İslami ilimlerde bütünlük sorunu: Fıkıh ve tasavvuf
[من تفقه ولم يتصوف فقد تفسق، ومن تصوف ولم يتفقه فقد تزندق،
ومن جمع بينهما فقد تحقق]
"Her kim tasavvuf öğrenmeden fıkıh öğrenirse fasık olur. Her kim de fıkıh öğrenmeden tasavvuf öğrenirse zındık olur. Her kim de ikisini cem ederse hakikati bulur."
İslam düşüncesinin teşekkülünde dini ilimlerin birer disiplin olarak ortaya çıkma süreçleri ve birbirleriyle ilişkileri üzerine birçok veçheden tahliller yapılabilir. Burada önemli olan bunların bir bütünün parçaları olup, birbirlerine zıt konumlanmadıklarının farkında olmaktır. Müslümanların tarihi serüvenlerindeki zihinsel parçalanmaya karşı bütüncül yaklaşımı ifade eden disipliner anlamda üç ilim dalı teşekkül etmiştir: Fıkıh-Kelam-Tasavvuf. Dini ilimlerin bütünlük sorununa karşı en önemli çözüm bu olsa gerektir. Biz burada kelam ilmini şimdilik göz ardı edip, fıkıh ile tasavvuf arasındaki ilişki üzerinde duracağız. Bu yazı konuyla ilgili genel tasvir ve kanaatleri içerecek olup, derinlemesine bir araştırma mahiyetinde değildir. Bir anlamda fıkıh-tasavvuf ilişkisine giriş mahiyetinde bir deneme yazısıdır.
İslâm düşüncesinde fıkıh ve kelamdan sonra meşruiyetini en son elde eden metodoloji tasavvuf ilmi olmuştur. Hicri dördüncü asırda birçok tasavvuf müellifinin tasavvufun da İslâmî ilimler içerisinde bir yerinin bulunduğunu ispatlama yöneldiği gözlemlenmektedir. Mesela Ebû Nasr es-Serrâc (ö. 378/988) tarafından Cibrîl hadisinden hareketle böyle bir yönelim başlatılmıştır. Bu telifler sonraki dönemlerde sonuç vermiş ve tasavvuf ilmi, tevhid esasına dayalı olarak amel ve ihlas (ahlâk) gibi pratik yönü yanında, metafizik boyutta Tanrı-âlem ilişkisine izah getirebilen teorik bir bilimsel yöntem olarak İslâm düşüncesindeki yerini almıştır. İlk bölümüne ait yönü hicretin üçüncü asrından itibaren var olmakla birlikte ikinci boyutuna hicri altıncı asrın sonu ve yedinci asrın ilk yarısında kavuşmuştur.
Fıkıh ile tasavvufun ortak kavramlarından biri marifet kavramıdır. İslam düşünce geleneğinde marifet/irfan kavramı, insanın Allah'ı, kendini ve âlemi tanımasını ifade eden anahtar kavramlardan biridir. İslami ilimlerdeki birçok kavram irfan ile aynı kökten türemiştir. Örneğin örf, tearuf, maruf ve arif bunlardan bazılarıdır. Bu kelimelerin ortak özelliği insanın manevi yönünü ifade etmenin yanında insanlar arası barışa yönelik iletişim ve etkileşimlerle de yakından ilgili olmalarıdır. İrfan, temelde insanla ilgili olup, insani olanı ifade eder. Nitekim tanımak, bilmek, keşfetmek Tanrı için değil, insan için söz konusu olan bir fiildir. İslam esaslarına göre bu kelime "marifetullah" terkibi ile ifade edilir. Yani insan, Allah'ı tanır. Cenâb-ı Allah için a-ra-fe / arif (yani tanıdı, keşfetti) fiilinin/sıfatının kullanımı caiz görülmemiştir. Allah Teâlâ ilim sıfatıyla bilir. Yani Allah alîm ve âlimdir, ancak insan âriftir. Ârif kelimesi de temelde Allah'ı bilen, tanıyan (ârif billah) anlamında kullanılmaktadır. Fıkıhta kullanılan örf ve tearuf kelimeleri de benzer toplumsal ilişkilere yönelik kavramlardır. Sonuçta maruf, Allah'ın emirlerine, akla, fıtrata, insan onuruna, ortak iyiye, barışa uygun söz ve fiillerde bulunmayı kapsayan geniş bir kavramdır.
