Kazan kazan ne demek?
Cumhurbaşkanımız birçok ulusal ve uluslararası meseleleri müzakere ederken kazan-kazan (win-win) yaklaşımını benimsediğini ifade eder. İngilizceden dilimize aktarılan kazan kazan, özellikle anlaşmazlıkların çözümünde veya taleplerin çatışması durumunda sorunu her iki tarafın menfaatlerine zarar vermeden kazanacağı yaklaşımı özetleyen ve dilimize geçmiş bir ikileme. İktisatta alışveriş yapan tarafların hepsinin kazandığı ticareti ifade için kullanılan bir yöntem. Günümüzde hukukçular bile kullanmaya başladı bu yaklaşımı.
Kazan kazan deyince aklımıza aşağı yukarı bunlar geliyor. Peki biz kazan kazandan ne anlıyoruz? Bizim geleneğimizde de kazan kazan formülü var mıydı?
Hemen cevap vereyim, vardı. Hem de âlâsı var. Nasıl mı? Açıklamaya çalışayım.
Bizim kazan kazan formülümüzün mucidi Ahmed Yesevi Hazretleri. Hazret'in Türkistan'daki türbesinin girişindeki sahanın tam ortasında, Timur tarafından yaptırılan, yedi ayrı metalin karışımından yapılan iki ton ağırlığında, 2.5 metre çapında, 1.5 metre yükseklikte 3.000 litre su alabilen Taykazan adı verilen oldukça büyük bir kazan var. Üzerinde sülüs ve kûfi hatlarla ayet, hadis ve yapan ustanın isimleri ile mükerreren yazılan mübarek bad ile elâ el-mülkü lillah ibarelerinin bulunduğu kazan türbeye girenlerin hemen dikkatini çekiyor. İşte bu kazan bizim kazan kazan ibaresindeki ilk kazanımız.
KAZAN KAYNAMAYAN TEKKE OLMAZ!
Halil İbrahim sofrasının bereketini ve dervişlerin cömertliğini sembolize eden kazan, Ahmet Yesevî'nin tekke geleneğimize kazandırdığı önemli bir figür.
Kazan sadece yemek pişirilen sıradan bir mutfak eşyası değildir. O tekkenin ta kendisidir. Kazan tekkeden önce gelir. Kazan yoksa tekke de yoktur. Tekke kazan ile kaim olur. Kazan demek ocak demektir, mektep demektir, ateş demektir, ışık demektir. Onda hem yemekler hem de dervişler pişer.
Ahmet Yesevî Hazretleri tekkesine gelen herkesi kim olduğuna ve nereden geldiğine bakmaksızın üç gün misafir edermiş ve kazanda pişen yemeklerden misafire ikram edilir, karnı doyurulurmuş. Karnı doyduktan sonra da sıra ruhun doymasına gelir tabi.
Kazan bereket demektir. Onda hazırlanan şerbet, yemek ve çorba yiyenlere bereketi aktarır, karnı doyar. Yani kanaat eder. Dolayısıyla kazandan yiyen kanaat sahibi olur, kazandığı ile iktifa eder. Daha fazlasını istemez, kazanmak için de hayatını heder etmez.
Bizim kazan kazan'ın ilk kazanı işte bu kazan. Tekkelerdeki kazan.
İKİNCİ KAZAN
İkinci kazan ise bildiğimiz anlamda kullanılan kazandır. Onun sırrı da üç günlük misafirlikte yatar. Üç gün misafirliğin de bir hikmeti var elbet. İlki ömre işaret eder. Üç günlük dünya deriz konuşurken: Dün, bugün ve yarın. Yan gelip yatmak yok, azık hazırlamak lazım gideceğimiz yer için. O yüzden üçüncü günün ardından kalkıp çalışmaya başlanır. Çünkü çalışıp kazananlar Allah'ın sevgilileridir. O kazanın kaynamasının devam etmesi için gücü yettiğince katkıda bulunulur. Kazanın kaynaması işe, güce, çalışmaya, gayrete işaret eder. Bir yerde kazan varsa esnaf vardır, usta vardır, iş vardır, güç vardır. Bunların diğerlerinden farkı mesleklerini ibadet olarak görmeleridir. Elleri işte gözleri kendilerini sevendedir. Çalışmaları daha fazla zengin olmak için değil, insanlara hizmet etmek içindir. Çünkü onlar halka hizmetin Hakk'a hizmet etmek olduğunu bilir ve ona inanırlar.
