İsrail'in, atalarıyla olduğu ileri sürülen bağlantıları temelsizdir. Bugün İsrail'de yaşayan Yahudilerin tamamının değilse bile ekseriyetinin kan itibarıyla iddia ettikleri gibi Yakup Aleyhisselam veya Esbat (12 Kabile) ile hiçbir bağ ve bağlantısı yoktur. Arthur Koestler'in 13'üncü Kabile adlı çalışması ve benzer çalışmalar bu gerçeği tescil etmiştir. Kısaca bugünkü İsrail'in Beni İsrail ile kan bağı temelsiz, en azından meşkûktür. İnanç bağı da öyledir. Bunun detaylarından birisi Tevrat'ın niteliğidir. Aslı değil ama yerine ikame edilen Tevrat (meşhur tabirle indirilen değil de uydurulan), efsanelere bulanmış bir kitaptır. Tarihi mevsukiyleti şüpheli olduğu kadar ihtiva ettiği tarihi bilgiler de güvenilmezdir. Kur'an-ı Kerim, bir tarih kitabı olmasa da tarihin özüne temas etmektedir. Tevrat ise adeta bir tarih kitabıdır ama tarihi verileri teğet geçmekte ve sunduğu verilere güvenmek mümkün değildir. Bu itibarla ihtiva ettiği mevzular İslam tarihinde İsrailiyat olarak geçer, anılır. Talmud da öyledir. İsrailiyat tarihten devşirilen efsaneler yumağı ve bütününden ibaret değildir. Bilakis günümüzde de İsrailiyat sürekli olarak kendini yeniden üretilmektedir. Roger (Reca) Garaudy, Salah Abdulfettah el-Halidi ile Abdulvehhab el Mesiri yeni İsrailiyat meselesine temas eden ve konularına ışık tutan eserler kaleme almışlardır. Revizyonist Yahudilik paralel bir İsrail tarihi üretmiştir. Garaudy İsrail'in kurucu mitleri kitabıyla bu yeni efsanelere ya da İsrailiyat'a temas eder. Revizyonist Yahudiler bu efsanelerin veya İsrailiyat'ın peşine düşerek yeniden bölgede ya da Filistin'de toplanmışlardır. Geçmişte Yahudiler bulundukları ülkelerin ya da Batı'nın başına bela idiler. Günümüzde ise Filistin üzerinden bütün dünyanın başına bela kesildiler. Yahudiler Şark'a gönderilerek belanın önü alınmış değil aksine bela küreselleştirilmiştir. Abdulfettah el Halidi ise İsrailiyat el Muasıra isimli kitabıyla da Garaudy'nin yazdıklarını tamamlamıştır. Siyonizm ansiklopedisiyle Abdulvehhab el Mesiri de bunların çığırını tamamlayan bir çalışma yürütmüştür.
Tam da bu noktada İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Garaudy'nin ifadesiyle İsrail efsanelerinin Halidi'nin ifadesiyle de modern İsrailiyat'ın üreticilerinden, mürevviçlerinden birisi haline gelmiştir. Bu modern İsrailiyat'tan birisi de Kudüs'ün İsrail'in ebedi başkenti olması iddiasıdır. Netanyahu 5 ay kadar önce yani Aralık 2017 veya Ocak 2018 tarihine tekabül eden günlerde yaptığı bir konuşmasında Kudüs'ün 3 bin yıl boyunca İsrail'e başkentlik yaptığı yalananı savurmuştur! Halbuki, Birinci Mabedin banileri Davud ile Süleyman Aleyhisselam'ın kurduğu devlet, arkalarından (Milattan Önce) 930 yılında ikiye bölünmüştür. Kaldı ki Philippe Bohstrom'a göre, Davud ve Süleyman Aleyhisselam döneminde Birinci Mabedin yapıldığı geleneksel inanışa göre doğru olmakla birlikte yine de Kudüs'ün söz konusu devletin başkenti olduğuna dair kesin bir kanıt yoktur. İspatsız ve mesnetsizdir. Yahudi kabileleri arasında birleşik kraliyet teşekkül etse de Yahudilerin başkentinin Kudüs olduğuna dair ciddi bir kanıt bulunmamaktadır. Hazreti Süleyman ve oğlundan sonra birleşik kraliyet ikiye ayrılmıştır. Kuzeyde Samaria'nın başkentliğini yaptığı İsrail Devleti güneyde ise Kudüs'ün başkentlik yaptığı Judah/Judea devleti. MÖ 587 yılında Babil Kralı Nebukennazzar Kudüs'ü yerle bir etmiş ve Birinci Mabed'i de yıkmıştır. Bilahare Pers Kralı Cyrus (Kyros) Babil'i yıkmış ve Yahudileri yeniden yurtlarına iade etmiştir. Böylece İkinci Mabet de kurulmuştur. MÖ 164 tarihinde Makabeler Kudüs'ü ele geçirmiş ve burasını yeniden ihya ederek, başkent yapmıştır. Nebukennazzar'dan Makabeler dönemine kadar geçen 456 yıllık sürede Kudüs sadece Yahudilere bir asırdan daha az bir süre başkentlik yapabilmiştir. Milattan Sonra 70 tarihinde Romalı General Titus Kudüs'ü yeniden yerle bir etmiş ve 130 tarihinde Romalı Kral Hadrian şehri yeniden putperestlik esaslarına göre inşa etmiş adını da Aelia Capitolina koymuştur. Titus'la birlikte Mabet ikinci kez yıkılmıştır.
