Tarihte özel yer tutmuş olanlar ile olmayanlar olmak üzre, milletler de, tek tek kişiler gibi, kabaca iki ana kümeye ayırılabilirler. Tarihe baktığımızda, kimi milletlerin özel bir görevle yükümlendirilmiş olduğu izlenimi kafamızda, uyanabilir. Gerçi her millet —Arnavutların, şehirlileşmiş hemcinsleri Yunanlıların olduğunu; Zencîlerin de, Yunan medeniyetinin bânisi olduklarını vehmetmeleri gibi— kendikendine az yahut çok gelin güvey olur. Bu son derece duygusal ve öznel millî tavır alış, yine de, tarihle ilgili bir görünümün ortaya çıkarılamayacağı anlamına gelmez.
Tarih sahnesinde uzun zaman zarfında devletleşmiş bir toplumun, siyâsette, iktisâtta, hukukta, zanaat yahut fende, sanatta, örf ile âdetlerde göstermiş olduğu becerilere (Fr performances) göre değerlendirilmesi sonucunda, olağanmı yoksa olağanüstü zümreyemi dâhil edileceği, hükme bağlanabilir. Ayrıca, becerilenin de hep aynı cinsten olması beklenmemelidir. Meselâ, Sümerlilerin kayda değer becerisi, tarihi başlatan devrimi yaratacak yazıyı icâd etmek olmuştur. Bunun yanında, ilk devlet kurucu kültür olma şânını da taşırlar.
Asurlular ile İlkçağ İranlılarına (Persler) gelince; kan bağını dile getirir boy (aşîret) esâslı toplum yapısının daha geniş çaplı türevi olan kavimden ülkü teşkilâtına geçmişlerdir. Doğrudan maddî karşılıkları bulunmamakla birlikte, kendilerine inandığımız, dayandığımız değerlere ülkü diyoruz. Aile, akrabâ gibi kan bağına dayalı dirimsel etkenler, maddîdirler.
Devletleşme aşamasına ulaşabilmiş toplumlardan pek azı, dirim unsurlarından tümüyle uzaklaşmak becerisini gösterebilmiştir. Bu unsurları hiçbir vakit inkâr etmemiş olmakla birlikte, meselâ Çin, kavim mülâhazasının yanında, tamamıyla manevî telâkkıları da esâs almıştır. Kavmî aslını esâsını asla gözden kaçırmamasına rağmen, hudutlarına dayanmış ister maddî, ister fikrî olsun yabancı değerleri de kesinlikle elinin tersiyle itip reddetmemiştir. Ancak, alınan ecnebî unsurlar, öylesine sindirilerek içleştirilmişlerdir ki zamanla asıllarını çağrıştırmayacak hâle gelmişlerdir. Bunun da en belirgin örnekleri arasında Burkancılığı (Budhacılık) sayabiliriz. Adı geçen bâtınî meşrebin yahut dinin ve bundan doğmuş bulunan dünyagörü- şünün beşiği Hindistan olmasına rağmen, Çin Burkancılığı farklı bir biçime dönüşmüştür. Çinin yerli düşünce gelenekleriyle karşılaşıp karışan Burkancılık, M.S. Altıncı yüzyılda Çan —Japoncada Zen— Burkancılığı adıyla yeni bir veche kazanmıştır.[i]
İlkçağın öteki iki ana medeniyet muhiti, İran ile Roma ve onun devâmı olarak algılanan Bizans gibi, Çin, M.Ö.ki yıllardan yaklaşık M.S. 1700lere değin kuzeyinde genellikle konar-göçer tarzda yaşayan boylara câzibe merkezi olmuştur. Bu cümleden olmak üzre, bahsi geçen boylardan Hunların (Ç Hsiungnu), Türklerin (Ç T'ukiu),[ii] Moğolların, Mançular ile daha birçok başkalarının defalarca uzun yahut kısa süreli, kısmî yahut umumî istilâsına uğramış, her keresinde de onları bağrında eritip Çinlileştirmiştir.
M.Ö. İkinci binin başlarından beri yerleşik hayata intikâl eden, tarımlaşan, tedricen şehirleşip devletleşen, sanatta, zanaat ile bilgelikte medeniyet tarihinde başı çekmiş olan Çin milleti, hâlâ aynı coğrafyada yaşayan en uzun ömürlü devlet olmak rekorunu elinde tutmaktadır.
Çin, yazısı çizisi, sanatı, zanaatı, devlet idâresi itikâtlarıyla çevresini etkileyerek Japon, Kore, Vietnam, Laos, Kamboç, Tibet, Eski Türk, Moğol toplumlarının kimisinde üstün medeniyet ortamlarının oluşmasına önayak olmuştur.