İrfan kavramına en yakın kelime ise hiç şüphesiz marifet kelimesidir. Fıkıh kavramıyla da çok yakın ilişkisi bulunan marifet tasavvuf literatüründe "kendilik bilinci"ni ifade eder. Nitekim "kendini bilen, Rabbi'ni bilir /Men 'arafe nefsehû, fe-kad 'arafe Rabbehû" düsturu bunu veciz bir şekilde ifade etmektedir. Fıkıh ilmi bağlamında ise bunu Ebû Hanîfe'nin fıkıh tanımından hareketle ifade etmek mümkündür. O, fıkhı "Ma'rifetü'n-nefs mâ lehâ ve-mâ aleyhâ / Kişinin hak ve sorumluluklarını bilmesidir." şeklindeki tanımlamıştır. Bu açıdan meseleye bakıldığında bu tanım fıkhın bir anlama ve kavrama ameliyesi olması göz önünde bulundurularak, Müslümanların Kur'an ve sünnet metinlerinin sahih ve tutarlı bir şekilde yorumundan elde edilen tüm bilgileri ihtiva etmektedir. Tanımda yer alan marifet, delile dayalı olarak cüziyatı/tikelleri idrak etmektir.
Fıkhın formel bazı kurallarının varlığı onun ihlas, aşk, muhabbet gibi manevi konulara zıt olduğu anlamına gelmez. Fıkhın bu tarz kuralları, örneğin bir ibadeti Hz. Peygamber'in yaptığı şekle uygun olarak yerine getirme çabasının bir neticesidir. Fıkhın, nassların zahirine tutunması bir tür koruyucu tedbir olup, düşünceyi dile ve tercihlere hapsetmek değil, dinin aslını muhafaza ederek, onu zamana göre yorumlamaya imkân sağlamaktır. Yine fıkhı, hem teorik, hem tarihsel olarak salt hukuk veya salt teklif olarak okumak isabetli bir bakış açısı değildir. Öncelikle fıkıh kurucu tanımında olduğu üzere hak ve sorumluluk dengesini esas almakta, bununla birlikte metafizik imaları her zaman taşımaya devam etmektedir. Fıkhı diğer hukuk sistemlerinden ayıran en temel vasıflardan biri de bu yönüdür.
Fıkhı katı ve dar bir çerçeveye hapseden yaklaşım elbette ki isabetli olmayacaktır. Sırf teklif merkezli dar bir dinî anlayışın evrensel bir insan tasavvurunu gerçekleştirmedeki eksikliği aşikârdır. Burada bir diğer sorun ise teklif kavramının hatalı yorumlanmasıdır. Meseleyi sırf emir-nehiy dikotomisiyle sınırlamak, şekilci bir yükümlülük anlayışına indirgemek tek taraflı bir bakış açısı olacaktır. Hâlbuki teklif kavramını mesuliyet bilinci, Allah tarafından muhatap alınmanın vermiş olduğu bir değer ve de hak ve sorumluluklar dengesi olarak daha geniş bir zemine taşıyabiliriz. Evvelemirde teklife muhatap olmak olumlu bir durumdur.
Fıkhın İslami ilimler içinde merkezi bir konumda olmasında bir sakınca olmamakla birlikte Müslüman hayatını sadece fıkha indirgemek veya tasavvufu dışlayıcı bir yoruma götürmek problemlidir. Yine bunun aksine tasavvufu merkeze yerleştirmekte bir sakınca olmadığı halde, teklifi ihmal edecek bir şekilde fıkhi zeminin yok sayılmasına yol açacak yorumlar da kabul edilemez. Burada isabetli olan, birinin diğerini yok saymadığı bir düzlemde hem teklifin, hem de aşk ve muhabbetin birlikte var olduğu bir dini düşünceyi ve hayatı kurmaktır. Aslında her bir ilim dalı bir açıdan yekdiğerini içerir. Örneğin fıkıh ihlas, rıza, tevekkül gibi konuları mündemiç olduğu gibi, Hz. Peygamber'in sünnetini örnek alan tasavvuf da fıkhi konuları temel olarak içermektedir. Bu iki yaklaşımın birbirlerini tenkit etmeleri doğaldır; ancak dışlamaları hatalıdır. Buna ibadetten bir örnek vermek gerekirse abdestsiz namaz ne kadar aşk ve rıza halinde kılınmış olursa olsun fıkhi açıdan sahih olmadığı gibi, abdestli olmakla birlikte sadece zahiren eğilip kalkmak suretiyle namazın maneviyatı ve hedefinin ıskalanması da son derece eksik bir durum olacaktır.
İslami ilimler kendi içerisinde bir bütünlük arz eder. Örneğin irfanî yön olmadan bir fıkıh kifayetsiz kalacağı gibi, fıkhi yön olmadan tasavvuf eksik olacaktır. Bunu ifade eden çok veciz bir söz erken dönemlerden itibaren formüle edilmiştir. Şöyle ki "Her kim tasavvuf öğrenmeden fıkıh öğrenirse fasık olur. Her kim de fıkıh öğrenmeden tasavvuf öğrenirse zındık olur. Her kim de ikisini cem ederse hakikati bulur."
