Şiirin iki kutbunu ve onun şeytanî karanlığını ifadeye çalışırken, elbette bir sonraki tahlil Rahmanî aydınlığına dair olacaktı. Aydınlık ve karanlık kavramları onları yaratanın yüklediği mânâlara dayandırılarak kullanılmazlarsa, zulmet ve nûr birbirine karıştırılmış olur. Bu durumda aydınlıktan bahs ederken ve hatta onu bayraklaştırıp karanlığı yererken saplanıp kaldığı ve içinde çoğaltmaya başladığı karanlığı anlayamaz olur insan. Bu nedenledir ki, kiminle konuşursanız konuşun, karanlığa karşı mücadele etmekten dem vurabilir, karanlık için mum yakmaktan söz edebilir ya da söze "ben yanmadan, sen yanmadan…" diye başlayabilir. Öyleyse gerçek nerededir, doğru kimdedir ve karanlık neresidir! Aydınlık ve karanlık kavramlarını yaratanın onlara yüklediği mânâya işte tam bu noktada müracaat etmek ve yaşanan karışıklığı ortadan kaldırmak gerekmektedir. Aksi takdirde Allah'ın zulmet ve nûr dediğini anlayamayıp farklı ve yanlış tarifler ortaya koyan insanın karanlığı ortadan kaaldırmak için yakmayaca çalışacağı mum, daha büyük ve yeni karanlıkları beraberinde getirecektir. Günümüz dünyasında aydınlık götürmek iddialarıyla insanlığı karanlığa gömenlerin fotoğrafına bakmak yeter diye düşünüyorum. İlginç bir durum hakikaten. Karanlıkta olmak ve aydınlık sandığı karanlık için aydınlık mücadelesi vermek.. İnsan yanılgısının tuhaf boyutlarından birisi de bu.
Bir de aydınlığı ve karanlığı yaratana inandıklarını söyleyip kalplerinde bunun zıddını taşıyanlar vardır ki, onların karanlıkları daha bir katmerlidir, kallavidir, şedittir. Çünkü onlar aynı anda hem karanlığı hem de aydınlığı aldatmaya çalışırlar. Fakat kendilerini aldatmaktan öteye gidemez bu durum. Onların hâlini Bakara Sûresin'nde öyle çarpıcı bir şekilde anlatır ki Kur'an-ı Kerîm, her okuduğumda veya hatırladığımda yeniden sarsılır kalbim ve "Rabbim, bizi asla onlardan ve inkârcılardan kılma" diye dua ederim.
"14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: "İman ettik" derler. Şeytanlarıyla başbaşa kaldıklarında ise, derler ki: "Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla) yalnızca alay ediyoruz."
15- (Asıl) Allah onlarla alay eder ve taşkınlıkları içinde şaşkınca dolaşmalarına (belli bir) süre tanır.
16- İşte bunlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almışlardır; fakat bu alış-verişleri bir yarar sağlamamış; hidayeti de bulmamışlardır.
17- Bunların örneği, ateş yakan adamın örneğine benzer; (ki onun ateşi) çevresini aydınlattığı zaman, Allah onların aydınlığını giderir ve göremez bir şekilde karanlıklar içinde bırakıverir.
18- Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı dönmezler.
19- Ya da (bunlar) karanlıklar, gök gürültüsü ve şimşek(ler)le yüklü, 'gökten şiddetli bir yağmur fırtınasına tutulmuş gibidirler ki, yıldırımların saldığı dehşetle'; ölüm korkusundan parmaklarıyla kulaklarını tıkarlar. Oysa Allah kafirleri çepeçevre kuşatıcıdır.
20- Çakan şimşek neredeyse gözlerini kapıverecek; önlerini her aydınlattığında (biraz) yürürler, üzerlerine karanlık basıverince de kalakalırlar. Allah dileseydi, işitmelerini de görmelerini de gideriverirdi. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir.
21- Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki sakınasınız."
Şiirin karanlığında ise Rahmanî aydınlıktan nasiplenemeyenler yaşarlar. Saparlar ve saptırırlar. Ne yazik ki şiir, yukarıdaki ayetlerde tesvir edilen görünüş inanıcısı, kalp inkârcısının zaman zaman aldatma aracı olmaktan da kurtulamaz.
