Susarak konuşanların filmi: Dilsiz
Murat Pay'ın Maşuk'un Nefesi ve Miraciyye isimli belgeseler filmlerinden sonra beklediğim ilk uzun metrajlı filmi Dilsiz'i vizyondan çabucak kalkacağı endişesiyle bir arkadaşımla birlikte gün içinde işi gücü bırakıp gittim ve seyrettim. İyi ki gitmişim, odama döndüğümde sabahki halimden eser yoktu üzerimde. Muhabbet yağmuru ile yıkanmış gibiydim ve adeta ruhum temizlenmişti.
Başından sonuna kadar gözümü kırpmadan seyrettiğim filmde ara verildiğinde aklıma ilk gelen şey filmin şeridi mi koptu yoksa bir başka arıza çıktığı oldu, ara olabileceğini hiç düşünmedim bile. Filmin sonunda jenerik dönerken fonda çalan şarkı bitmeden kimse salondan çıkmak istemedi. Sanki film bitmemişti ve devam edecek gibiydi. Salonu temizlemeye gelenler olmasa kimsenin çıkacağı yoktu salondan. Emeği geçen herkesi tebrik ederim.
Çıktıktan sonra düşündüm de meğer böyle bir filmi izlemeye ne kadar ihtiyacımız varmış. İlaç gibi geldi koşuşturmaktan ve son günlerde basında çıkan abuk subuk can sıkıcı haberlerden yorgun düşmüş yüreğime. Muhabbete susamışız da haberimiz yokmuş meğer. İki saat boyunca kana kana içtik.
Şimdi siz, bu filmde bu adamı bu kadar etkileyecek ne vardı, diye düşünüyorsunuzdur. Sizi merakta bırakacak halim yok. Anlatayım.
Film bir semboller resmigeçidi. Hat, hattatların şeyhi Hamdullah, babaanne, memleket, hüzün, aşk, hoca-talebe, Mantıku't-Tayr, Mesnevi, Şeyh Galib, tasavvuf, İstanbul, Sedat Anar ve santuru, bir de ilk gençlik yıllarımın walkmeni. Bunlardan sadece biri için çıldıran bir adamın kendisinden geçmesinden daha doğal ne olabilir?
Filmin Şeyh Galib'in meşhur müsemmeninin nakarat beyti üzerine kurulu olduğunu söylesem aynı zamanda filmi özetlemiş olurum.
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
Otuz seneden beri saati duran ve gökyüzünden habersiz uçurtma uçuran Ressam Sami'nin kendisinden haberdar olmasının ve dünyanın göz bebeği olan insan olduğunu öğrenmesinin öyküsü. Ona kendisini ilk hatırlatan vefat eden babaannesi oluyor. Bugünlerde çocuklarızını hayatından çıkardığımız babaanneler, büyükanneler böyledir. Sağlıklarında bizi korudukları gibi vefatlarının ardından da kol kanat germeye devam ederler. Babaannesinin Sami'ye bıraktığı iki şey var. Biri çocukluk hatıraları, diğeri de içinde çocukluğunu hatırlatacak eşyanın olduğu sandık. O sandığın içindekiler Sami'yi içine düştüğü boşluktan çıkartıp onu er kişiler arasına katıyor.
Filmde hatta ve hattatlara dair birçok bilgi var. Ama bir de çok esaslı ve ağır cümleler var ki birkaç tanesini zikretmeden geçemeyeceğim.
Sıradan bir çaycının sözü mesela: Binme kalırsın. Sıradan bir cümle gibi duran bu sözde ne hakikatlar saklı. Eğer nasıl çalıştığını bilmediğiniz asansöre binerseniz içinde kalırsınız. Hayat da böyle değil midir?
Hamaldan hattat olur edepsizden olmaz. Aslında edepsizden hiçbir şey olmaz. Bizim medeniyetimiz edep üzerine kurulu. Edebi getirmeden bir medeniyet inşa etmemiz mümkün değil.
Nokta ve susmak ile ilgili veciz sözler, incinmenin incitmekten daha zor olması, Tahir'in gördüğü rüya ve daha birçok özlü söz var filmde.
Kahramanların isimleri
Ya kahramanların isimlerine ne demeli! Belli ki her biri düşünülerek seçilmiş. Hat üstadının adı Eşref, yani çok şerefli. Bazen şerefü'l-insân bi'l-meslek oluyor. Yani insanlar şerefi ve izzeti mesleklerinden alıyor. Lütfen dikkat ediniz, makamdan ve mevkiden değil, meslekten alınıyor şeref.
Kardeş Tahir. Aşkına kavuşamadığı için aklını kaybeden zamane mecnunu. O kadar temiz ve saf ki sanki ismi doğduğunda değil onun bu halini görenlerce verilmiş.
