Ülkemizdeki yiyecekler, rezaletleri arka arkaya ortaya çıkarıyor. Ne yaptıysak halka sahte ve zararlı mal satanlara bir türlü engel olamadık. Osmanlı döneminde de en önemli sorunlardan biri satıcıların bir kısmı vatandaşa hatalı ve eksik mal satmalarıydı. Bu yüzden Osmanlılar sahtekarlara çok ağır cezalar verirlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki esnaf devlet hizmetinde bulunanlar ve serbest çalışanlar olmak üzere ikiye ayrılırdı. Osmanlı sarayının ve kapıkulu askerlerinin ihtiyaçlarını karşılayan devlet esnafı "ehl-i hıref-i hassa" adıyla anılırdı.
Serbest çalışan esnaf ise loncalara bağlı olarak mal üretir ve satarlardı.
PADİŞAH VE VEZİRİAZAMLAR TEFTİŞTE
Devlet yetkilileri gerekli kanunları çıkarıp, halkın temel gıda maddelerini satanları iyi bir kontrol altında tutup, suçluları cezalandırarak bu problemi çözmeye çalışmışlardı. Osmanlı yöneticileri halkın mağdur olmaması için esnaf teşkilatını, hammadde temininden başlayarak imalat ve satış aşamalarının tamamını denetim altında tutarlardı.. Malın kalitesinin yanı sıra fahiş fiyatla satılmasının da önlenmesine çalışılırdı.
Piyasada satılan malların denetlenmesi padişahın vekili olan veziriazamların en önemli görevlerinden birisiydi. Bu yüzden veziriazamlar çarşamba günleri konaklarındaki divan toplantısının ardından, yanlarına İstanbul kadısı ile muhtesibi (zabıta müdürü) alarak esnafı denetler, karaborsacılık yapan, pahalı mal satan ve kalitesiz mal üreten esnafı cezalandırırdı. Esnaf denetimini zaman zaman bizzat padişahların yaptığı da olurdu. Padişahlar, tebdil-i kıyafetle, yani başka bir kılığa girerek gizlice fırınları ve diğer gıda maddelerini satan esnafları denetlerlerdi.
Osmanlı İmparatorluğu'nda gıda satanların denetimi asıl olarak ihtisab ağası adı verilen bir görevlinin emri altındaki teşkilatla yapılırdı. Her kasabada, bir muhtesib bulunur ve kadının emri ile hareket ederdi. Muhtesib, emrindeki zabıtalarla esnafı teftişi sırasında suçu dayağı gerektiren bir kişiyi bulursa çarşı ortasında falakaya yatırtır, eğer suçu hapis veya sürgünü gerektiren bir şey olursa idari makamlara bildirirdi.
İBRETLİK CEZALAR
Sahtekâr satıcılara verilen cezaları seyyahlar eserlerinde geniş geniş anlatmışlardır.
1570'li yıllarda Türkiye'de bulunan Salomon Schweigger şunları söylemektedir: "Türkler adaleti yerine getirmekte çok gayretlidirler. Bir güvenlik görevlisi olan subaşı, şehir içinde atıyla sürekli dolaşır durur ve büyük bir titizlikle tartıları, ölçüleri denetler. Eğer ekmeğin, tereyağının ve sıvı yağın yanlış ya da eksik tartıldığını saptarsa, bundan sorumlu olan tüccarlar veya satıcılar -ister Hıristiyan olsun, ister Türkzorla dükkanlarından dışarı sürükletir ve çıplak tabanlarına sopayla vurdurur. Herhangi başka bir uygunsuzluk fark ederse, bu da cezalandırılır.
Subaşının yanında daima asesler, yardımcıları ve hizmetkarları bulunur. Onların başlıkları da yeniçerilerinkine benzer, fakat alınlarının üzerinde altından süsleri ve içine tüyler sokulan gümüş kaplama bir boru yoktur; yeniçeriler gibi güzel giysileri olmadığı gibi, onlar kadar bol para da almazlar, hiç durmaksızın kentin içinde oraya buraya koşuştururlar ve cezalandırabilecekleri bir suçlu bulmaya çalışırlar" 1610'lu yıllarda İstanbul'a gelen Adam Werner ise "Subaşı bütün gün at üstünde İstanbul kentinin sokaklarını dolaşır. Yanında yeniçeriler ve ellerinde sopa taşıyan başka görevliler vardır. Subaşı, önceden haber vermeden tüccarların, ekmekçilerin, kasapların ve diğer esnafın dükkânlarına girdiğinde, ağırlık ve uzunluk ölçülerinde veya satılan mallarda herhangi bir hile yapıldığını saptarsa, dükkan sahibini hemen sokak ortasında yere yatırır ve sopalattırarak herkesin önünde rezil eder" demektedir.
1580'lerde İstanbul'da bulunan Reinhold Lubenau ise cezaları şöyle anlatır: "Ekmekçiler, ekmeklerin boyunu ufaltırlarsa ve yemek dağıtanlar, yemek için kendilerine bildirilenlerden daha fazla para isterlerse, ölçülerde, tartılarda müşteriyi kandırırlar, hileli mal satarlarsa, cezalandırılırlar.
Bu gibi suçları saptananlara şöyle bir ceza uygulanır: Suçlunun boynuna ortasında bir kafanın geçebileceği genişlikte delik olan bir tahta geçirilir. Bu tahtanın kenarında bulunan küçük kancalara pahalıya sattığı veya hile karıştırdığı mallar asılır ve suçlu bir eşeğe bindirilerek herkese ibret olsun diye en önemli caddelerden geçirilir. Suçları büyük olanlar ise kafalarından geçirilen tahta ile birlikte eşeğe ters bindirilirler, üstelik boyunlarına süs olarak koyun bağırsakları asılır ve ellerine eşeğin kuyruğu verilerek sokaklardan bu durumda geçirilirler. Azgın sokak çocukları onların üzerine çamur atarlar ve büyük bir olasılıkla suçlular daha sonra da kırbaçlanırlar ve kadıya para ödemeye mecbur edilirler. Kısacası burada her bakımdan sıkı bir denetim ve etkili cezalar uygulanmaktadır.
Bizim dinimizden olmayan bu toplumda böyle bir düzenin kurulmuş olması övgüye değer".
Erhan Afyoncu-Sabah