Makabelerin Kudüs'ü başkent yaptıkları tarihten itibaren günümüze 2,108 yıl geçmiş ama bu zaman zarfında hiçbir zaman resmi olarak Yahudilerin siyasi başkenti olamamıştır. Sadece manevi ve gönül kentleri olmuştur.
Kısaca Philippe Bohstrom'un kaleme aldığı ve çürüttüğü gibi Netanyahu'nun tezi olan Kudüs'ün Yahudilerin üç bin yıllık başkenti olduğu iddiası safsatadır ve modern İsrailiyat arasındadır (https://www.haaretz.com/archaeology/.premium.MAGAZINE-jerusalem-the-not-so-eternal-capital-1.6096375).
Bibi'nin beyaz yalanlarından, efsanelerinden veya modern İsrailiyat'ından bir diğeri de Holokost konusunda Hitler'i Kudüs Müftüsü El Hac Emin el Hüseyni'nin ayartması, özendirmesidir. Bu, Bibi'nin Kudüs üzerinden Kudüs Müftüsü hakkında bir diğer yalanıdır. Müslümanların zalimlerin dışında mutlak olarak bir millete veya ulusa veya bir din veya mezhebe düşmanlık beslemeleri mümkün değildir. Bu kural dışı olur. Şartlı ve sınırlı bir yaklaşımdan bahsedebiliriz. El Hac Emin el Hüseyni ile birlikte Hitler'in Yahudi meselesine ayrı zaviyeden baktıklarını söyleyebiliriz. Müslümanlar ne inanç bazında ne de kan bazında Yahudileri mutlak düşman olarak kabul etmezler. Elbette odak olma noktasında bir dominant Yahudi karakterinden bahsetmek mümkündür. Bununla birlikte genelleştirmek doğru olmaz. Kimse kimsenin günahından mesul değildir ve keza bir topluluğa duyulan öfke, kin adaletsizlik sınırlarına ulaşmamalıdır (Nitekim ayette şöyle denilmektedir, "Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutun, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun. Bu Allah korkusu ile takva ehline daha çok yakışan (bir davranış) dır. Allah yaptıklarınızı hakkı ile bilmektedir.").
Müslümanlar gayri Müslimlere kan bağı üzerinden düşman olamaz. Olsa çocuklarını, kadınlarını da hedef almaları gerekirdi. Bunu kimse iddia edemez. İkinci olarak, inanç üzerinden düşmanlık yapmazlar. İnancı meşru görür ya da görmezler ama mücerret inanç farklılığı düşmanlık nedeni değildir. Aksi halde İslam Yahudileri ehli kitap olarak tanımazdı. İslam ötekilere karşı sadece eylem üzerinden tutum takınır bu da muharip olma özelliği taşımasıdır. İslam'a olan düşmanlığını fiiliyata geçirmesidir.
Netanyahu, Hitler'in Yahudileri sadece sürgün etmek istediğini, ancak 1941'de Berlin'i ziyaret eden Kudüs Müftüsü Hacı Emin el Hüseyni'nin "o zaman hepsi Filistin'e gelir" diye buna karşı çıktığını ve aklını ve gönlünü çeldiğini söylemiştir. İsrail Başbakanı, Müftü'nün "Peki o zaman ne yapayım" diye soran Hitler'e "Hepsini yak" dediğini iddia etmiştir. Netanyahu'nun Dünya Siyonist Kongresi'nde yaptığı bu konuşma büyük tepki çekti.
Netanyahu'nun sözleri tarihçiler tarafından da yalanlandı.
