Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Bir baba olarak Peygamberimiz (sav)

Değerli okuyucum.

Peygamberlerin baba-evlat ilişkilerine dair örnekleri Kur'ân-ı Kerim'de görebilmekteyiz. Ayetlerde Hz. Nuh'un, Hz. İbrahim'in ve Hz. Yakub'un, evlatlarıyla olan diyaloglarındaki "yavrucuğum, oğulcuğum" ifadeleri, insanlar için örnek karakterler olan Peygamberlerden mesajlar olarak yansımaktadır günümüze…

Peygamber Efendimizin ise peygamber atalarından farkı O'nun, kız çocuklarını hor gören bir topluma gönderilmesi ve getirdiği din ile kız-erkek ayırımını ortadan kaldırmaya muvaffak olmasıdır. Bir diğer ifadeyle, pek çok peygamber gibi Sevgili Peygamberimiz de baba olmuştur; ancak O, severek değer verdiği kızlarıyla, toplumunda inkılap meydana getiren bir baba olmuştur.

Ayrıca O Yüce Resûl, bir babanın yaşaması muhtemel tüm sevinçleri, hüzünleri ve acıları hayatında bizzat yaşamış ve karşılaştığı her durumda bir "güzel kul"un sergilemesi gereken tavırları sergileyerek ümmetine bu konuda da "En Güzel Örnek" olmuştur.

Aşağıdaki satırlarda Sevgili Peygamberimizin (sav) hayatından yaşanmış birtakım hatıralara yer vererek günümüzün babaları ya da ebeveynleri için çıkarabileceğimiz mesajları tespit etmeye çalışacağız.

Resûl-i Ekrem (sav) Efendimizin, altısı Hz. Hatice'den, biri de Hz. Mariye'den olmak üzere yedi çocuğu dünyaya gelmiştir. İsimleri Kasım, Zeynep, Rukiye, Ümmü Gülsüm, Fâtıma, Abdullah ve İbrahim olan evlatlarından Kasım, Abdullah ve İbrahim isimli oğulları küçük yaşlarda vefat etmişlerdir. Kızları ise büyüyüp yetişkinlik çağına gelmiş ve evlenmişlerdir. Ancak Hz. Fâtıma dışındaki Hz. Zeynep, Hz. Rukiye ve Hz. Ümmü Gülsüm, Sevgili Peygamberimiz (sav) daha hayattayken ahirete irtihal etmişlerdir. Sadece Hz. Fâtıma, Efendimizden sonraya kalmış, o da sadece beş buçuk ay sonra, hasretini çektiği biricik babasının göçtüğü ahiret yurduna göçmüştür.

Görüldüğü üzere, bir baba olarak Nebiyy-i Muhterem (sav) Efendimiz, altı kez evlat acısı yaşamıştır. Acaba O Şefkat ve Merhamet Pınarı böylesi durumlarda ne yapmış, nasıl davranmıştır?.. Aşağıda aktaracağımız hatıralar bize bu konuda fikir vermektedir.

Kaynaklarda, oğulları Kasım ve Abdullah ile ilgili yeterli bilgiye rastlanmazken, Hz. Mariye'den dünyaya gelen İbrahim isimli oğlunun doğumuna Efendimizin çok sevindiğini aktarır bize sahâbîler… Sözgelimi kendisine müjdeyi getiren Ebû Râfi'e bahşişler vermiş, sevinç içinde ashabının yanına gelerek, "Dün gece benim bir oğlum dünyaya geldi. Ona Peygamber babam İbrahim'in adını verdim", diyerek mutluluğunu ifade etmiş ve bir ziyafet vererek duyduğu sevincini ashabıyla paylaşmıştı.

O sıralarda hizmetinde bulunan çocuk yaştaki Hz. Enes, İbrahim hakkında yeterli bilgiye sahip olduğu için bize onunla ilgili detaylı aktarımlarda bulunmaktadır.

Şöyle aktarıyor Hz. Enes (ra):

"Çocuklarına karşı Peygamberimizden daha şefkatli bir kimse görmedim. Oğlu İbrahim dünyaya geldiğinde, Peygamberimiz çok sevinmiş ve kendisine bu müjdeyi getiren kişiye büyük bir ödül vermişti. Daha sonra oğlu İbrahim'i, Ümmü Seyfe denilen bir sütanneye teslim etmişti.

