Bir ayet-i kerimeden alınan cümledir, yazımızın başlığı… Şöyle devam eder ardından gelen ilahî beyan: "O'dur ölmüşlere can verip dirilten. O'dur her şeye kadir olan…" (Şuarâ, 9)
Kur'an-ı Kerim'de, gerek Allah Teâlâ'nın, kullarını; gerekse kulların, Allah Teâlâ'yı veyahut kulların birbirlerini dost edinmesini ifade etmek için "velî" kelimesinin kullanıldığına, bundan önceki yazılarımızda değinmiştik. İnce bir hikmet ile Allah Teâlâ (CC) için, O'nun bazı seçkin kullarına lutfettiği "dostluk" mertebesi için "halîl" kelimesi kullanılırken; kullar için Allah Teâlâ'nın dostluğunu ifade etmek maksadıyla halîl değil, "velî" kelimesi yer almaktadır ayetlerde… Dolayısıyla Allah Teâlâ'nın, mümin kullarının velisi olduğu; müminlerin de O'nun velileri olduğu söylenebilir. Ancak sadece bazı kulları, Allah Teâlâ'nın "halîl"i olma vasfına sahip olmuşlardır. Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed (ASM) peygamberler gibi… Kanaatimizce bu ayrımın Allah Teâlâ'nın el-esmâül-hüsnâsından biri olan "el-Veliyyü" ismiyle bir alakası da söz konusudur. Şimdi geliniz, konuyu daha iyi anlayabilme adına Allah Teâlâ'nın bu ism-i şerifi hakkındaki bilgilerimizi tazeleyelim…
"EL-VELİYYÜ" HANGİ ANLAMLAR TAŞIR?
Cenâb-ı Hakk'ın güzel isimlerinden biri olan el-Veliyyü (CC) şu anlamları taşımaktadır: "Bir şeye çok yakın olan, bir kimseyle yan yana bulunan, ona yardımcı ve dost olan, onu seven ya da birinin işini üstlenen; bir ülkeyi yöneten…"
Kur'ân-ı Kerîm'de yirmiyi aşkın âyette Allah'a nisbet edilerek "O'nun müminlerin dostu ve koruyucusu olduğu" bildirilmekte, bunların bir kısmında "peygamberlerin ve müminlerin de Allah'ı velî edindikleri" belirtilmektedir.
Dilimizde yer etmiş ve dualarımızda hep zikretmiş olduğumuz "Mevlâ" kelimesiyle de aslında her dâim el-Veliyyü (CC) isimine mâlik olan Allah Teâlâ'dır, kasd ettiğimiz… Yine "Hasbünallahu ve ni'mel vekil. Ni'mel Mevlâ ve ni'men-Nasîr" derken de hep Yüce Rabbimizdir, maksudumuz…
Bu ayetlerin bir kısmında, müminlerin, Allah'ı "velî" olarak kabul edip benimsemeleri emredilmektedir. Dikkat çekici bir şekilde, bu ayetlerde (bkz. Bakara 107; Tevbe 116 ve Ankebut 22) müminlere şöyle hitap edilmektedir: "… Allah'tan başka sizin gerçek dostunuz (Veli) ve yardımcınız (Nâsır) yoktur…" Bazı ayetlerde ise müminlerin birbirlerini dost edinme konusunda emir daha keskin bir şekilde gelmektedir: "Müminler, müminleri bırakıp da inkarcıları dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa o, artık Allah'la olan bağını koparmış demektir…" (Al-i İmran, 28)
Bu ayetler, fert olarak her bir müminin; toplum olarak da tüm müminlerin, "dost ve yardımcı" olarak Allah'ı kabul edip benimsemelerini emretmektedir. Bu benimseyiş hangi ölçüde gerçekleşirse, kulun Allah katındaki "dostluk değeri" de o nispette olacaktır. Çünkü kişinin, Allah katındaki değerinin ne olduğunu bilmesinin tek yolu, kalbinde Allah'a ve O'nun emir ya da yasaklarına hangi ölçüde değer verdiğine bakmasıyla mümkün olacaktır.
ALLAH DOSTLARININ ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
Dinî kültürümüzde velî ya da evliyâ olarak anılan ve "Allah'ın dostları" diyebileceğimiz salih ve sevgili kulların; O'na olan saygıları ve O'nun emirlerine uyma; yasaklarından da kaçınma hususunda son derece hassas oldukları görülmektedir. Nitekim bu husustaki bir ayet, bizler için konuya açıklık getiren önemli bir bilgi kaynağı hükmündedir:
"Haberiniz olsun! Allah'ın dostları (velileri) için herhangi bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır. Onlar, iman eden ve takvâ (Allah'a saygı-kulluk şuuru) mertebesine sahip kimselerdir. Onlara dünya hayatında da müjdeler vardır, ahirette de… Allah'ın sözlerinde değişiklik olmaz. İşte en büyük kurtuluş (ve kazanç) budur." (Yunus, 62-64)
Velilik mertebesinin iman ve takva ikilisine sahip olmakla mümkün olduğunun da anlaşılabileceği bu ayette, Allah dostları olan evliyânın hem bu dünyada hem de ahirette "müjdeler"e muhatap olacakları da söz konusudur.
Mümine ümit bahşeden bu ayet-i kerime, Allah'ın dostu olmak gibi yüce bir mertebede yaş, makam, mevki, cinsiyet, varlık-yokluk gibi farklılıkların rol oynamadığını ve bu hususta söz sahibi olamayacağını ortaya koymaktadır. Sadece iki husus var ki, bunlardan biri iman; diğeri Allah'a kulluk şuuruna sahip olmak anlamındaki takvadır. Bu iki özelliğe sahip olan her bir mümin, Allah'ın velisi olmaya adaydır… Kim bilir, yaşadığı çağda O'nun sevgili bir Allah dostu olduğuna şahitlik eden binlerce insan tarafından ebediyyet yurduna uğurlanırken, vefat ettiği günün akşamına "Şeb-i Arus" diyecek kadar Rabbine kavuşmaktan yana sevinç duyan Hz. Mevlânâ, belki de bu sebeple "Allah'a kulluğun" tadını ve lezzetini şu beytiyle anlatmaya çalışmıştı…
"Kul oldum. Ben kul oldum.
Rabbimin kapısında bir "vasıfsız kul" oldum.
Her esir mutluluğa kavuşur, hür olunca
Bense O'nun kapısında kul olmaktan mutluyum."
Hz. Mevlânâ'nın, bir başka beytinde "Ben O'nun yolunun tozuyum, toprağıyım" diye vasf ettiği O "Seçilmiş Peygamber" (SAV) hayatında hep "Bana Allah'ın kulu ve elçisi deyiniz" diye buyurmuş; vefatından önceki anlarda da şehadet parmağıyla semaya işarette bulunarak mübarek dilinden "Refik-ı A'lâ" kelimesi duyulmuştu…
Dostluğa dair Sevgili Peygamberimizin bize anlattıklarıyla konuya devam edeceğimiz yazıda buluşmak üzere, sağlıcakla kalınız efendim…
Mehmet Emin Ay