Selma hüznün tecessüm etmiş hali. Selma Leyla vezninde, istikamet üzere olan, huzur ve selamet ehli. Aşkını, hüznünü, kederini hep içine atmış, saklamış. İzzeti onu şikayet etmekten alıkoymuş, imtihanımdır deyip katlanmış. Yüzüne bakınca gözlerinden taşan hüznü fark etmemek mümkün değil. Hilmi Yavuz'un, 'hüzün ki en çok yakışandır bize' dizesini açıkla deseler Selma'nın yüzünü göstermek kafi. Bu hal ona derin bir güzellik katmış, o kadar ki gözleri bir uçurum ve bakan o gözlerde kayboluyor. Rolünün hakkını bu kadar veren oyuncu çok yoktur herhalde.
Ve Sami. Meşhur hattat Sami Efendi'yi hatırlatan ve onun gibi bir hattat olacağı hissettirilen Sami. Sami'nin iki anlamı var. İlki dinleyen, ikincisi yükselen. Başkangıçta ustasının, Selma'nın, babaaennesinin sözleri dinleyen kişi. Dinledikçe de isminin diğer anlamı devreye giriyor bu sefer, yükseliyor, ululaşıyor. Tam bir müritlik hali.
Dilsiz ne kadar anlamlı
Dilsiz, Eşref Bey'in filme ismini veren hüdhüdün soyundan gelen papağanın adı. Hüdhüd Attar'ın Mantıku't-Tayr'ından ödünç alınmış. Kuşları bir yerden alıp yedi vadiyi geçirip aynanın karşına getiren mürşid. Hiç konuşmaması aklıma Mesnevi'den Bakkal ile Papağan hikayesini getirdi. Sami'nin kütüphane duvarına çizdiği resim ise Tacir ile Papağan hikayesini. Sami de sonunda kafesini kırıp özgürlüğüne kavuşan dilsiz gibi, farkında olmadan kendi hikayesini çiziyor. Ancak çizdikten sonra farkına varıyor. Simurğ olan kuşların eline verilen defterlerde yaşadıklarının yazılı olması gibi.
Aynalar
Filmde iki ayna var. Biri Sami'nin çocukluğunun geçtiği evin içindeki havuz ve havuzdan yansıyan suretler, hayaller. Diğeri evindeki ayna. Sami'nin karşısına geçip kendisini tanımaya çalıştığı ayna. Amak-ı Hayal'de Aynalı Baba'nın yaptığını bu sefer Murat Pay bu iki ayna ile yapmaya çalışıyor.
Her aynanın karşısına geçişinde karşısında farklı bir Sami çıkıyor Sami'nin. Kişi kendini ancak kendine bakarak tanıyor. Ama ona aynayı tutacak bir başka el lazım. Sami çok şanslı. Ona ilk aynayı babaaennesi tutuyor. İkinci aynayı da Selma. Şu hale bakarak kadınlar olmasa erkeklerin hali nice olurdu diye düşünmemek mümkün değil. Sanırım erkeklerin felaketi de selameti de kadınların elinden.
Filmin özeti son sahnesi
Filmin en başarılı sahnesi diyebilirim final sahnesi için. Tahir Efendi vefat etmiş, Eşref Bey çok istediği Mushaf-ı Şerif'i yazabilmek için Hz. Peygamber'e komşu olmaya gitmiş, Selma ise ortalıkta yok. Ama hiçbiri Sami'yi unutmamış giderken. Eşref Bey Dilsiz'i, Selma ise yazdığı hiç'i bırakıyor. Böylece Sami fakr u fenâ vadisini de geçiyor. Bir hiç olduğunu ve konuşmak için dile ihtiyacı olmadığını öğreniyor.
Bu sahnede fonda Şeyh Galib'in meşhur murabbaının ilk kıtasının Yalçın Tura bestesi çalıyor.
Dinlemek için tıklayın.
Fonda çalan şarkı, perdede bir elinde Dilsiz, diğer elinde Selma'nın yazıp bıraktığı Hiç yazılı levha ile Sami. Salonda ise garip bir hal ve tarif edilemeyen duygular içinde kalsam mı gitsem mi diye tereddüt eden seyirciler. Ben ancak bu kadar tarif edebildim, ama çok eksik olduğunu biliyorum. Bildiğim kelimeler kifayet etmedi hissettiklerimi aktarmaya. İmdadımıza Özer Bal'ın dizeleri yetişsin.
Susarak anlattım sana her şeyi
Konuşarak uçurumlaştırdın aramızdaki boşluğu
O zaman biz de aramızdaki boşluğu uçurumlaştırmayalım ve Mevlana gibi sözü kısa kesmek gerek diyelim. Siz ise doğru sinemaya.
İsmail Güleç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Yeni bir meslek olarak Gölge Öğretmen (08.12.2019)
- Kaç türlü cehalet vardır? (04.12.2019)
- Öküzden mektup var! (01.12.2019)
- Dünya öküzün boynuzları üzerinde (28.11.2019)
- Bir öğretmende aranan vasıflar (24.11.2019)
- Güz dönemi ara tatili (20.11.2019)
- Sünnete su katmamak (17.11.2019)
- Bunaldığımızda nereye sığınacağız? (13.11.2019)