2022 yılının son günleri, insanların birbirlerine kutlamalarda bulunduğu, yeni yılın onlara bol şans ve mutluluklar getirmesini diledikleri günlerle geçti… Aynı günler, şans ve talih oyunlarını yöneten şirketlerin, insanlara çok para kazandırma vaatlerini astronomik rakamlara cazip bir halde ortaya sürdükleri ve son kozlarını oynadığı günlerdi…
Bugün 2023'ün ilk günlerindeyiz… "Çağımızda insanları bilgi, değil algılar yönetiyor" diyenleri haklı çıkaracak şekilde oluşturulan birtakım algıların; kararlarımıza, kanaatlerimize ve fikirlerimize yön verdiği bir zamanda yaşıyoruz. "Bol şans" ve "talih kuşu" gibi olumlu; "kör/kara talih" gibi olumsuzluk taşıyan kavramların hayatımıza girip yerleştiği; "nasib"in ve "kısmet"in ise hayatımızdan çıkıp bizi terk ettiği dönemlerin girdabındayız nice bir zamandır…
Artık bir karara varmamız; "inancıyla davranışı uyumlu" bireyler olmamız gereken noktadayız. Başka türlü bu ikilemden ve çıkmazdan kurtulmak mümkün görünmüyor vesselâm…
Bundan sonraki satırlarda, öncelikle "şans" ve "talih" kavramlarına, dinimizin öngördüğü bakış açısıyla bir müslüman olarak nasıl bakmak ve gerçek mutluluğu nerede aramak gerektiğini; asıl bedbahtlığın ve mutsuzluğun ne olduğunu incelemeye çalışacağız… Zihniyetimizi ve anlayışımızı tahakkümü altına alan kapitalizmin ve sekülerizmin boyunduruğundan kurtulamadığımız sürece, Müslümanca düşünmenin de mümince yaşamanın da mümkün olamayacağı gerçeğinden hareketle bu çabanın, yazar için de okurlar için de son derece önemli olduğu kanaatindeyiz.
Tarihte "Şans" ve "Talih" kavramları…
Kur'an-ı Kerim'in gönderildiği coğrafyanın sakinleri olan Cahiliyye dönemi Arap toplumlarında "şans" ve "talih", mutluluk ya da mutsuzluk vesilesi olarak gördükleri iki önemli kavramdı... Mutluluğu "saâdet"; mutsuzluğu ise "şekâvet" kelimeleriyle ifade eden bu insanlar, mutluluğu da mutsuzluğu da şans ve talihte aramışlar; bunun için de yıldızlara ve kuşlara -evet, kuşların hareketlerine- bakarak mutluluk ya da mutsuzluğa aday olduklarına inanmaya başlamışlardı. Arapların "uğur getiren, uğurlu" anlamını verdikleri ve "saâdet" kavramının kök harflerinden türettikleri "Süâd" ismini, bu işlerde doğrudan etkisinin olduğuna inandıkları bir yıldıza vermiş olmaları tesadüf değildir. Günümüzde piyango şirketlerinin, ikramiye kazanma şansını bir "talih kuşu" figürüyle özdeşleştirip insan kitlelerine sunması da tesadüf değildir!..
Yine cahiliye döneminde insanlar, saâdetin tam karşıtı olan "şekâvet" kelimesini de "mutsuzluk, büyük talihsizlik, sefalet, ümitsizlik, zorluk ve ızdırap" anlamlarında kullanmışlar; bunların sebebini de yine şanssızlık ve talihsizlikte görmüşlerdir. Günümüzde de yaşanan olumsuzluklarda kişinin sorumluluğu hiç sorgulanmamakta; insanların kendi elleriyle yapıp ettiklerinin sonuçları olarak görülmemekte; fakat başa gelenlerin sebebinin "kör talih" ya da "kara talih" olduğu düşünülmekte ya da insanlar bu şekilde düşünmeye zorlanmaktadırlar. Bu da bir tesadüf değildir!..
