Arama

Ekrem Demirli
Haziran 12, 2023
Hac: İlk insan, ilk mekan ve ilk mabet

Müslümanlar hac iklimine girmiş bulunuyor. Dünyanın bir çok yerinde insanlar hacdan söz etmeye başlamış, bir kısmı gitme imkanı olmasa bile yine de niyetlenmiş, 'imkan' bulanlar ise yola revan olmaya başlamıştır. Belirli bir zaman dilimine yayılmış olması bakımından hac, Ramazan ve orucu hatırlatır. Fakat ibadetler arasında haccın ayırıcı özeliği zaman ve mekan şartının bir araya gelmiş olmasıdır. Her ibadetin şartları arasında vakit veya mekan zikredilir. Belirli bir zamanda bir mekanda ifa edilmek şartı ise sadece hacda vardır. Bu itibarla haccın ayırıcı özelliği zaman ve mekan şartının aynı anda bulunmuş olmasıdır.

İslam'ın kurucu unsurlarından birisi imkan bulanların ömürlerinde bir kere hacca gitmesidir. 'İmkan' şartı bir ölçüde zenginlik ve kudret gerektirdiği için haccın zenginlere mahsus ibadet olduğu inancı gelenek haline gelmiştir. Geçmişte imkansızlık, günümüzde ise imkanların artışıyla birlikte ortaya çıkan sorunlar haccı istisnai ibadetlerden birisi yapmış, hükmen olmasa bile fiilen neredeyse farz-ı kifaye gibi az sayıdaki Müslümanın yerine getirebildiği ibadete dönüştürmüştür. Şari'nin umreye 'sünnet' olarak dinde yer vermiş olması haccın özel durumuyla ilgilidir. Lakin istisnai ibadet olması haccın dini hayattaki konumunu tezyif etmez. Başta namaz ve kurban olmak üzere, hac, ibadet ve ahlak kurallarının etrafında şekillendiği kurucu ibadettir.

Hac öncelikle bir insan ve dünya tasavvurunu ortaya çıkartan bir tefekkür ibadetidir. Bu itibarla haccın ve Kabe'nin tarihi gerçekte insanlığın meşakkatli serüveni ile yeryüzündeki anlamının bir aynasıdır. O aynada insan kendini, dünyayı ve hayatın anlamını keşfettiği ölçüde haccetmiş olur. Binaenaleyh bir Müslümanın haccetmesi; kendini düşünmesi, dünyadaki var oluşunu hatırlaması, büyük yolculuğu dahilinde insanın hikayesini gözden geçirmesi demektir. İlk insan Adem (metafizikçiler Adem'e bedenlerin babası anlamında ebu'l-beşer veya ebu'l-ebdan derler) dini gelenekte ilk peygamber, yani Tanrı hakkında sahih bilgisi olan insan olarak kabul edilir. Kabe'nin içinde bulunduğu Mekke ise onun ilk yerleştiği mekan değil, ilahi yönlendirmeyle ulaştığı mekandır. Bu şehirde ilahi yönlendirme ile Kabe'nin bina edildiği de aynı kaynaklarca aktarılır. (Kuran-ı Kerim Mekke'de ilk mabedin inşa edilmesinden söz eder.) Zamanla Kabe yıkılmış veya yeri kaybolmuş olsa bile bugünkü Kabe Hz. İbrahim'in atalarının dinini ihya etmek üzere Kudüs'ten Mekke'ye gitmesiyle yeniden inşa edilmiş mabettir.

Bir insan tefekkürü inşa ederken ilk insanın 'peygamber', ilk binanın ibadethane olması üzerinde önemle durmak gerekir. Modern düşüncede antropolojik araştırmalarla beslenen 'ilerlemeci' tarih telakkisinin iddiaları ile bu tasavvur arasında açık bir çelişki vardır. İslam ilk insanın peygamber olduğunu söylemiş olmakla başından beri temeddün etmiş bir toplumdan da söz etmiş demektir. Üstelik bu toplum başından beri erdemlerle ilgili, Tanrı inancına sahip bir toplum idi. Hz. Adem'in günah işlemiş olmasının akabinde Tanrı'ya yönelmesi bunu anlatır. Öte yandan insanın toplumsallaşma meselesi de bu inanç ışığında farklı bir tarzda yorumlanacaktır. İnsan salt zayıflıkları ve acizliği üzerine kurulu bir toplumsallaşma süreci yaşamış olmayabilir, en azından medeniyetin temelinde korkular, kendini ve türünü koruma güdüleri değil, erdemler ve ulvi maksatlar bulunmuş olabilir. İslam'da insan anlayışı Tanrı'yı tanımakla esas istikametini bulan bir düşünce tarzına istinat eder. İnsan Tanrı'yı tanıdığında 'düşünen canlı' gerçek anlamını bulmuş, yeni bir insan tanımı ortaya konmuş demektir. Bu düşünce daha sonra özellikle metafizikçilerde 'Tanrı için insan' veya 'Tanrı'nın iradesi olarak alem' tarzında yeni açıklamalar kazanmış olsa bile ilk peygamber, ilk insan anlayışı düşüncenin çerçevesini belirler. O zaman Kabe ve hac ibadetinde hatırlanan bilgi, bu insan anlayışının ilkeleri olacaktır. Hac bir hatırlama ve başa dönme ibadetidir.

Kabe Allah'ın evi diye isimlendirilir. Başka dinlerde görece 'hac' ibadetine mukabil gelen başka mekanlar vardır: Nehir, dağlar, belirli mekanlar, mezarlar gibi. Bu bakımdan din mekanı başlama noktası kabul ederek mücerret düşünmenin zemini haline getirir. Bununla birlikte Kabe'ye 'Allah'ın evi' demek bir dindar için behemehal tabir ve tevil edilmesi gereken bir takım çağrışımlara yol açabilir. En mücerret ve müteal hakikatin mekan ile ilişkilendirilmesi dini hayatın vakıa ile ideal arasında tebellür eden 'gerçekçiliği' olarak kabul edilebilir. Burada iki ucun durabileceği bir sınır yoktur: İnsan somutlaştırmada (teşbih) durabileceği bir sınır tanımayacağı gibi soyutlamada da sınır tanımaz. Dindarlık ise somutlaştırmanın sağladığı yakınlık ve irtibat ile soyutlamanın ortaya çıkardığı tefekkür arasında dindarlığı ifa etmekle ibadetin ikili amacını arzulamış olur: Birinci yönüyle ibadet tanrı ile insan arasındaki yakınlığın sağlanması, bağın hatırlanmasını amaçlar. Üstelik bu ilişki tesis edilirken insan kabiliyeti dikkate alınmaksızın bütün insanların iştirak edebileceği bir dille Tanrı ve insan ilişkisi ortaya konulur. İbadetin 'teşbihi' yönü bunu temin eder. Lakin insan bir kez Tanrı'ya yöneldiğinde artık sürekli terakki içinde olacaktır. Bu terakki zihnen olduğu kadar ahlaken ve ruhen de gerçekleşen bir terakkidir. İbadetin ikinci amacı işte bu terakkinin gerçekleşmesidir.

Kabe'ye 'Allah'ın evi' demek birinci amacı gerçekleştirirken Allah'ı mekansızlık halinde düşünmek ikinci amacı gerçekleştirmeye yönelmek demektir. Bu durumda Kabe mekandan mekansızlığa doğru terakki eden düşüncenin kıblesi haline gelerek dini hayatın odağını teşkil eder.

Ekrem Demirli

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN