Kur’an’a profan saldırı
İsveçli müseccel marka bir meczubun (Rasmus Paludan), Türkiye elçiliğinin önünde Kur'an yakması elbette uygunsuz olmakla birlikte hayırlara da vesile olabilir. Şer, hayra dönüşümlüdür. Bize şerden hayır çıktığını öğreten de yine yakılan yüce kitabımızdır. Kur'an, iki kapağı arasında Müslümanların da kendisini terk etmelerinden veya mehcur bırakmalarından yakınıyor.
Peygamber (sav) dedi ki: "Ey Rabbim! Doğrusu kavmim şu Kur'an'ı terk edilmiş halde bıraktılar." Biz de aynı kökenden hicran diye bir kelime kullanıyoruz. Sevenle sevilen arasındaki bağ ve ilişkilerin kesilmesinden kinaye olarak hicran diyoruz. Vuslatın karşılığına ve ayrılığa hicran diyoruz. Kur'an ile Müslümanlar arasındaki bu türden bir ilişki var. Hicran ilişkisi. Kur'an ile ilişkimiz hicran düzeyindedir. Kısaca Kur'an, Müslümanların kendisini terk etmesinden yakınıyor. Şimdi de İsveçli bir meczup çıkmış Müslümanları kışkırtmak için Kur'an yakıyor. Lakin bu olay, sadece bir meczubun kendinden menkul veya kendinden kaynaklanan bir hareketi olamaz. Olayın faili belli ki Müslümanların manevi hazinelerine ilişmek isteyen derin mahfil ve yapılarla muvazaa halindedir. Bunun öncüllerini de artçılarını da gördük veya göreceğiz. Bununla birlikte İsveç'te yaşanan bu olayın üç ayların arifesine denk gelmesi, olaylar zinciri veya reaksiyonu üzerinden bize, Kur'an-ı Kerim'i hatırlatmaktadır.
Olay, Müslümanlara kutsal değerlerini ve Kur'an-ı Kerim'i hatırlatıyor. Belki de bu olayın hayırlı tarafı budur. Bu vesile ile Müslümanlar umulur ki Kur'an ile gevşeyen bağlarını yeniden tamir ederler, vuslat ve iletişim haline geçerler. Müslümanların umursamaz tutumu karşısında Kur'an mahzundur. Bu mahzuniyet, bu vesile ve üç ayların girişiyle ortadan kalkar. İmam Gazali'nin dediği gibi Müslümanların pratik imamı Hazreti Peygamberdi (sav), teorik imamı ise Kur'an'dır. Pratik imamın irtihalinden sonra Müslümanlara yol gösterecek tek Kur'an ve Peygamberin geride bıraktığı miras olan Sünnet-i seniyye kalmıştır.
Müslümanların değerini bilmediği Kur'an-ı Kerim'in kıymetini gayri Müslimler bilmektedir. Onların nazarında Kur'an, Müslümanlara bırakılmayacak kadar değerlidir. O nedenle de pratikte Kur'an ve ezana, Müslüman kadına saldırıyorlar. İngiliz Müstemlekeler Bakanı Gladstone bilahare başbakan olmuştur ve görevleri sırasında elinde Kur'an ile Avam Kamarasına çıkarak şu sözleri sarf etmiştir: "Bu kitap, Müslümanların elinde oldukça biz onları yenemeyiz. Yani onlar bize ram olmazlar" demiştir. Mısır'daki İngiliz Yüksek Komiseri Lord Cromer de Kur'an kurslarıyla alakalı olarak aynı endişesini dile getirmiştir. Müslümanların tek dayanağı ve semadan inen tutamakları Kur'an-ı Kerim'dir. Müslümanlar ona tutunurlarsa yollarını şaşırmazlar.