Asyada ikinci bir medeniyet yıldızı Hinttir. Çinden farklı olarak Hint, mütecânis bir kavimlilik manzarası arzetmez. Başlıca iki ırk topluluğu M.Ö. Birinci binin başlarından beri Hintte karşı karşıya gelmiştir: Kuzey batıdan Hint yarımadasına vâsıl olmuş ak tenli Arîler ile buraya daha önce yerleşmiş koyu tenli Dravitler. Bu iki ana unsura çağlar boyu hep yeni oymaklar, boylar ile uruklar katılagelmiş, Hint dünyası da, bir kavimler, inançlar, diller, örf ile âdetler halîtasına dönüşmüştür.
Çin gibi, Hint de, çevresine ışık saçmış bir medeniyet yıldızıdır. Ondan etkilenerek biçimlenmiş kültürler, Burma, T(h)ai, Nepal, Bhutan, Seylan, İslâmöncesi Malaydır. Yine medeniyet kudreti bakımından ezelî rakîbi Çinden farklı olarak, Hint, İlkçağdan —M.Ö. Sekizinci ile Yedinci yüzyıllardan— beri, bir tarafta Akdeniz-Ege dünyasına, öte yanda da Doğu medeniyetleri camiasının diğer yıldız medeniyeti olan Çine dek uzanan bir etki alanı yaratmıştır. Hintte ortaya çıkan özellikle Burkancılık, M.S. 60 yahut 70lerden itibâren Çine yerleşip git gide yaygınlaşmıştır.
Hint, evvelemirde din akımları ve bunlardan neşet edip yüksek soyutluk ile tümellik derecelerine erişmiş düşünce gelenekleriyle etkili olmuştur. Bundan dolayı da o, öncelikle dinî-bâtınî renklerin hâkim gözüktüğü bir medeniyet olma vasfını kazanmıştır.
Doğu medeniyetleri câmiasının üçüncü yıldız medeniyeti, İslâmöncesi İrandır. Onda, daha önce gördüğümüz iki yıldız medeniyetin birtakım belirgin özellikleriyle karşılaşıyoruz: Çinin devlet düşüncesinde odaklaşan, Hindin ise dinî-bâtınî hayatı vurgulayan özelliklere İran medeniyetinde belli ölçülerde rastlıyoruz. Yalnız, Persler, Çinin kavim esâslı devlet anlayışından ziyâde, Batı medeniyetleri câmiasından sayılan Babil ile Asurdan etkilenerek geliştirdikleri kavimaşkın (Fr transethnique) olanın ülküsünü benimsemiş oldukları görülüyor. Böylelikle Babilliler ile Asurlulardan sonra, zaman sırası itibâriyle, geniş bir kavim, dil ile din yelpâzesini kucaklayan ilk imparatorluk devletini gerçekleştirenlerden biri de, Perslerdir.
Persler, M.Ö. 546da diger bir İranlı kavim olan Medlerden I. Kiros'un[iii] (590 - 529) önderliğinde bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Kurulan bu ilk Pers devleti adını Akhamenit sülâlesinden almıştır: M.Ö. Altıncı yüzyılda Akhamenit. devletinin sınırlarının bir ucu, doğuda İndüs ırmağına, ötekisi de, batıda Adalar denizi ile Kuzey Afrika çöllerine uzanmaktaydı. Güneyde Umman denizinden kuzeyde güney Rusya düzlüklerine dayanan bu imparatorluğun temel inancı, adâleti, iyilik ile dürüstlüğü telkîn eden Zerdüşt diniydi. Adı geçen geniş ülkede gelişmiş bir ulaşım ile haberleşme ağı kurulmuştu. Yirmi kilometrede bir ateş kuleleri, duraklar —Eski Türkcede[iv] bunlara kaçığ[v] denirdi— bulunur; bunların her birinde de at değiştirerek bir ulak, günde —tan vaktinden geceyarısına değin— yaklaşık dört yüz km yol alabiliyordu. Sözünü ettiğimiz ulaşım ile haberleşme ağının temel unsurları demek olan atı da onu binek olarak kullanmak sûretiyle uzun mesâfeleri nisbeten kısa sürede aşmak sanatını da İran, kuzey doğusundaki Orta Asyalı komşularından 'idhâl' etmiştir.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Omurgasızlaştırılmış Türklük' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı
[i] Bkz: Werner Eichhorn: "Cultuurgeschiedenis van China", 184. s.
[ii] Bkz: EK 1e.
[iii] Bkz: EK 2ye.
[iv] Eski Türkceyle Göktürkce ile Uygur Türkcesi kastolunmaktadır. Osmanlı Türkcesiy- se, Klasik Türkcedir.
[v] Bkz: Annemarie von Gabain: "Eski Türkcenin Grameri", 276. s.; ayrıca bkz: Ahmet Caferoğlu: "Eski Uygur Sözlüğü", 160. s.