Karanlığını ve sapkınlığını şairinden alan tehlikeli şiirin karşısında duran şiir, o aydınlık şiir ise öyle esrarlı bir kelâm güldestesidir ki, sağlam şiir olabilmesi için şiirin bütün unsurlarına vakıf olması kaydıyla, okuyanı bir zümrüdüanka gibi kanatlarına alır ve derûnî âlemin engin ufuklarına uçurur. Çünkü o şiirin şairi:
-İman etmiştir ve dolayısıyla hakikatin ve hikmetin arayıcısıdır. Şiiriyle da arar durur bir ömür var edenin sonsuz sırlarını. Söz onun için insanları etkileyip baş döndürücü bir vasfa sahip olmanın çok ötesindedir. Sözü söylemenin de hesabı vardır ve söylediği her sözün ve dolayısıyla şiir sözünün veya kelâmının da hesabını verecektir. Şiirinden de milim milim hesaba çekileceğine olan inancı tamdır.
-Salih amel işler. Gösterişi, ikiyüzlülüğü, dedikoduyu, laf taşımayı, böbürlenmeyi, riyâyı vs sevmez. Âdeta Necip Fazıl'ın "Beni Allah tutmuş, kim eder âzat!" sırrınca yaşar. Bütün samimiyeti ve ihlasıyla yönelir hikmeti var edene. Yüzü gibi aydınlıktır kalbi de. Allah'tan başka hiç bir gücün önünde eğilmez. Yalnız, yapayalnız kalmayı, ölmeyi göze alır ama haksızlığa karşı sessiz kalamaz. Bu nedenle onun şiir imbiğinden süzülürken kelimeler, nûranî varlıklara dönüşür ve okuyucunun dünyasında parlamaya başlar. İnsana dair gecenin yıldızları olur kelimeler. Duygu ve fikriyatın buluştuğu yerde mücerret mimarî bir yapıya tebdil ederek pencerelerinden sonsuzluğun sırlarına perde aralar. İnsan hayal dünyasının toprak kokulu tarlalarında umut veren başaklar gibi yükselir. Başaklar doldukça eğilir şairin boynu. Daha bir şükürle atar adımlarını yeryüzünde. Kibirle yürümeyi sevmez çünkü Yaratan'ın kibirle yürümeyi sevmediğini bilir. Ayrıcalıklı olduğu fikrinde değildir çünkü bu duyguyu cennetle müjdelenenler bile yaşamamış ve yaşatmamışlardır. Büyüklük taslamaktan Allah"a sığınır çünkü büyüklük sadece O'na mahsustur. Bilir ki duyguları, aklı, yetenekleri, bilgiyi; kısacası şiirin bütün müracaat alanlarını yaratan O'dur. Kendisi sadece uçma yeteneğini kullanan bir kuş kadar, yüzme yataneğini kullanan bir balık kadar ayrıcalıklıdır ve büyüklük taslayabilir.
-Allah'ı çokça anar. Zikir sadece normal kelâm ikliminde değil onun şiir ikliminde de bütün güzelliğiyle var olur. Rabbe olan telmihler çeşitli sanatlar yoluyla bir ahenge bürünür. Allah'ın yarattığı kainat güzelliğinin zerreden nihai büyüklüğe kadar tercümanı olur.
-Peygamberimiz Efendimizin Veda Hutbesi'ndeki tavsiyesine uyar. Başkalarına zulmetmez ve kendisine de zulmettirmez. Zulme uğrasa da kendisini ve ümmeti savunur. Çünkü o, şiirin bir amaç değil, Hakk'a giden yolun ve hikmetin bir aracı olduğunun şuûrundadır.
İşte şiirin Rahmanî aydınlığı bu özelliklere sahip bir şairin dünyasında var olabilir ancak. Şuarâ Sûresi'nin bende meydana getirdiği tedailerin bize dair boyutu da böyledir. Bu boyut Rahmanî aydınlıkla donanmıştır. Hayatın öze dair ışığının şiirden geçtiğinde meydana getireceği helezonik etki alanı sadece ve sadece insanı güzelliklere yönlendirmenin adına dönüşür. Orada çirkinlik yoktur. Orada toprağın bereketi, sırların zarafeti hakimdir imgelere.
Aydınlığın hakikatine selam olsun.