"Ne güzel!" diye seslendim kendi kendime;
"ne güzel!" Sabah güneşi çam, yaban fıstığı ve zeytin ağaçlarını ve evlerin taş duvarları üzerine düşüp onları ışığıyla yıkarken pencereyi açmıştım.
Cırcır böceği korosunun sesi odayı dolduruvermişti.
Başka hangi cümle çıkabilirdi dudaklarımın arasın- dan?
Tabii hemen ardından "dur be Haşmet!" diye geçirdim içimden;
"sus da, dinle!"
Neden?
Pek fark etmiyoruz ama "Ne güzel, çok güzel, şahane" falan deyince...
Zihinlerimizi sözün gücü kuşatıyor.
Güzelliğe yer kalmıyor.
İşin daha fenası...
Günümüz insanı buna artık hemen fotoğraf veya video çekmeyi de ekledi.
Sonrası mı?
"Görev tamamlandı" duygusu ve onu izleyen dikkat dağınıklığı...
Güzellikler hakkı verilmemiş, değeri anlaşılmamış, bize yeterince "dokunmamış" bir halde ortada kala kalıyorlar..
***
Güneş biraz daha yükselince toparlanıp dışarı çıktım.
Cırcır böcekleri artık seslerinin rengini değiştirmiş, köye hızar atölyesi açılmış gibi bir havaya girmişlerdi.
O küçücük şeylerden nasıl öyle büyük keresteleri düzgün kesip parçalara ayıran bir aletin sesi çıkıyor, bilemiyorum.
Ama doğruya doğru...
Bu ses arka bahçede susuz bırakılmış biber ve patlıcan fidelerine, ilerdeki evin turuncuya çalan kiremitlerine, ufuğa doğru tepelerin arasından görünen masmavi deniz parçasına çok yakışıyordu.
Suya doğru gittim.
Nilüferlere, minik fıskiyenin şıpırtısına ve küçük kırmızı balıklara bakmaya...
Yalın bir şahanelikleri vardı.
Yazarı hatırlamıyorum ama lafı aklımda kalmış, onu hatırladım:
"Karşımıza çıkan güzellikler de bir hayırseverlik biçimidir."
***
Yeryüzü güzelliklerinin (kaynağını, yani yaratıcısını) "hatırlatıcı" olduğunu söyleyen bir gelenekten gelip de koşturmaktan durup hiçbir şeyi hatırlamaya hali kalmayan insanlar olup çıkışımıza üzülmeliyiz.
Elimizden hiçbir şey gelmiyorsa...
Durup bakmak, dinlemek, tatmak, hissetmek de mi gelmiyor?
Tam bunları bilgisayarımda açtığım sayfaya not ederken oturduğum bahçeye telefonundan yüksek sesle konuşan orta yaşlı bir beyefendi girdi.
"Kimseye mal vermeyin" diyordu telin öbür ucundakine; "zam gelecek, biraz bekletin!" Sonra nilüferlere dönüp bir saniye bile bakmadan elindeki araba anahtarlarını şaklatarak geçip gitti.
Hani hepsi bir film olsaydı...
Buraya "The End" yazısını kondururdum.
Haşmet Babaoğlu - Sabah