İslam Dini "Şans" ve "Talih" kavramlarına nasıl bakar?
İslam dininin gelişiyle birlikte hem Kur'an-ı Kerim'in ayetleri hem de Peygamber Efendimizin (SAV) hadislerinde saâdet ve şekâvet kavramlarının anlamlarında köklü değişikliklerin yaşandığı görülmüştür.
Bir kere en başta, insanoğlunun eline geçen ya da elinden kaçan şeylerin kaynağında şans ve talihin değil, Allah Teâlâ tarafından takdir edilmiş olan "nasib"in ve "kısmet"in; bir de ilahi iradeyle onun için taksim edilmiş "rızk"ın bulunduğu ifade edilmiştir. Yine mutluluğu ve mutsuzluğu şans ve talihte aramak yerine, insanın kendisine yönelmesi, yaptıkları veya yapmadıklarına bakması ve Allah Teâlâ ile olan irtibatını, ibadet hayatını gözden geçirmesi emredilmiştir.
Öte yandan İslam, dünya ve ahireti birlikte ele aldığı ve hayatı bir bütün olarak değerlendirdiği için saâdet ve şekâvete de "dünyevî" ve "uhrevî" olmak üzere iki boyutlu anlamlar yüklemiştir. Böylece hem dünyada hem de ahirette mutlu olmayı; yine hem dünyada hem de ahirette bedbaht duruma düşmekten sakınmayı emretmiştir. Oysa ne şans ne de talihin, "ebediyet âlemi" olan ahirete dair hiçbir söylemi, sahip olduğu hiçbir ideali söz konusu değildir!..
Saâdet ve Şekâvet'i nasıl anlamalıyız?
İslam dininin öğrettiği saâdet hem bu dünyadaki hem de ahiretteki mutluluğu ifade eder. Bununla beraber İslam insana, "dünya, ahiretin ekim yeri" olduğu için önce bu dünyada mutlu olmanın yollarını aramayı salık verir. Bunun için de başlı başına bir saâdet kaynağı olan dine ve onun insanlar için hayat kaynağı olan prensiplerine sarılmayı emreder. Çünkü din, "hem bu dünyada hem de ahirette kişiyi mutlu kılacak ilahi kuralların tamamı olarak" tanımlanır. Bu kurallar bütünü, kişiye dinini, aklını, canını, malını ve neslini korumayı emrederken bunların aynı zamanda dünyadaki mutluluk için de en önemli vesileler olduğuna dikkat çeker.
Ahiret saadetine gelince, Allah'ın emir ve yasaklarına saygı duyarak yaşanan bir hayatın sonunda O'nun rızası ve hoşnutluğuna nâil olmak; ebedi hayatın huzur ve mutluluk kaynağı olacak cenneti ve cennetteki nimetlere sahip olma hakkını kazanmaktır.
Şekâvet ise, hem bu dünyada karşılaşılacak hüsran hem de ebedi alemin mutluluğunu kaybetmektir. Bu dünyada kazanç gibi görülen yanılsamaların, mahşer gününde acı hakikatleriyle yüzleşmektir şekâvet… Üzerinde daha fazla durmayı, irdelemeyi gerektirecek öneme sahip olan bu kavram, yeterince anlaşılamadığı için günümüzün insanı, elde ettiği birtakım dünyevi kazançların fani olduğunun ve kendisini ebedi kazançtan mahrum bırakacağının da farkında değildir… Aynı şekilde, "Dillerin bağlanıp, ellerin ve ayakların konuşacağı; gerçek anlamda mutlu (saîd) ve asıl bedbahtların (şakî) kimler olacağının ortaya çıkacağı" bir günden, bugünün müslümanları olarak da yeterince haberdar olduğumuz söylenemez…
Konuya devam edeceğiz. Gününüz, haftanız ve bundan sonraki hayatınız, öncekinden hayırlı ve bereketli olması dileğiyle sağlıcakla kalınız efendim…
Mehmet Emin Ay