Ortak kültürün yapı taşları
Cüneyt Arkın da nihayet dünyadan göçtü, aramızdan ayrıldı. Türkiye'nin tanınmış jönlerinden olan Cüneyt Arkın da ömrünü tamamladı ve ahirete göçtü. Belli ki 'erzeli'l ömr/yaşlılık' dolayısıyla ve akranlarının önden gitmesi ve onlardan kopması nedeniyle her geçen gün hayattan daha fazla uzaklaşıyor ve adeta ölümü arıyordu. Eşi çoluk çocuğu ona ölümü yakıştıramasa bile o çoktan ölümü kendisine yakıştırmıştı. Her gidenle manen ahirete göçüyordu. Önden gidenlere 'beni niye arkada bıraktınız' diye sitem ediyordu. Kendisini ahiret bakayası sayıyor ve geriye kaldığını düşünüyordu. Yaşadığı dünya ona, o da yaşanılan dünyaya yabancılaşıyordu. Yer yer yakınıyor ve önden giden akranlarına ve dostlarına hasretle 'beni bu gurbette unuttunuz, yalnız bıraktınız!' diye serzenişte bulunuyordu. Kenan Evren de muammer olan kişilerden birisiydi ve hayatının son demlerinde ötenazi istediği duyuluyordu. Belirli yaştan sonra belki de hayat çekilmiyor. İnsan hayattan bıkıyor. Çevresi daralıyor. Hastalıkların ve yalnızlığın pençesine düşüyor. Yinede bazılarının geçkin yaşına rağmen hayata dört elle sarılmaya, tutunmaya çalıştığını gözlemliyoruz. Böyle insanlar da elbette var. Allah kimseden yaşam sevincini almasın.
Burada Hazreti Yusuf'un (AS) ölüm temennisinin hikmeti de anlaşılıyor. Dünyanın hep soğuk ve aldatıcı yüzünü görüyor. Bir peygamber olmasına rağmen mükerrer bir şekilde dünyanın sillesini yiyor. Bu nedenle de isyan belirtisi göstermeden Allah'tan ahiret yurdunu diliyor. Firavun'un eşi Asiye sabrına karşılık Allah'tan cennette bir ev istiyor. Yusuf Aleyhisselam ise sadece ahiret yurduna vuslatı arzu ediyor. Eriha önlerinde ölüm meleğine yakalanan Musa Aleyhisselam'dan da farklı rivayetler aktarılıyor. O da rivayete göre son demlerinde atalar yurdunu görmek ve bir an evvel ataları Yakup ve Yusuf'un ve kardeşlerinin geldiği yere ulaşmak, geri dönmek istiyor. Araya Beni İsrail'in serkeşliği giriyor. Süreç uzuyor. Halbuki arada bir adım ve atımlık mesafe kalmıştır. Lakin 'dön' buyruğu alan Musa Aleyhisselam bu arzusunun hilafına ilahi iradeye boyun eğiyor. Sonra nöbeti Yuşa Bin Nun devralıyor. Hayat nesillerin nöbetinden ibarettir.
Çocukluğumuz Cüneyt Arkın'ın filmlerini izleyerek geçti. Kahpe Bizans'ı onun rolleriyle tanıdık. Beyaz perdeye aktarılan senaryo ve filmlerden öğrendik. Bununla birlikte vefatından sonra gazeteleri göz gezdirirken benim için de kapalı olan bir gerçeğe nüfuz ettim ve anlama kavuştuğunu gördüm. Yabancı ülkelerde gösterilen filmlerde Cüneyt Arkın ismi yerine George Arkın ismini kullanırmış. Bir defasında Kahire'de okurken Tahrir tarafından Ezher yönüne doğru geliyordum; gayri ihtiyari gözüm film afişlerinin asıldığı duvara ilişti. Kafamı kaldırmamla birlikte Cüneyt Arkın'ın afişteki silüetini gördüm. Hatta o anda Cüneyd'in anlam olarak Mehmetçik olduğu da aklıma düştü. Onun bir filmi yakınlardaki sinemalarda gösterime girmiş olmalıydı. Zannederim filmin başlığı şu idi: 'Tişu'ş Şebab/Gençlerin Çılgınlığı veya Taşkınlığı' anlamına gelen bir ibare. Lakin başroldeki sanatçının ismi Cüneyt Arkın yerine George Arkın yazılmıştı. Bunda bir gariplik vardı. Bir yanlışlık olduğunu düşündüm. Bunu biraz da Mısırlıların batı veya batılı hayranlığına, sevdasına verdim. Cüneyt Arkın yerine Geoge Arkın ismi onlara daha cazip gelmiş olmalıydı. Lakin hakikati Cüneyt Arkın'ın vefatından sonra öğrendim. Bu hakikat gazetelere aksettiği kadarıyla şöyle: Filmleri farklı isimlerle dünyanın dört bir yanında gösterildi. 'George Arkın' adıyla oynadığı Western kuşağı veya tarzı filmleri Latin Amerika'da büyük sükse yapmış ve kalabalık bir izleyici kitlesine ulaşmıştır. İran'da Fahrettin, Uzak Doğu'da 'Lee Arkın' adıyla tanındı. Demek ki Kahire'de gösterime giren bu film batılıların ve Latinoların algısına hitap eden filmlerden birisi idi.
