Kur’an’da “Mutluluk” ve “Mutsuzluk” kavramları…
Belki insanlık tarihi kadar eskilere dayanan mutluluk ve mutsuzluk kavramları üzerine filozoflar, düşünürler, eğitimciler, psikologlar ve diğer birtakım ihtisas sahibi kimseler görüşler beyan etmiş, kimisi küçük risaleler kimisi de muhtevalı eserler kaleme almışlardır. Konu İslam dünyasında da çok önemsenmiş ve "Mutluluğun Kazanılması" diye tercüme edebileceğimiz başlığa sahip nice eserler ortaya konulmuştur, erbabı tarafından… Maksadımız bu eserlerdeki görüşleri aktarmak değil, İslam medeniyetinde mutluluk vesilesi olan unsurların ortaya çıkmasına; mutsuzluğa sebep olabilecek hususların izâlesine kapı aralayan ve yönlendiren bu dinin, bu iki kavrama getirdiği orijinal bakış açısını anlamaya çalışmak ve günümüzde çokça ihtiyacını duyduğumuz gerçek mutluluğun ne olduğunu ya da olması gerektiğini ortaya koymaktır. Bunun için önce İslam'ın temel unsurları olan Kur'an-ı Kerim ayetlerine, ardından Sevgili Peygamberimizin sünnet-i seniyyesine bakmak gerekecektir.
Kur'an diliyle mutluluk ve mutsuzluk…
Hatırlayacağınız üzere, önceki yazımızda Cahiliye döneminde Arapların mutluluk kaynağı olarak şans ve talihi kabul ettiklerini ve bu konuda "Süâd" ismini verdikleri bir yıldızın etkin rol oynadığına inandıklarını aktarmıştık.
Türkçe karşılığı mutluluk olan "saâdet" kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de doğrudan yer almamakta, ancak Hûd sûresindeki âyetlerde insanların mahşerde yargılanmak üzere bir araya getirilecekleri bildirildikten sonra onlardan bir kısmının büyük bir mutluluk ve sevinç yaşayan kimseler olacakları bildirilmektedir. Ayetlerde geçen ifade "suidû" şeklinde Allah Teâla'nın kendilerini mesut ve bahtiyar kıldığı kimseleri tarif etmekte; bu arada onların büyük bir sevinç duyan "saîd" kişiler olacağı da haber verilmektedir. İlgili ayetler şöyledir:
"(Bütün insanların bir araya toplandığı o mahşer gününde) O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır, kimi de mutlu!..
"Mutlu olanlar" cennettedirler. Rabbinin dilediği hariç, gökler ve yer durdukça onlar orada kesintisiz bir lütûf olarak ebedî kalacaklardır." (Hûd, 105, 108)
Bunun yanında Kur'an-ı Kerim'de bazı kelimeler saâdet kelimesiyle eş anlama sahip nitelikte hem dünyada hem de ahirette yaşanacak mutluluğa işaret ederler. Bunlar, hasene, tayyib, rızık, hayır, felâh gibi kelimelerdir. Yine özellikle ahirette yaşanacak mutluluğu ifade eden bazı kelimeler de vardır ki; fevz, necât ve sürûr bu anlamdadır ve ayetlerde sıkça geçmektedirler.
Bunlardan sadece birine dair şu manidar ayeti zikredebiliriz: "Erkek olsun kadın olsun, kim inanmış bir insan olarak dünya ve âhirete dair yararlı işler yaparsa kesinlikle ona güzel, huzurlu ve mutlu bir hayat (hayâten tayyibeh) yaşatacağız ve böylelerinin mükâfatlarını da -muhakkak surette- yapmış olduklarının daha güzeliyle vereceğiz." (Nahl, 97)
Ayetlerin incelenmesinden sonra diyebiliriz ki, İslam dini, Kur'an ayetleriyle yeni bir anlayış getirmiştir: Cahiliye dönemi insanlarının "saadet" kelimesiyle ifade ettikleri "mutluluk", ne şansla, ne talihle ne de yıldızların etkisiyle değil, "Allah'a ve kadere iman, sahih niyet ve salih amel (dünya ve ahirete yararlı işler) ile gerçekleşir." Bu özelliklere sahip olan kimseler dünyada da ahirette de mutlu ve huzurlu olurlar.
Bedbahtlık ve mutsuzluk olarak karşılık bulan "şekâvet" kavramına gelince, yine bu kavram da Kur'an-ı Kerim'de bu kelime ile değil isim ve fiil olmak üzere "şakî" ve "şakû" şeklinde geçmektedir. Hûd suresindeki ayetler bu iki kelimeyle mutsuzluğa ve bu duyguyu yaşayanlara dair şu bilgileri vermektedir:
"O gün geldiğinde Allah'ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz. Onlardan kimi bedbahttır (şakî), kimi de mutlu!..
