitelikleri taşlayarak, onları kendinden uzaklaştırmak amacıyla 'şeytanı' taş atar. Bu yoruma kapıyı tamamen kapatmak mümkün değildir, fakat bir yerde durmak şartıyla! Durulması gereken nokta şeytanın nesnel varlığını veya hacda yaşanan hadisenin bilfiil yaşanma ihtimalini reddetmemektir.
Meselenin bir de metafizik boyutu vardır ki bütün bu fiillerin nihai amacı bu marifet olabilir. Mümin bilir ki gerçekte hidayet eden ve dalalete düşüren sadece Allah'tır. İnsana O'ndan başka fayda veya zarar verebilecek birisi olmadığı gibi her şey ve herkes sadece mazhar olmaktan özge bir hakikate sahip değildir. Şeytanı taşlamanın esas yorumu ve belki amacı burada ortaya çıkar. İşin bu kısmı gerçek anlamda bir paradoksal durumdur: Şeytanı kovuyoruz veya şeytan uzaklaşıyoruz fakat özne olarak onu görmüyoruz! Bu durumda kaçmak-sığınmak, Allah'a fakat Allah'ın farklı tecellilerinden rahmet tecellisine olacaktır. Hz. Peygamber şöyle buyurur: 'Rabbim! Senden sana sığınırım.'
Ekrem Demirli