Kur'an nüshalarının tümünü yaksalar bile Kur'an, Müslümanların kalbinde saklı ve gömülüdür, hafızların hafızasındadır. Masum olduğu kadar masundur. Ona ağyar eli değemez. Nasıl şehitler ölmez ise aynı şekilde Kur'an'ın da yakmakla nuru söndürülemez, ortadan kaldırılamaz. O, sinelerde saklıdır. Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Ama kâfirler istemese de Allah (cc), nurunu tamamlayacaktır. Kur'an-ı Kerim'i yakmak isterlerken Kur'an, nurunu alevlendireceklerdir.
Bu mesele bir yönüyle de Şaron'un Mescid-i Aksa'yı bastığı eylemi hatırlatıyor. Nasıl? Önce olayı hatırlayalım. 28 Eylül 2000'de İsrail eski başbakanlarından Ariel Şaron'un Mescid-i Aksa'ya baskın düzenlemesiyle Kudüs merkezli olarak İkinci İntifada patlak vermiştir. Olayın öncesinde Şaron, işgal altındaki Kudüs'ün Eski Şehir bölgesinde bulunan Mescid-i Aksa'nın avlusunda gezinerek, tepinerek "Tapınak tepesi ellerimizdedir, Yahudilerin en kutsal mekânlarından biri olan burayı ziyaret etmek her Yahudi'nin hakkıdır. Burası hep İsrail bölgesi olarak kalacaktır" demiştir. Bu sözleri, Mescid-i Aksa'da bulunan Filistinlilerin ayağa kalkmasına neden olmuştur. O gün, Mescid-i Aksa'nın avlusunda yoğun güvenlik önlemleri alan İsrail güçleri ile Filistinliler arasında çıkan çatışmada 7 Filistinli şehit oldu, 250 kişi yaralandı. Olayda, 13 işgalci İsrail askeri de yaralanmıştır. "İkinci İntifada" adı verilen bu çatışmalar, önce Kudüs'te başladı sonra yayılarak Batı Şeria ve Gazze'ye sıçradı.
Dönemin başbakanı olan Ehud Barak Arafat ile birlikte Camp David II müzakerelerini sürdürmektedir. Lakin mesele, Kudüs ve Mescid-Aksa'nın geleceğine ve statüsüne dayandığında müzakereler tıkanır ve düğümlenir. Bunun üzerine Filistinlilerden intikam almak isteyen Barak, Şaron'u Mescid-i Aksa'nın üzerine salar. Adeta 'belanızı bulun' der. Ehud Barak, benden sonrası tufan ve Filistinlilere anladıkları türden bir ceza vermek gerekir diyerekten bin polis eşliğinde Şaron'u Mescid-i Aksa üzerine sürmüştür. Arkadan iteklemiştir.
Stockholm 'de Türk Büyükelçiliği önünde yapılan Kur'an yakma seansı da benzerdir. İntikam alma amaçlıdır. Gerçi ondan önce de bu ülkede ve bölgede tetikte bekleyen sefihler zümresi ve meczuplar tayfası vardır. Lakin son olayda bir muvazaa da vardır. Şaron olayında olduğu gibi polis, faili kösteklemek yerine azmettirmiştir. İsveç'in NATO üyesi olma istekleri, Türkiye'nin karşı talepleriyle zora ve çıkmaza girince İsveç meczuba izin verdi ve harakiri yaptı. Dolayısıyla son olayda meczup Rasmus Paludan, Şaron'un rolünü oynadı. Belki de bilmeden küresel intifadanın fitilini çekti.
Üç aylar hürmetine Kur'an ile aramızdaki hicran sona ersin.
Mustafa Özcan
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Allah’a kafa tutan İlluminati (20.01.2023)
- Zaman ayarlı şifreler (16.01.2023)
- Mısır'ın yedinci harikası (13.01.2023)
- Mutluluğun gölgesinde yürümek (09.01.2023)
- Doğrular hiyerarşisi (06.01.2023)
- Şeriat nazarında şeyh mürit ilişkisi! (02.01.2023)
- Kubeysiyat: Baciyan-ı Şam (30.12.2022)
- 21’inci yüzyılın nevruzu (26.12.2022)