Bedbaht olanlar (şakû) ateştedirler, orada onlar her nefeste acıdan inleyip feryat ederler." (Hûd, 105-106)
Aslında dilimizde yabancı olmadığımız şakî ve çoğulu olan eşkıyâ kelimeleri kötü işlerle uğraşan kötü kimseleri ifade ederler. Halbuki bunlar Kur'an diliyle mutsuz ve bahtsız kimselere verilen isim ve vasıflardır. Yine Kur'an-ı Kerim, şekâvet kavramına eşanlam taşıyan bazı kelimelerle de özellikle ahirette yaşanacak bedbahtlık ve acıları ifade etmiştir. Bu kelimeler, hüsran, hüzün, havf ve azâb gibi kelimelerdir.
Şurası da önemlidir. Kur'an-ı Kerim'de bu kelimeler de dahil olmak üzere şekâvet kavramına hiçbir surette şanssızlık ve kötü talihli olmak gibi şansı ve talihi çağrıştıran bir anlam yüklenmemiştir ki, bu dikkat çekici bir durumdur. Diyebiliriz ki, kişinin mutsuzluğunda da şans, talih ve başka unsurlar değil, bizzat kişinin tercihleri ve davranışları rol oynamaktadır. İnkar, isyan ve tuğyan (azgınlık) hem bu dünyada hem de ahirette hüsran, hüzün, korku ve azabı getirmekte bu da kişiyi bu dünyadan itibaren yakasını bırakmadığı bir şekâvete; mutsuzluk ve bedbahtlığa düçar etmektedir.
Şekâvet, Kur'an ayetlerinde bazen "Allah'tan yüz çeviren ve O'nun hidayetini reddeden kimseleri" tarifte, bazen de bizzat şakî kelimesiyle "dünyanın fani zevk ve eğlencelerine dalmak suretiyle benliklerini kaybedenleri" anlatmada kullanılmıştır. Bu durum şekâvet kelimesinin, mutsuzluk ve bedbahtlığın farklı boyutlarını bünyesinde barındıran bir niteliğe sahip olmasıyla alakalı görülmüştür. Zira hepsi şekâvet ile eşanlam taşıyan havf, hemm, hüzün ve hasret kelimeleri, birbirlerinden küçük farklarla ayrılırlar. Sözgelimi, "havf", korku ve kaygıyı ifade ederken, "hemm" ve "hüzn", üzüntüyü, mutsuzluğu ve iç sıkıntısını anlatmaktadır. Bunun yanında "hasret", insanın elinden kaçırdıklarına duyduğu elem ve pişmanlığı ve telâfisi imkânsız olanları görünce yaşadığı ağır ruhsal çöküntüyü ifade etmektedir. Bütün bunlar, şekâvet kapsamında olan bedbahtlık türleridir. Konuyla ilgili ayetler, aslında ahiretteki mutsuzluğun temellerinin bu dünyada atıldığını, fani olan dünya hayatının, esasında mutluluğunun da fani olduğunu; ancak insanın bunun farkına varamadığını, ne zaman ki kendisine ölüm gelip de hayata gözlerini yummak zorunda kalınca, bu acı gerçeği anladığını ortaya koymaktadır. O halde diyebiliriz ki, Kur'an-ı Kerim bizlere şu anlayışın sahibi olmamızı öğütlüyor: Asıl şekâvet yani mutsuzluk ve bahtsızlık, ebedi hayatta kaybedenlerden ve hüsrana uğrayanlardan olmaktır…
Mahşer gününün mesut ve bahtiyarlarından olmak niyazıyla, Cuma'nın feyiz ve bereketinin üzerinize olmasını dilerim.
Mehmet Emin Ay
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Şans ve talih üzerine… (03.01.2023)
- “Sakın zâlimlere meyletmeyin…” (30.12.2022)
- Hz. İsa (AS) hangi mevsimde dünyaya gelmiştir? (27.12.2022)
- Peygamberimizin son sözleri:“Refîk-i A’lâ”… (23.12.2022)
- Allah!.. O’dur gerçek dost!.. (20.12.2022)
- Kurulan dostluklar, ya hüsran sebebidir ya da kurtuluş… (15.12.2022)
- Dostluk üzerine… (12.12.2022)
- Gençler “güzel örnek” sahibi büyüklere muhtaçtır (10.12.2022)