Medine'nin kenar mahallesinde oturan bu sütannenin kocası demircilik yapmaktaydı. Sık sık Peygamberimizle (sav) birlikte oraya gider ve duman dolu evlerine girerdik. Peygamberimiz, oğlu İbrahim'i ziyaret eder, kucaklayarak öper ve bağrına basardı. Sonra birlikte geri dönerdik.

Günlerden bir gün, Peygamberimizle (sav) birlikte yine İbrahim'i ziyarete gittik. Ebû Seyfe'nin evine varınca ben hemen koşarak:

-Ebû Seyfe! Ebû Seyfe! Bak Peygamberimiz geliyor. Şu körüğe biraz ara ver de, duman çıkmasın, dedim.

Böylece, Peygamberimizin dumandan rahatsız olmasına engel olabileceğimi düşünmüştüm. Sonra içeri girdik. Peygamberimiz, küçük İbrahim'i kucağına aldı. Öptü, bağrına bastı… Bir de ne göreyim? Bebek İbrahim sanki can çekişiyor… Belli ki, çok hastaydı… O anda Peygamberimizin yüzüne baktım. Gözleri yaşlarla dolmuş, ağlıyordu…"

Hz. Enes (ra) İbrahim'in vefatı ve defnedilişi hakkında ise şunları anlatıyor:

"Oğlu İbrahim'in son anlarında onu kucağına alıp bağrına bastı. Kokladı ve öptü. Bu arada babalık şefkatiyle gözleri yine yaşlarla doldu.

Bebek İbrahim ruhunu teslim etmişti. Onu küçük bir kabre defnederlerken Peygamberimizin ağladığını gören yanındakiler hem üzülmüş hem de şaşırmışlardı. Acaba Peygamberler de ağlar mıydı?.. İçlerinden biri olan Abdurrahman b. Avf'ın bu yöndeki sorusuna şu cevabı verdi Peygamberimiz:

"Evet. Ben de bir babayım. Bu ağlayışım şefkat ve merhamettendir. Gözümüz ağlar, kalbimiz mahzun olur. Fakat biz, Allah'ın hoşnut olmayacağı şeyleri söylemeyiz. O'na isyan etmeyiz." diye karşılık verdi. Sonra İbrahim'e dönerek şöyle dedi:

"Ahh İbrahim!... Bu Allah'ın emri olmasaydı, vade dolmuş bulunmasaydı, sonradan gelenler öncekilere kavuşmasaydı senin ölümüne daha çok üzülürdük. Yine de senden ayrılışımız bizi ne çok üzdü, bir bilsen!.."

Yaşanılan bu olaydan, Sevgili Peygamberimizin (sav) çok şefkatli bir baba olduğunu anlıyoruz. Ayrıca bu durumla karşılaşan bir insanın Allah'a isyan etmemesi ve Takdir-i İlahi'ye razı olması gerektiğini de yine O'ndan öğreniyoruz.

Sevgili Peygamberimiz, İbrahim'in ardından şunları söylemişti: "Oğlum İbrahim henüz süt emme çağındaki bir süt kuzusu gibi iken öldü, ama Allah ona cennette iki sütanne verdi. Şimdi onu emziriyorlar."

Görüldüğü üzere Peygamberimiz (sav) bir "süt kuzusu"na benzettiği on sekiz aylık yavrusu İbrahim'in vefatından dolayı son derece üzüntü duymuştur. Ancak O'nun, gerek yavrusunun vefatı anında yaşadıkları ve söyledikleri, gerekse cenazenin defni esnasındaki teslimiyet dolu tavır ve davranışları, "Veren de Allah, alan da…" diyebilmenin en güzel örneğini teşkil ediyordu.

Denilebilir ki, Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz, her baba gibi yüreği yanmış, gözü yaşlarla dolmuş ve fakat Rabbinin emrine teslim olan bir müminin tavrını sergileyerek kadere rıza göstermiştir. O halde, bizlere yansıyan bu mesajı iyi okumaya çalıştığımızda karşımıza şu hakikat çıkmaktadır: Böylesi bir durumda ağlamak ne kadar insânî bir davranış ise isyan etmemek de o kadar İslâmî bir tavırdır…

Bir baba olarak Peygamberimizin kızları ve özellikle Hz. Fatıma ile olan iletişimini önümüzdeki yazımızda ele alacağız inşallah… Son sözler olarak, Zeytin Dalı harekâtında, canlarını vatan ve mukaddesat için veren bütün şehitlerimize rahmetler ve geride kalan yakınlarına sabr-ı cemiller niyaz ediyorum.

Prof. Dr. Mehmet Emin Ay

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.