Prof. Dr. Teoman Duralı

Canlı - canlı olmayan

İnsan, tarihinin ilk safhalarından beri varlığını sürdürmek kaygısından kalkarak doğayla çok yönlü ilişkiler kurmuştur. Doğada yüz yüze geldiği varolanların, olayların kimini yararlı, kimisini de sakıncalı görmüş. Yarar ile sakınca ayırımını öncelikle türlü açılardan kendine benzer bulduğu varolanlar üzerinden ele aldığı düşünülebilir. Beslenmek için yemiş devşirirken, bunun yanısıra savunmak ama- cıyla avlanırken çevresini gözlemiş; ekip biçerken de, kendine yardımcı olacak hayvanları evcilleştirirken de birtakım ufak tefek denemelere girişmiştir. Böylece insan en eski çağlarda bile çağımız biyologunun pek çok görevini yüklenmiş, bunlar üstünde kafa yormuştur.

Hem tür, hem birey olarak insan, biryığın varlık arasından kimi canlıları kendine daha yakın; bir bakıma da kendini onlarda bulmuştur. Gerçi kişi, ço- cukluk çağında kendisini, algıladığı bütün varolanlara yansıtır. Aslında eski metinlerden yahut başka belgelerden çıkarımlayabildiğimizce, insanlığın en eski dönemlerinde dahî durum böyle olmuş olmalı. Nedir peki, insanın kendinde farkedip de ilk elde öteki tekmil varolanlarda görür gibi olduğu bellibaşlı özellikler? Doğmak, gelişip üremek, böyle yaparken birtakım hedeflere yönelmek ve nıhâyet ölmek. İnsanın, kendisinde farkettiği söz konusu özellikleri, başka varolanlarda da görmesinin yahut görmeğe çalışmasının sebebine gelince, bu sorunun bir tek cevabı olmasa gerek.

Tarihte olduğunca kişinin özgeçmişinde de —bu arada, gelenekler ile eğitimin etkisiyle— zamanla, az önce sıralanmış, ana özellikleri paylaşan varolanlar ve onlardan ayrılanlar arasında bellibelirsiz bir sınırın çekildiği gözden kaçmıyor. Bu ayırtetme işlemi, zihnin gelişmesinemi yoksa başka türden kaynaklaramı bağlı, bu da büyük ölçüde bulanık kalmıştır.

Ancak, seçikce bilinen bir konu varsa, o da, öncelikle Akdeniz dolaylarında doğup gelişen Batı medeniyetlerinin, insan kafasını bir ikiliğe, bir dualitasa yatkın bulmasıdır: Canlı – cansız karşıtlığı.

CANLININ, ARİSTOTELES'CE ELE ALINIŞI

İşte, Akdeniz[1] dolaylarında boy atmış Anadolu, Mesopotamya, Mısır medeni- yetlerinin[2] somut, soyut çeşitli verilerinden yararlanılarak Eskiçağ Ege medeni- yetinde felsefe-bilim kurulmuş ve onun kurumlaşıp gelenekleşmesi sağlanmıştır. Asıl konumuzu pek çok aşan, yine de temâs etmeden geçemeyeceğimiz önemli bir soru var burada: Bilim anlayışı, daha yalın bir söyleyişle, bilim nedir?

Bu soruyu Aristoteles, şöyle cevaplandırmıştır:

  1. "Bütün insanlar, tabiatları gereği bilmek isterler. Bunun da en önde gelen belirtisi, duyumlara tanıdıkları önem sırasıdır."
  2. "Hayvanlar, izlenimler ile anılara dayanarak yaşarlar. Oysa insan türü, yapabilirlik ile akla yaslanarak varlığını sürdürür."
  3. "Yapabilirliğiyse, deney doğurur. Deneysizlik, gelişigüzelliğe yol açar. Sözgelişi, tek tek hastaların birer birer hastalıklarına teşhis koyan hekim, mesleğinde uzmanlaşır."[3]
  4. "Deney, cüzlerle uğraşmaksa, yapabilirlik, tümellerin bilgisidir. Her iki bilgi, birbirini gerektirir..."[4]
  5. "Yapabilen, varolanların nedenini bilendir."[5]
  6. "Deney alanında çakılıp kalmış kimse, varolanların nedenlerini bilme- yendir. Basit işci, belli bir el uzluğu isteyen işle ömür tüketen kişidir. Usta, buna karşılık, belirli alanda yer alan cüzler arasındaki ilişkileri tanıyan, o alanın tümel bilgisine erişmiş kimsedir. Başka bir anlatımla: Çırak, ateşin sıcak olduğunu bilmesine karşılık, usta onun neden sıcak olduğunu bilir.[6]
  7. "Bilgelik (Y sofia), belirli nedenler ile ilkelerin bilgisidir."[7]
  8. "Bilge, şu hâlde olabildiğince çok şeyi ayrıntıya inmeksizin —tümeli bilen, onun parçalarını da— bilir."[8]
  9. "Yalnızca kendiçin arzulanılan bilim (Y epistēmē), uygulanabilirliğiçin istenenden, aranandan bilgeliğe daha yakındır."[9]
  10. "Başta gelen ilkeleri barındıranlar, bilimler içinde en sağın olanlardır. Bunlar, çok az sayıdaki ilkelerden kalkarlar —aritmetik, geometri gibi."[10]
  11. "Hâlbuki ek ilkeler üstüne kurulmuş —tıp yahut fizik gibi— bilimler, daha az sağındırlar."[11]
  12. "İnsanlar, ayın, güneşin değişen durumlarına, yıldızlara, oluşların hepsine, kısacası evrene hayretle baktılar. İşte, bu hayret, şu hayran bırakan şaşırtıcı olup bitenler, felsefe yapma gereğini doğurdu. Gerçekten de hayret eden, bilgisizliğinin farkına varır. Nitekim, efsânesever (Y filomütos), bir bakıma bilgeliği sevendir (Y filosofos: Bilgeliksever). Bilgeliğin bu yoldan aranması, başka bir deyişle, bilgiçin bilginin kovuşturulması, bütün şartlar yerine ge- tirildikten sonra başladı."[12] İmdi, aşağı yukarı M.Ö. Dördüncü ile Üçüncü yüzyılların Atinasına, özel- likle de Aristoteles'e değin insanların, karşılaştıkları bütün olaylarda olduğu gibi, canlılar hususunda da, insan sağlığına, dolayısıyla tıbba, tarıma, hayvancılığa ilişkin bellibaşlı olayları tesbit edip bunları yalnızca uygulamayla ilgili hedefleri gözeterek kurallaştırdıkları anlaşılıyor. Canlılar hakkında edinilmiş bilgileri, böylesine kaygıların ötesinde, soyut mantık sistemi bağlamında birbirleriyle bağıntıya sokan Aristoteles, canlılar biliminin kurucusudur.