Babası tanınmış bir tarihçi olan İsrail Başbakanı'nın konuyu daha iyi bilmesi gerektiğini söyleyen Tel Aviv Üniversitesi profesörlerinden Dina Porat şunları söylemiştir , "Yahudilerin öldürülmesi ya da yakılmasını fikrini Hitler'e açan ilk kişinin müftü olduğunu söylemek yanlış. Dünyayı Yahudilerden temizlemek, daha müftüyle görüşmeden de Hitler'in politikasının merkezindeydi." Dina Porat'ın dediği gibi Netanyahu bu gerçeklere agah ise öyle ise hilaf-ı hakikat yalanları, bile bile söylüyor. Bu da onu profesyonel bir yalancı yapar.
Netanyahu'ya yakınlığıyla bilinen İsrail Savunma Bakanı Moşe Yalon da, İsrail ordu radyosuna verdiği demeçte "Nihai çözüm denilen soykırım, tabii ki müftünün fikri değildi. Hitler'in kötülük dolu beyninin ürünüydü" diye konuştu.
'Filistin: Tarihin dersleri ve Vakıanın Gerçekleri' başlıklı kitabında Üsame Şehade de bu meseleye temas ediyor. Daha doğrusu El Hac Emin el Hüseyni ile birlikte uzun bir dönem vakit geçiren Züheyr Mardini'nin tanıklığına başvuruyor. İddianın aksine Züheyr Mardini, 'El Hac Emin ile 1000 Gün' başlıklı eserinde bu hususta Hitler ile El Hac Emin el Hüseyni'nin Yahudilik meselesine bakışlarındaki nokta-i nazar farkını ortaya koyar. Hacı Emin El Hüseyni Yahudilik ile Siyonizm arasında ayrım yapılması gerektiğine vurgu yapar. Onun için mesele Yahudilik değil zehirli ideoloji Siyonizmdir. Buna mukabil Hitler için mesele Siyonizm değil Yahudiliktir. Netanyahu için ise mesele işlevseldir. Ona göre şimdi Hitler'in Yahudilere bir zararı yoktur ama El Hac Emin El Hüseyni mirası üzerinden Filistinlileri suçlamanın İsrail'e somut getirileri olabilir. Bunun için gerçekleri tersyüz ediyor. Hitler el Hac Emin el Hüseyni'ye aynen şöyle söylüyor:" Siz meseleye, işe duygularınızı katıyorsunuz. Halbuki, biz meseleyi bilimsel zeminde ele alıyoruz. Yarın seni bilimsel kurullarımıza götüreyim de meseleye nasıl yaklaştığımızı bir gör (Üsame Şehade, Filistin: Durus et tarih ve Hakaik el Vakı,s: 85/86).
Netanyahu yalanlarına doymuyor. Yahudiler bile kendisini tashih etmeye yetişemiyorlar.
Bunun dışında yeni tarihçiler arasında Netanyahu doğrultusunda yeni bir eğilim daha var. Gerek Hasan el Benna, gerekse Bediüzzaman gibi Müslüman dini önderlerin Hitler yanlısı olduğunu iddia ediyorlar. O dönemin şartlarında bazı devrelerde Reşit Ali Geylani gibilerin yaptığı gibi özellikle de İngilizler karşısında siyaseten Hitler'e sempati beslemek anlaşılabilir bir durumdur. Gücüyle, teşkilatçılığıyla sempati toplasa da gücü kullanma şekli itibarıyla sempatileri alıp götürmüştür. Şöyle söylemek mümkün: Ne Hasan el Benna ne de Bediüzzaman Netanyahu'dan daha fazla Hitler yanlısı değillerdir. Türkiye'de Ayşe Hür Bediüzzaman'ı, Mısır'da ise yeminli İhvan avcıları Hasan el Benna'yı kah İngiliz yanlısı (Muhammed Raslan) kah Hitler yanlısı göstermek (Abdulazim Ramazan gibi)için çırpınmışlardır. Güneş balçıkla sıvanmaz. Hasan el Benna da bizzat bu iddiaları kendi dilinden yalanlamıştır. Arada bir temas olmadığını beyan etmiştir.
Müftü'nün (el Hac Emin el Hüseyni) kendi adına Filistin davası için Hitler'le temas hattında olduğu başka bir gerçektir.
İslami kesimleri Hitler meftunu göstermek bazı ulusalcı akımların, kimi liberal kesimlerin ve tarihçilerinin hayallerini süslemektedir. Oysa ki, Hasan el Benna'ya göre, Nazizm ideolojisi de sömürgecidir. Aynen Siyonizm gibi.