Beyaz perde üzerinden tarihi sevdirdi. Malkoçoğlu, Kara Murat ve Battal Gazi efsaneleriyle gençlere rehber oldu.
Oğullarından birisinin dediği gibi Türkiye'nin birlik çimentosu ve harçlarından birisiydi. Beyaz perde üzerinden Türk halkının duygularına tercüman oldu ve temsil ettiği kahramanlarla birlikte birlik ve beraberliğin sembollerinden birisi haline gelmiştir. Bu yönüyle Türk halkının sevdiği isimler ve sanatçılar arasına girmiştir.
Ortak kültürün günümüzdeki yapı taşlarından birisi olmuştur.
Merhum Ahmet kabaklı şöyle bir anekdot anlatırdı. Türk halkının ortak kültürünü oluşturan bazı unsurlar ve öğeler vardır. Osmanlı döneminde bunlar Süleyman Çelebi'nin Mevlid-i Şerifi, Mehmet Bican'ın Envar el Aşikin adlı eseri. Ahmet Bican'ın Ahmediye adlı eseridir. Yine Muhammediye gibi kitaplar ortak kültürü inşa eden yapı taşları hükmünde olmuşlardır. Cumhuriyet döneminde de bunlar aşınmalarla birlikte kısmen işlevini sürdürmüştür.
Bu kitaplar destan hükmündedir. Her milletin destanları vardır ve onunla ayakta kalır. Yıkıldıktan sonra yeniden hamle gücü kazanır ve ayağa kalkar. Firdevsi'nin Şehnamesi ve Homeros'un İlyada adlı eseri bunlardan bazılarıdır. Ayağa kalkmak için tarihe dayanmak lazım. Tarihi mücessem hale getirmek için de destanlara ihtiyaç vardır. Destanlar ölerek ayağa kalkmayı hikaye eder.
Hindistanlı şair ve yazar Altaf Hüseyin Hali'nin geride bıraktığı Musaddas adlı eseri şaheser bir destandır. Sahabe yöntemiyle ayağa kalkmayı anlatır: Musaddas e-Madd o-Jazr e-Islam ( İslam'ın Gelgiti Üzerine Bir ağıt şiiri). Aligarh'ın kurucusu Seyyid Ahmet Han ilham perisi olduğu bu eserle alakalı olarak şunları dile getirecektir: Urdu şiirinin modern çağının Musaddas'ta yazılı olan tarihe tarihlenmesi tamamen doğru olacaktır. Bu şiirin zarafetini, güzelliğini ve selaset ve akıcılığını anlatacak ifade bulamıyorum... Şüphesiz ben onun ilham perisiyim. Bu şiiri en güzel işlerimden biri olarak görüyorum ki, Allah bana yanında ne getirdin diye sorduğunda, "Musaddas'tan başka bir şey getiremedim! Ondan kıymetlisini bulamadım" diyeceğim.
İlhamı doğuran ilham!
İlham ilhamı doğurmuş İkbal de bu ifadeye bir nazire düşmüştür.
Türk milletinin yakın tarihteki sıkıntılarıyla ilgilenen İkbal, bu ilgisini daha 1911'de Trablusgarp Savaşı şehitleri için yazdığı şiiriyle terennüm etmiştir. Burada İkbal, huzuruna çıktığı Hz. Peygamber'in kendisine hediye olarak ne getirdiğini sorması üzerine cennette bile bulunmayan bir hediye getirdiğini söyleyerek içinde Türk şehitlerinin kanının bulunduğu şişeyi Resûlullah'a takdim eder.
Ebu'l Hasan en Nedevi de İslam'ın Gelgiti Üzerine Bir Ağıt kitabının muhtasar ve nesir bir versiyonunu kaleme almıştır. Med ve Cezir Fi Tarihi'l İslam başlığıyla yayınlanmıştır.
Cüneyt Arkın'ın vefatı böyle çağrışımlara neden oldu. Allah rahmet etsin.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Bağdat Paktı'ndan bölgesel NATO'ya! (27.06.2022)
- Kuruyan nehirler ve kıyametin ayak sesleri (24.06.2022)
- Kaynakların çeşitliliği, çeşitliliğin birliği (21.06.2022)
- Kitabın ve İslam’ın direği! / Şam fitnesi: Şam müjdesi (16.06.2022)
- Müddessir ve Sahil (13.06.2022)
- Kimyanın bozulmasıyla içten çökmek (11.06.2022)
- Müslümanların kırmızı çizgisi (06.06.2022)
- Münih mutabakatına atıflar ve yatıştırma ve kızıştırma politikaları (03.06.2022)