İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan Türkiye'ye damladı. Bu ziyaretin Suudi Arabistan veliahdı Muhammed Bin Selman ve İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid'in ardından gelmesi dikkat çekti. Ayrıca Türkiye'de İsrailli turist kafilesine yönelik eylemin son anda deşifre edilerek engellenmesinin, bu ziyaretin gündemiyle alakalı olabileceği varsayılıyor. Bazı İranlı şahsiyetlerin esrarengiz bir biçimde ölmelerinin ve bunun da Mossad'ın bu ülkedeki faaliyetlerine bağlanmasının ardından İran İstihbarat Başkanı Hüseyin Taib özensiz bir biçimde misilleme eyleminde bulunmak isterken baltayı taşa vurdu ve bu nedenle de koltuğu sallandı. Taib'in İstanbul'daki ekiplerini bir turist kafilesine yönlendirmesi üzerine suikast planının ortaya çıkarıldığı ve eylemin son anda deşifre edilmesiyle birlikte operasyonunun akim kaldığı ifade ediliyor. Bu zincirleme fiyaskolar üzerine Taib'in kızağa çekileceği iddiaları gündeme gelmişti.
İsrail ile İran arasında Türkiye sahasında çekişme üzerine İranlılar bir açıklama yaparak İsrail'in Türkiye ile İran arasındaki ilişkileri bozmak istediğini ileri sürdüler.
Müzakere edilecek bir başka konu ise Ürdün Kralı II. Abdullah'ın CNBC'ye doğruladığı bölgesel NATO projesi olmalıdır. Kimileri buna bölgesel askeri ittifak veya iş birliği diyor, kimileri de bölgesel NATO adını veriyor. Ürdün küçük bir ülke olsa da işlevsel anlamda bölgesel ve uluslararası ittifakların odağında ve kavşağında bulunuyor. Bu plana göre benzeri ülkeler bölgesel NATO şemsiyesi altında buluşacaklar. Pentagon'a göre bu askeri pakt Ortadoğu'daki müttefikler arasında koordinasyon sağlayacak. Düşmanları caydıracak! Özel operasyon karargahları ile birlikte hava savunmasında radar sistemleri birleştirilerek erken uyarı sistemi kurulacak. Bu erken uyarı sistemi de askeri karargah ya da operasyon merkezi ile bağlantılı olacak. Bu da bizi bu yeni sistemden veya askeri pakttan en fazla İsrail'in yararlanacağı kanaatine götürüyor. Neden?
Zira Kudüs Kılıcı operasyonunda Gazze'de Hamas ile Hizbullah ortak askeri komuta merkezi kurmuşlardı ve çatışmaları oradan yürütüyorlardı. Bu mini NATO projesi ona bir misilleme olmalı! Hamaslı komutan Muhammed el-Sinwar, (Mayıs) 2021'deki 11 günlük Seyfü'l-Kuds (Kudüs Kılıcı) çatışması sırasında Lübnan Hizbullahı ve İslam Devrimi Muhafızları Ordusu'nun (IRGC) ortak komuta odasında hazır bulunduğunu ifşa etti. Bu küçük çapta da olsa bölgesel ittifaka karşı İsrail merkezli bölgesel mini NATO tasarlanıyor. Joe Biden'ın 13-16 Temmuz tarihleri arasında bölgeye yapacağı ziyaret sırasında bu konunun da gündemde olacağı ifade edilmektedir. Burada elbette Hizbullah ile Hamas zikredilmeden doğrudan İran tehdidi vurgulanmaktadır. Konuyla ilgili Beyaz Saray açıklamasında güdülen amaçla alakalı iki husus vurgulamıştır.
Birincisi, İran kaynaklı tehdit! İkincisi de, İsrail'in bölgeye daha fazla entegre edilmesi ve katılması.
Mustafa Kazimi ile basın toplantısında İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi umulanın aksine İsrail'in tanınmasının onun güvenliğini artırmayacağını söylemiştir. Bence de yerindedir.
Körfez İşbirliği Teşkilatı'nın toplantısına Biden'a ilaveten Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Sisi, Ürdün Kralı Abdullah da katılacak. Trump gitti, Biden geldi; ne değişti? Benzeri manzaralar Mayıs 2017 Riyad zirvesinde de yaşanmıştı. Sisi ve Kral Abdullah ile birlikte Irak Başbakanı Mustafa Kazimi de katılımcılar arasında yer alacak! Bununla birlikte Bağdat Paktı veya BOP'un ardından mini bölge NATO'su projesi ile ilgili Ürdün Kralı Abdullah'ın dışında müspet veya menfi görüş belirten çıkmadı. Bu da bölge ülkelerinin coşkulu olmadıklarını gösteriyor. BOP'un akim kalmasından sonra Trump da kendi imzasını taşıyan Yüzyılın Pazarlığı projesini ortaya atmıştı. Gidişiyle birlikte unutuldu. O da rafa kaldırılınca bu defa Netanyahu gibiler tarafından geçmişte gündeme getirilen bölgesel mini NATO mesele temcit pilavı gibi yeniden ortaya atılmıştır.
