Büyük Adam Takıntısı
Sorulardan ev yapmaya çalıştığım önceki yazılarımdan birisinde, yeteneklerden bahs etmiş ve yetenek dağılımları ve insan-diğer canlılar ekseninde değerlendirmelerde bulunmuştum. Yetenek hususu özellikle insan söz konusu olduğunda pek çok gelişime kaynaklık ederken, pek sorunu da beraberinde getirir. Yeteneklerin kaynağı ona sahip olanların kendileri de değildir. Yetenekleri bir kenara bırakalım, sıradanlığın kaynağı bile asla ve asla rasgelelik olamaz. Çünkü rasgelelik diye bir şey yoktur.
Fransız düşünürü Moreno yeteneklerin kaynağının Allah olduğunu söylerken, onları geliştirmenin yolunun yardımcı egolarla beslenmelerinden geçtiğini ifade eder. İnsana ve diğer canlılara ibretle bakmayı becerebilen birisinin yetenekler konusunda sağlıklı bir düşünme imkanına kavuşup kaynağın O'nda olduğunu hissetmesi ve kabulü eğer yaratan da bunu murâd ederse mümkündür. Yaradanın murâd etmesinin önemi insanların kalplerinin ve ruhlarının onun kudret elinde olmasındandır.
Yetenekli insanların hayata ve insanlığa büyük katkılar sağladıklarını biliyoruz. Thomas Carlyle'nin 'Büyük Adamlar Okulu' diye bir teorisi vardır. Bu teori, tarihin, büyük adamların özgeçmişlerinin sonrakilere aktarımından ibaret olduğunu belirtir. Bu teoriye göre bazı kişiler belirli niteliklere sahip olarak doğarlar ve bu nitelikler onların her yerde ve her zaman önder olarak ortaya çıkmalarını sağlar. Onlar bu niteliklere sahip olarak doğarken başkaları neden doğmaz! Sorulardan ev yaparken konu üzerinde tefekkür etmeye çalışmıştık. Dede Efendi'nin arkadaşını neden tanımıyorum diye bir soru da sormuştum hatta. İşin hakikati şu ki, insan imtihan edilirken devreye sokulan pek çok faktör vardır. Aile, ülke, inanç iklimi, maddi varlıklar, eşler, çocuklar, yetenekler vs vs.. Bunlar ve daha pek çok faktör durağan ve her insanda aynı olabilecek faktörler değildir ve insan her birisinden etkilere maruz kalarak bir kişiliğin ve yargılar topluluğunun merkezi haline gelir. İşte o merkez insanlara, hadiselere ve bütünüyle kâinata, hem de iki kâinata bakış açısı itibariyle imtihandadır. Büyük kâinat ve kendisi. Yaratılmışlığının bir sonucu olarak, yaratıcı tarafından, küçük bir kainat bile olsa büyüklenme ve kibirlenme imkanı elinden alınan insanın buna rağmen büyüklenmesi ve kibirlenmesi kendisi ve insanlık açısından iyi sonuçlar doğurmaz. Hatta bezen çok kötü sonuçlar doğurabilir.
Mü'min insan Allah'ın kendisine verdiği yetenekleri de, verilen diğer nimetler gibi kabul eder ve ona göre davranır. Yetenek nimetinin de şükrünü getirir. Bundan uzaklaştığı ve yeteneğinin sebebine değil sonuçlarına mahkum olmaya başladığı andan itibaren o yetenek kendisine hükmeden bir tirana dönüşmeye başlar. Bir mümin için büyük bir felaketin başlanğıcıdır bu. Hele bir de bu yetenek efkâr-ı umumiye tarafından alkışlanıp doruk noktalara taşınırsa durum daha da içinden çıkılmaz hale gelebilir. Yetenekli insanlarımızın ve özellikle de sanatkarlarımızın dünyasına içe ve dışa doğru büyüyen helezonlarla yaklaştığımızda bunun çarpıcı ve rahatsız eden misalleriyle karşılaşabiliriz. Mü'min olmayan için sorun yoktur. Çünkü o zaten üstünlüğüyle böbürlenen ve isyan bayrağını açan ateşler şahının hakimiyet alanındadır.
Zaman zaman karşılaştığım için biliyorum. Sanatkarların benlik duygularının ve büyüklenmelerinin onlara yakıştığını söyleyenler vardır. Kimsenin hakkı bulunmadığı halde, önemli bir konuda hüküm koymaktan farksızdır bu durum. Çünkü hüküm koyucu olan Hakimler Hakimi, hiçbir insan arasında ayrıcalık oluşturmamış, önderlik için gönderilen peygamberler hariç hiçbir insan masum olarak kabul edilmemiştir. İnsanların üstünlüklerinin ölçüsü olarak sadece ve sadece takva ön plana çıkarılmıştır. Yüzlerin, renklerin, ırkların, yeteneklerin, sanatkar olmanın, eserlerin, alkışların, diğer insanların o insan hakkındaki hüküm ve kanaatlerinin ve kısacası takva hariç hiçbir unsurun onu başkalarından üstün kılması imkansızdır. Peygamberler bile büyüklenmez ve üstünlük taslayarak kibirle arz-ı endâm etmezlerken, sırf sanat yeteneğine sahip oldukları için birilerinin bu hakkı kendilerinde görmeleri ve takipçilerinden bazılarının da bunun onlara yakıştığını söylemeleri meselenin genel fotoğrafı içinde çok rahatsız edicidir ve aşağılayıcıdır aslında. Ve mü'minler için bir o kadar da üzücüdür. Oysa bütün bunların farkına varabilenler, kaynağı iyi bildikleri için ancak şükür ve tevazu mimarları olmalıdırlar. Lakin durum böyle değildir ve yanaltıcıdır. Yanıltıcıdır çünkü izleyenler sanatkârın böyle olması gerektiği zannıyla ters ve eğreti bir ölçü meydana getirir zihninde. Yanıltıcıdır çünkü sanatkâr birey, sanatının ve yeteniğinin ortaya çıkardığı ve büyük takdir gören eserlerinin mahkumu durumuna düşme eğilimi taşır. Bu gerçekleşirse o kişi artık ulaşılamaz ve başkalarının anlamakta zorlanacakları, seviyelerinin onun çok çok altında kaldığını kabul ettikleri bir fenomene dönüşür. Hayranlık ve ululamanın birbirine karıştığı, insanüstülük ve yaratıcı olma duygusunun şirk cehenneminin sınırına varacağı bir sırat yolculuğudur bu. Büyük adam takıntısının hayat imtihanında nasıl bir engelleyiciye dönüştüğünün göstergesidir.
Oysa var eden değilseniz, size bir başka noktadan veriliyorsa bir şey, ancak ve ancak şükran ve minnet duygusuyla haddinizi bilmeniz gerekir. Çünkü siz sadece emanet edilensiniz. O emanet geri alınacaktır ve nasıl kullanıldığı size sorulacaktır. Yeteneklerin ve sanat kabiliyetinin de bu sınırın dışına çıkması mümkün değildir. Bu nedenle bütün eserlerin sadece insanların imbiğinden değil, günü gelince, doğru ve yanlışın açıkça ortaya çıkacağı mahşer gününde o mükemmel terazinin kefelerinden de geçeceği aşikardır.
Çünkü kaynak Allah ve O'nun sıfatlarıdır. Yaratan ve ruhundan üfleyen O'dur.
Bunun üzerinde de bir sonraki yazıda duralım nasip olursa…
Nurullah Genç
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.