Tasavvuf ile fıkıh amaçta birleşirken, yöntemde ayrılırlar. Tasavvufun amacı dinin temel gayesini tespit etmek ve her şeyin merkezinde Allah'ın olduğu bilincine ermektir. Teknik tabiriyle sufilerin temel gayesi, iman-amel yani bilgi-eylem ilişkisini sağlıklı bir şekilde kurmaktır. Fıkhın da gayesi dünya ahiret saadetidir. Her ikisi de Hz. Peygamber'in bir veçhesini temsil eder. Fıkıh, hak ve sorumlulukları bilmek iken tasavvuf, aczini bilmek ve güzel ahlaklı olmaktır.
Pratik (ameli) olmak bakımından fıkıh ve tasavvuf aynı yerde dururlar. Klasik felsefi tasnifte ahlak ve ev idaresi, kısmen fıkıhla ama özellikle de tasavvufla ilişkili iken siyaset bilimi fıkıhla ilişkilidir. Yine ehlisünnet kelamı açısından bakıldığında klasik dönemde tasavvuf dinin deruni yaşantısı olarak görülmüş ve dini düşüncenin pratiğini gerçekleştiren ameli bir ilim olarak kabul edilmiştir. Mütekaddimin dönemde kelamcılar kendilerini tümel, fıkıh ve tasavvufun ise tikel bir çerçevede yer aldıklarını iddia etmişlerdir. Ancak klasik sonrası dönemde fıkıh ilmi, usul-i fıkıh vasıtasıyla, tasavvuf ilmi de İbn Arabi sonrasında metafizik yorumla açık bir şekilde tümel bir disiplin olduğunu iddia etmiştir.
Günümüz açısından bakıldığında temel sorun fıkhın lafızcılığı değil, doğrudan dini metinlere dayalı tikelci din anlayışıdır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi disipliner ilimler, dini düşünceyi bir sistem ve tutarlılık içerisinde hesabı verilebilir bir bağlamda temsil ederken, parçacı yaklaşımda bunlar bulunmamaktadır. Tasavvuf ilk dönemlerinde tikel rivayetler ve tecrübeler üzerinde ilerlemekteyken teşekkül aşamasında bir nazariye haline gelmiş ve tutarlı bir metodoloji oluşturmuştur. Nitekim tasavvufta nazariyesi olmayan amele şatahat adı verilmiştir. Bu durum fıkıh için de söylenebilir. Tikel rivayetlerden yola çıkarak bir nazariye ve yöntem kuran fıkıh, artık tikel rivayetlerle ameli terk edip, ancak nazariye ile irtibatı kurulabilen delilleri dikkate almıştır. Daha açık bir ifadeyle günümüz İslam dünyasındaki tikel rivayetler üzerine kurgulanan dini düşünce ve dindarlık bir anlamda şatahat mesabesindedir. Çünkü teorisi ve tutarlılık kaygısı bulunmamaktadır.
Kaynakça
Ahmed İbn Zerruk, Fıkıh ve tasavvuf ilimlerinin buluştuğu noktadan İslam tasavvufunun temel esasları, çeviri ve notlar: Ali Pekcan, İbrahim Aydın, Mustafa Topçu, İstanbul: Gelenek yayıncılık, 2015.
Başer, Hacı Bayram, Şeriat ve hakikat: tasavvufun teşekkül süreci, İstanbul: Klasik, 2017.
Haksever, Ahmet Cahid, Tasavvufu Anlama Kılavuzu, Ankara: Otto yayınları, 2017.
Serrâc, Ebû Nasr, el-Lüma', thk. Tâhâ Abdülbâkî Sürûr, Dârü'l-Kütübi'l-Hadise, 1960.
Türker, Ömer, "Birleşen ve Ayrışan Yönleriyle Usûl-i Fıkıh, Kelam, Tasavvuf, İslam Felsefesi", İslam düşüncesinin kurucu unsurları: Usûl-i fıkıh, kelam, tasavvuf, İslam felsefesi, Tartışmalı İlmi ihtisas Toplantısı, İstanbul 2016, s. 345-347.
Doç. Dr. Murat Şimşek
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İslam düşüncesinde mizaç (20.02.2020)
- Biyofıkıh bağlamda aşı uygulamaları (23.01.2020)
- Helal ekonomi araçları: Finansal modeller (01.12.2019)
- Müslümanların geri kalmasında İslam hukukunun rolü (var mıdır?) -II (20.11.2019)
- Müslümanların geri kalmasında İslam hukukunun rolü (var mıdır?) - I (01.11.2019)
- Leyla ile Mecnun metaforunda fıkhın makûs talihi (26.09.2019)
- Minimal metafizik bağlamda fıkhın doğuşu (26.08.2019)
- Ehlisünnet: Dünya ne satranç, ne de tavladır (01.08.2019)