Yazımızın anlamlı ve etkileyici bir başlığa sahip olduğunu söyleyebiliriz. Ama doğrusu bu başlık, henüz yayınlanmış ve çok değerli bilgiler ihtiva eden bir kitabın adı... Bu kitap, Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ahmet Dağ tarafından kaleme alınan ve geçen hafta yayımlanan, fikir ve inceleme mahsulü bir değerli çalışma…
Uzun süreden beridir, günümüzde genç olmak, gençlerin sorunları ve beklentileri üzerine yazmayı düşünürken henüz yayımlanmış bu eseri okumak, benim için ayrıca bir motivasyon kaynağı oldu. Kıymetli yazarımızın konuya bakışındaki özgün tavrı, olayları yorumlamadaki derinlik ve tefekkür birikiminden istifade ettiğim bu eserin bir bakıma tahlilini yaparken, aslında "günümüzde genç olma"nın, beraberinde ne gibi sorunları getirdiği konusu üzerinde de durmuş olacağız. Şimdi geliniz, birlikte Doç. Dr. Ahmet Dağ'ın değerli eserinde konumuzla yakından ilgili görüşlerini tahlil edelim ve bazı sonuçlara ulaşmaya çalışalım…
"TORUNLAR VE SORUNLAR" MESELESİ…
Ara başlıktaki "Torunlar ve Sorunlar Meselesi"nin ne olduğunu anlayabilmek için, yazarımızın, eserinin giriş kısmındaki dikkat çekici tespitlerinin yer aldığı paragrafı sizlerle paylaşalım öncelikle…
"İnsanlığın tüm nazari ve ameli işlerinde, "geçmiş, şimdi ve gelecek" tüm zamanları kuşatan üç önemli unsurdur. Zamanın bu üç unsurunun karşılığı ecdat, ebeveynler ve evlatlardır. Ecdat, rotamızı kaybettiğimizde dönüp bakacağımız pusulamız, ebeveynler, gölgesinde yürüyeceğimiz rehberlerimiz ve evlatlarımız ise geleceğimizin hakiki mimarlarıdır. İnsanlığın dönüp kendine bakabileceği en büyük ayna olan tarih/hafıza, bize köklerimize tutunup göklere/geleceğe uzanmayı sağlar. Köklerle olan bağımızın kopukluğunun bedellerini hem şahsi hem de cemiyet düzleminde çok ağır yaşamaktayız. Bu kopukluk, hem şahsiyetin hem de cemiyetin inşâsında sorunlar meydana getirmiş; birliktelik, ortak ideal ve ortak çabaların yokluğunu doğurmuştur." Altı çizilmeye değer bu satırlardan sonra yazarımız şu dikkat çekici cümleleri kuruyor: "Torunların dedelerine/ninelerine, evlatların annelerine-babalarına benzemediği bir çağı yani tırnak içinde torunlar ve sorunlar meselesini yaşamaktayız."
Evet, ülkemizde tarihî, kültürel, sosyal, siyasal ve ekonomik sebeplerle bugün torunlarla dedelerinin ve ninelerinin birbirini anlamakta zorlandıkları; evlatların da ebeveynleriyle "kuşak çatışmaları" yaşadıkları bir süreci yaşamaktayız, bugün... Ancak süreci bizzat yaşayan bizler, "mesele"nin farkında olmak yerine, ortaya çıkan sonuçlardan, karşımızdaki muhataplarımızı sorumlu tutmakla yetinmekteyiz, sadece...
Yazarımız, sözlerine yine son derece önemli şu tespitlerle devam ediyor:
"Süreçler o kadar hızlı gelişiyor ki, süreçlerin ne'liğini veya mahiyetini kavramak çok kolay bir şey değil. Böylesi bir sürecin kavranamamasının en büyük nedeni, orta ve ileri yaşların üzerinde olanların; gençlerin içinde bulunduğu çağın ve sürecin nasıl geliştiğine dair tecrübelerinin olmayışıdır. Bu durumun neticesinde veli-çocuk, öğretmen-öğrenci ve benzeri kategoriler arasında oluşan kopukluğun en büyük nedenlerinden biri, çocukların veya gençlerin, yazılı, işitsel ve görsel gücü bulunan sanal dünyanın dinamiklerine olan yabancılıktır."