Hekim babasından almış olduğu eğitimin de etkisiyle olsa gerek Aristoteles, genel doğa felsefesinde canlıya merkezî yer ayırmıştır. Canlıda görmüş, algıladığı başlıca özellikleri, bütün varolanlara yaymakla bir bakıma cancı/animiste dünya- görüşünü yeniden diriltmiş bulunduğu söylenebilir. Nitekim: "Doğal varlıkların büyüyüp çoğaldıkları söylenir. Bu çoğalma ya başka bir şeyle bağlantılı olarak ya da varlığın doğadan gelen bütünlüğünde kendini gösterir."[13]

Aristoteles, doğayı her nice hocası Eflâtun gibi, asıl varlıklar ile onların yeryü- zündeki yansıları diye açıkca özden ikiye ayırmamışsa da, her varlığın, 'madde' (Y hülē) ile 'biçim'in (Y eidos) kaynaşmasından belirli bir 'gâye'yi (Y telos) gerçek- leştirmek üzre oluştuğunu öne sürmüştür.[14] Bu bağlamda Bircileri (Monistleri) eleştirmekten de geri durmamıştır: "Birciler, evreni doğan, büyüyüp serpilen varolanlar bütünlüğü (füsin [φύσιν]), maddî birlik olarak benimsediler. Bu birlik, cisimlidir (Y sōmatikhōn), uzantılıdır (Y megethos). Hâlbuki, cisimli olmayan varo- lanlardan da söz açabiliriz."[15] Cisimli varolanları da Aristoteles, genel çizgilerle iki öbekte toplamıştır: "Varolanlardan (Y ta onta) kimi doğadan (Y füsei [φύσει]) kimisi de başka türlü nedenlerden olagelir. Doğadan ortaya çıkan varolanlar, hayvanlar (Y zōa) ile bitkiler (Y füta) ve bunların parçalarıdır. Ayrıca toprak (Y ), ateş (Y pür), hava (Y aēr) su (Y hüdōr) gibi, basit cisimler bu yoldan böyle meydana gelir... Doğadan ortaya çıkan varolanlar, böyle meydana gelmeyenlerin tersine, hem gelişip yozlaşmada hem de mekândaki (Y topos) hareketlerinde kendiliklerinden kımıldamağa başlayıp kendiliklerinden dururlar."[16] Doğada oluşanlara Aristoteles, 'doğal varolanlar', böyle meydana gelmeyenlere de 'doğaya uygun varolanlar' de- miştir. Çünkü ister doğal, ister doğaya uygun olsun, bütün varolanların —biçim almış maddelerin— temelinde doğa yatar. Doğa, 'taşıyıcı'dır.

(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)


[1] Öncelikle Doğu Akdeniz kıyıları ile adaları söz konusudur.

[2] Aydın Sayılı'ya göre, Mesopotamyalılar ile Mısırlılarınkinin tersine, Hint, Çin medeniyetleri ile günümüzdekiler arasında kesintisiz bağın varlığından bahsolunamaz. Bu sebeple çağı- mız medeniyeti, İlkçağ Akdeniz yöresinden kaynaklanmış olsa gerek —bkz: Aydın Sayılı: "Mısırlılarda ve Mesopotamyalılarda Matematik, Astronomi ve Tıp", 1. s.

[3] Aristoteles: "Fizik", B Kitabı, 192b (10).

[4]Aristoteles: "Metafizik", A Kitabı, I, 980 (a22/b22); 981 (a/10).

[5] Aristoteles: a.g.e., b25.

[6] Aristoteles: a.g.e., 982a (20 – 25).

[7] Aristoteles: a.g.e., a15/20

[8] Aristoteles: a.g.e., 982a (20 – 25).

[9] Aristoteles: a.g.e., 1014b (25).

[10] Aristoteles: a.g.e., 982b (15 – 20).

[11] Aristoteles: a.g.e., 982a (20, 25).

[12] Aristoteles: a.g.e., 982b (15, 20).

[13] Aristoteles: a.g.e., 1014b (25).

[14] Bkz: Aristoteles: a.g.e., H, 2, 1043a (15, 20, 25).

[15] Aristoteles: a.g.e., VIII/988b (24).

[16] Aristoteles: "Fizik", B Kitabı, 192b (10).

Ş. Teoman Duralı

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.