Her ne kadar Kur'an kaynaklı Müddessir ifadesi, 'örtüsüne bürünen Peygamber kalk ve uyar' anlamına gelen bir sure veya ismi taşımakla birlikte Hindistan'da çocuklara verilen isimlerden birisidir. Başlıkta yer alan Müddessir ve Sahil Hindistanlı iki Müslüman çocuğun ismidir. Bu çocukların hikayesi veya özelliği, Hindistan polisi tarafından kimlik cinayetine kurban gitmeleri, kasten ve gözetilerek öldürülmesidir. Bu, Hindutva ideolojisinin veya teolojisinin yani Hinduizmin üstünlüğü, yüceliği inancının beslediği sekterist bir cinayettir. Çocukların öldürülmesini azmettiren husus onlara yönelik kin ve bu kini besleyen düşmanlık duygusu, dalgası ve kültürü olmalıdır. Hindistan bin yıl Müslümanların egemenliği altında kaldı ve bu sürede İslam barışı bütün ülkeye hakim oldu. Farklı kimliklerdeki insanlar barış ikliminde ve içinde yaşadılar. Çünkü İslam çoğunluğa amirdir. Müslümanlar ayrım gözetmediler. Hindular da Müslümanlarla birlikte yaşamaya ve yaşama alıştılar. Lakin 1882 yılından itibaren Mısır üzerinden nasıl İngilizler Türk düşmanlığını körükledilerse 1857 yılındaki büyük isyandan sonra İngilizler Hindistan'da da 'parçala ve yut' politikasına hız verdiler. Bu politikayı gözeterek Hinduları yanlarına çekerek Müslümanları iktidar dümeninden uzaklaştırmak istemişlerdir. Müslümanlara karşı yabancılaştırma politikası izlemişlerdir. Zira Müslümanlardaki yönetim genleri tazedir ve bu muharrik unsur olarak İngilizlere karşı çıkma potansiyeli taşımaktadır. Müslümanların siyasi liderliği olmadan Hindular İngilizlere etkin bir biçimde karşı çıkamazlardı. Aligarh gibi ekoller üzerinden kimi Müslümanlar cihada ve yabancıların boyunduruğuna karşı çıkmaya yabancılaştırıldılar. Hindular da Müslümanlara yabancılaştırıldı. İngilizler Hindulara karşı yanına çekme ve kazanma politikası izlediler. Böylece Müslümanları yalnızlaştırdılar.
1947 yılından itibaren de Mahatma Gandi gibi Müslümanlarla birlikte yaşamı esas alan politikacılar suikastla ortadan kaldırıldı ve Kongre Partisi gibi ülkenin yapısını dikkate alan partiler de zamanla zayıfladı ve altından 1857 ruhu taşıyan ve Müslümanlara aman vermeyen ve göz açtırmak istemeyen politikalar ve politikacılar çıktı, sivrildi. 1947 yılından itibaren gelişen Hindulaştırma akımı giderek de sertleşiyor. Sonunda işi Hazreti Peygambere hakarete kadar vardırdılar. Önce Hindistan Arap denizi karşısında İsrail'e karşı dikkatli bir tutum takındı. Araplar gevşeyince o da gevşedi. Daha doğrusu Arapları kazanmak için önce İsrail'den uzak durdu. Lakin Arapların İsrail'e hervele yaptıklarını görünce o da ipleri gevşetti. Zamirini ortaya koydu ve İsrail ile ilişkilerini geliştirmeye başladı. Sonunda İslam dünyasına karşı İsrail ile Hindistan politikaları aynı dalga boyunda yükselmeye başladı. Adeta iki ülke bir blok vaziyetine geldiler. Doğum tarihleri gibi seyir takipleri de birbirini izledi. Tarafların düşmanı aynı idi. İslam dünyası... El Kuds el Arabi gazetesinin başyazısında değindiği gibi Hindistan İsrail'in adımlarını izlemekle meşgul bulunmaktadır (Başyazı/8 Haziran 2022) Her ikisi de İslami sembolleri hedef alıyor. Bunlar arasında camiler (Babri Camii ve Mescid-i Aksa örnekleri) üniversitelerde başörtüsü gibi hususlar var.
Müşterek unsurlardan birisi de savunmasız masum kitleleri ve bu meyanda çocuklara da ilişmek ve onları da fiziki olarak tasfiye etmektir. Saleh el Naami adlı İsrail uzmanı Filistinlinin yazdığı gibi İbrahimizm dalgasını köpürtenlerin göz ardı ettikleri gibi Haham Shapira ve Eltzur'un katkılarıyla hazırlanan Kral Yasası (Şeriatı) kodifikasyonu çalışmasında Arapların çocuklarının öldürülmesi meşrulaştırılmaktadır. Nitekim, buna binaen terörist Amram Ben-Uwel Filistinli Devabişe ailesini çoluk çocuk demeden ortadan kaldırmıştır.
Dolayısıyla her iki manevi ortak da 1947 yılında İngiliz sömürgeciliği mirası üzerine kuruldukları gibi aynı zamanda giderek daha fazla birbirine benzemekte ve birbirini model almaktadır. Modi hükümeti Assam eyaletinde Müslümanlara yönelik bir temerküz kampı inşa etme planı hazırlamaktadır. Batılılar özellikle ABD rakip olarak Çin'i gördüklerinden Çin'in Doğu Türkistan'daki benzeri politika ve eylemlerini gündeme getirirken müttefik saydığı Hindistan için kılını kıpırdatmamaktadır. Keşmir'de özerkliğin kaldırılması meselesini sessizce geçiştirmişlerdir. Batı adaletin değil daima seçili gündemlerin peşinden gitmektedir.
Nitekim Churchill, Müslümanlarla Hinduları birbirine kışkırtan ifadelerinden birisinde şöyle demiştir: Hindular tezlerini ve argümanlarını tafsil ederken Müslümanlar kılıçlarını biler. Bu ifadeden anladığımız şudur: Hindular tezleriyle ve delilleriyle konuşurken Müslümanlar kılıç vasıtasıyla konuşmaktadır! Olaylar dün de bugün de Churchill'i tekzip etmektedir. O ki 'Araplar, sadece dayaktan anlar. Alınlarının ortasına yapıştıracaksın' diyen adamdır.
Mustafa Özcan