Yazarımız, bu son cümleyle ilgili olarak şu açıklamayı dipnotta zikretme gereği duyuyor ve şu önemli bilgiyi paylaşıyor bizlerle…
"Burada, velinin çocuktan; öğretmenin öğrenciden önce kullanılması bilinçli bir tercihtir. Zira asıl kopan, çocukların ve gençlerin, çağın hangi dinamiklerinden beslenerek geldiğini bilmedikleri için onları anlayamayan ve onlarla iletişim kuramayan veliler ve öğretmenlerdir."
Yetişkinlerin, gençlere olan yabancılığının hangi sonuçlar doğuracağı hususunda ise yazarımız şu kanaati taşımaktadır:
"Bu yabancılaşmanın derinleşmesi, gençleri, pragmatik olarak vasıta gören siyasal ve kapital unsurlar tarafından hem kategorileştirmeye hem de manipülasyona açık hale getirmektedir. Oysa gençler ailenin, cemiyetin ve millet-devletin ayakta kalması için çok önemlidir. Bu ayak yıkılırsa tüm kurumlarımız üzerimize çöker ve altından kalkamayız."
Yine yazar, eserinde -bizim de aynı kanaati taşıdığımız- şu görüşlerini paylaşıyor bizlerle…
"Gençliğin çok önemli olduğunu belirten filozoflara, âlimlere ve düşünürlere karşın son dönemde gençliği hep sorun olarak gören medya yazıları, siyasetçiler, psikologlar ve eğitimciler-akademisyenlerin varlığına şahit olmaktayız…"
Bu cümlesinin akabinde, gençliği bir sorun olarak değil, "mevzu" olarak ele almanın gerekliliğini savunan yazarımız, başta Hz. Peygamber (SAV) olmak üzere filozof ve düşünürlerin, gençliğe yönelik felsefi yaklaşımları çerçevesinde, gençliğin sekülerleşme, tüketim ve sanallaşma içindeki durumu ile kimliklerinin ve duruşlarının yeniden inşâsının nasıl olacağı konuları üzerinde durulacağını ifade etmektedir.
Buraya kadar aktardığımız bilgiler sonucunda şu önemli netice cümlesini kurmak isteriz: Eğitimciler tarafından "insan hayatının en plastik dönemi" olarak adlandırılan ve şekil/biçim almaya en müsait devre olarak kabul edilen gençlik çağının önemi ve değeri konusunda ne yetişkinler ne de günümüzün gençleri olarak "farkındalık" şuuru içinde olduğumuz söylenemez. Birtakım şer odakları tarafından günümüzün gençleri, ait oldukları kuşaklar harflerle tanımlanmakta ve onlar "asi, söz dinlemez/laftan anlamaz, başına buyruk kimseler" olarak gösterilmekte; yetişkinler de "gençlerin halinden anlamayan, dünyadan haberi olmayan, geri/eski kafalı kişiler" olarak tanıtılmaktadır. Görüldüğü üzere, "birbirini dinleme ve anlama" noktasında iki grubun da hiçbir açık kapı bırakmasının söz konusu olmadığı bir ortam "başarıyla"(!) oluşturulmuştur, bu odaklar tarafından…
Son olarak biz de gençliği bir "sorun" olarak değil, onu "tanımaya ve anlamaya değer" bir mevzu; bir "önemli konu" olarak gördüğümüzü ifade ederek son noktayı koymak istiyoruz…
Sonraki yazıda konuya devam etmek üzere sağlıcakla kalınız.
Mehmet Emin Ay