Onlar birikimlerini dağıtarak yaparlar. Biriktirdiklerimiz, kazancımız verdiklerimizdir. Bizimle ahirete gidecek olan odur. Vermediklerimizi, biriktirdiğimizi sandığımız malı mülkü bu dünyada bırakacağız, verdiklerimizi ise ahirete götüreceğiz. Çünkü o gün şairin dediği gibi;
Sanma ey hâce ki senden zer ü sim isterler
Yevma lâ yenfau'da 'kalb-i selîm' isterler
Ey tüccar, kıyamet günü senden ne altın ne de gümüş isteyecekler. O gün sadece selim bir kalp olup olmadığını soracaklar.
O halde biriktiren ziyan eder, dağıtan, infak eden kazanır.
Çalışılarak kazanılandan verilerek kaynatılan kazanda pişen yemekler fukara-yı sâbirîne, yolda kalmışlara dağıtılarak hem gönüller hem de dualar kazanılır. Bu birinci kazanç. Ayrıca tekkede kazanın kaynamasını temin edenler hem bu dünyadaki işleri bereketlendiriyor hem de aldıkları dualarla ahiretlerini kazanmış oluyorlar. Böylece yiyen de yediren de kazanıyor. Burada da bir kazan kazan durumu söz konusu.
BİZİM KAZAN KAZAN DAHA ANLAMLI
Bilinen ve yaygın anlamıyla kazan-kazanda bir tekrar var. Anlam tek. Aynı anlamda iki kelime tekrar ediliyor. Ama ikincisindeki kazanların ikisi de farklı anlamlarda. Dolayısıyla cinaslı bir ifade söz konusu. Bu da anlamı zenginleştiriyor ve bereketlendiriyor. Cinas tekrara göre daha beliğ kabul edilir. Bizim kazan kazan'ın win win'den daha üstün olduğunu söylememe gerek var mı?
Artık geleneksel anlamda tekkeler yok, kazanlar da yok. Ama kazan kazan kıyamete kadar devam edecek. Çalışarak biriktireceğiz, biriktirmek için kazanacağız. Kazandıklarımızın bir kısmını vermek bize Halil İbrahim'den, Hz. Peygamber'den, Hace Ahmed Yesevî'den miras. Hali vakti yerinde olanlar kazanları farklı kaynatacaklar artık. Ahmet Yesevi türbesindeki gibi kazanlar yok günümüzde. O kazanı ve işlevini gönlümüzden çıkartmayacağız ve aynı şevkle kazanı karnı aç olanların ayaklarına götüreceğiz. Vereceğiz ve dağıtacağız ki kazananlardan olalım, kazançlarımız bereketlensin, temizlensin, helal olsun. Karnı aç olanlar da doysunlar ki çalışabilecek güce kavuşsunlar. Böylece hepimiz kazanmış olacağız hem bu dünyada, hem öte dünyada.
Son söz: Kazan olmadan ne kazanan olur ne kazanılan.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Semerkand: Yeryüzünün süsü (30.04.2019)
- ‘Mesnevi diyeti’ (26.04.2019)
- Kaç tane Şeyh Bedreddin var? (23.04.2019)
- Orta Çağ’ın gökdelenleri: Katedraller (19.04.2019)
- Hem dindar hem zengin olmak mümkün müdür? (15.04.2019)
- Telefon tutulması (12.04.2019)
- Yeşil Kitap filmi üzerine (09.04.2019)
- Kifâyetsiz muhteris (05.04.2019)