Ürdün Kralı Abdullah zaman zaman ilginç çıkışlar yapmaktadır. 2003 yılında ve sonrasında Amerikan işgali ile birlikte Pandora'nın kutusunun açıldığını söylemiştir. Ardından Irak kapılarının İran'a açılmasıyla da bölgede Şii Hilalinin doğmakta olduğuna parmak basmıştır. Sonuçta Ürdün hassas bir ülkedir ve havadan nem kapmaktadır. Bu da onun güvenlik reflekslerini güçlendirmiştir.
Bu gibi kamplaşmalarda (mihver) temkinsiz hareket ettiğinde de daima kargaşaya sürüklenmiştir. Kral Birinci Abdullah'ın Mescid-i Aksa'da öldürülmesi ve Şerif Hüseyin'in Kara Eylül vakasına yakalanması da bunlar arasındadır. Bazen Nasirizm dalgalarıyla boğuşmuş bazen Suriye rejimiyle karşı karşıya gelmiştir. Bazen de ezelden barışık olmadığı Necd yönetimiyle ve Vehhabilerle ters düşmüştür.
Biden'ın gündeme getirdiği bölgesel NATO konsepti 1955 yılında komunizme ve Sovyetler Birliği'ne karşı kurulan Bağdat Paktına benzetiliyor. İngiltere'nin yanında bu pakta Türkiye, Irak, Pakistan ile Irak da dahil olmuştur. Lakin Sovyetler Birliği ya da komunizm rüzgarlarıyla mücadele adı altında kamufle edilen bu oluşum gerçekte İsrail'i kollamakla mükelleftir. O dönemlerde Ürdün bu pakta dahil olmasa da İsrail ile gizli kapaklı ilişkiler kurmakta başı çekmektedir. Dönemin Amerikan elçisi Suriye yönetiminden Muhammed Maruf ed Devalibi ile görüştüğünde 'SSCB yerine bizimle olun' diye telkinde bulunur. Devalibi'nin mukabelesi şöyle olur: Biz komunizme karşı sizinle birlikte olmaya can atarız ama araya İsrail'i sokmayın! Komunizm bize ters bir ideolojidir. Siyonizm ise daha yakın bir düşmandır. Onunla birlikte olamayız. Bunun üzerine Amerikan Büyükelçisi şunları söyler: Ürdün'ü izlemenizi öneririz. Bizimle birlikte olmak istiyorsanız; İsrail'i seçeceksiniz. Devalibi ise Filistin'i işgal eden bir güçle birlikte olamayacaklarını söyler ve diyalog bu noktada kopar.
Tarihçi Müeyyed el Vindavi'ye göre Bağdat Paktı'nın amacı SSCB'yi çevrelemek ve güneye sarkmasını önlemektir. Afganistan'dan Türkiye'ye kadar önünü kapatmaktır. SSCB'nin Irak ve Körfez'e inmesine set vurmaktır. Tarihçi Saad Nasif el Cemili ise tarihe tanıklığında şunları anlatmıştır: İngiltere'nin pakta girmesi sırasında Avam Kamarası'nda yapılan tartışmalar sırasında bu paktın İsrail'e mutasavver etkileri konuşulmuştur. SSCB meselesi çok dar kapsamda ele alınmıştır.
Menderes ile birlikte paktın kurucularından olan Nuri Said Paşa 1958 darbesiyle birlikte indirilmiş ve ardından öldürülmüştür. İki yıl sonra da Adnan Menderes indirilecek ve idam edilecektir. 24 Mart 1959 tarihinde ise Irak'ın yeni yöneticisi Abdulkerim Kasım Bağdat Paktı'ndan çekilme kararı alır. Böylece oluşum dağılır.
Tarihçiler, Nuri Said'e yapılan darbenin arka planında Bağdat Paktı meselesi olduğunda birleşirler. Nuri Said Paşa bu pakta düşman olan Nasır gibi liderler tarafından cezalandırılmıştır. İsrail ile ilişkilerde bölgede ileri karakol mesabesinde olan Ürdün İngiltere'nin teşviklerine rağmen frene basar ve pakta katılmakta tereddüt eder. İç tepkilerden çekinir. Ürdün Kralı Hüseyin kamuoyu muhalefetinden ve bazı bakanların karşı oluşlarından ve Nasır'ın karşı propagandasından ürkmüştür. İstediği halde Bağdat Paktı'na katılamaz. 19 Ocak 1956 tarihinde pakt ve eksenler düşüncesine karşı olduğunu açıklar. Ürdünlü yazarlardan Abdullah el Mecali bu yeni paktın bir anlamda Bağdat Paktı'nın yenilenmesi olduğunu savunmaktadır. Bu yeni paktın iki hedefinden birisi İsrail'i korumaktır. Bu husus Bağdat Paktı'nın ruhunda da vardı. İkincisi ise SSCB yerine İran'ı ikame etmektir.
Bakalım pakt gün yüzüne çıkabilecek mi? Yoksa doğmadan solacak mı?
Mustafa Özcan