Hikmeti konuşturan tabip, hekimdir
a. Peki, neydi, Zakir beği hakîm tabip kılan etmenler? Engin bir doğa, insan, toplum yaşama tecrübesi, yaşantı; elverişli irfânî ortam ve tabii ki fıtratı. Hem geleneksel hem de çağdaş esâslı öğrenimler, Dr. Zakir'i hakîm ve tabip kılmışlardır. Hikmeti konuşturan tabip, hekimdir. Hekimlik, zanaat/teknik çıkışlı meslek olmaktan ziyâde bir çağırıdır. Hikmetin/bilgeliğin belirdiği, istediği, gerektirdiği, çağrıştırdığı ne varsa, tabiplik de onu barındırır. Her bilge gibi tabip de sanat sâhibidir. Sanatı tıptır. İslâm felsefe-biliminin nâm salmış kalburüstü bilge filosof-bilimadamlarının ortak paydası, din, adâlet —hâkim— ve sağlığa —hakîm— taalluk eden teşhis ve tedavi konuları ile meselelerinde söz sâhibi olmalarıydı. Hakîm, tabip/hekim kisvesinde hayatın bütün köşe bucağına, öncelikle de sağlığa taalluk eden meselelerle ilgili, hâkim olarak da gerek bireysel gerekse toplumsal düzlemde sürtüşmeler ile anlaşmazlıkların çözülmesi, haklı — haksız ayırımı ile çeşitli seviyelerde düzenlemelerin yapılması maksadına yönelik yargılarda bulunma melekesine mâliktir.
İmdi Klasik Türkcede 'hekim'e dönüşen 'hakîm' sözü, kişiye lâyık görülebilecek en uluğ, şanlı şerefli unvânlardan biri olsa gerek —öbürüyse, 'âlim'; ilmi barındırıp etrâfına saçan 'muallim'. Klasik Türkcemizin iptâl ile ilğâsından sonra sözünü ettiğimiz yüceltici unvân, yerini, her konuda olduğu üzre, İngiliz-Ya- hudi dünyasından apartma, tıpla doğrudan doğruya irtibatı meşkûk 'doktor'a bırakmıştır. Peki, 'doktor' nedir, nereden türemiştir?
b. Doctor/is (^ doktor), öğretim alanında etkin olana, öncelikle manastırda 'müptedi'ye (OrtL novicius) 'ilmihâl usulü' (OrtL catechismus)[i] dersi okutan 'birâder'in (L frater) yahut 'peder'in (L pater) unvânıdır. Ortaçağ Avrupasında ruhbanın manastır tedrisâtına tepkiyle ruhbanolmayanlar universitası (^ üniversite) vucuda getirmişlerdir. İlki, 1088de açılan, Bologna üniversitesidir. Yapısı, öğretim üyelerinin sıradüzeni (Y^-Fr hierarchie) ile unvânlarını üniversite, önemli ölçüde, kilise—manastır tedrisât geleneğinden devşirmiştir. Bunların arasında doctor sanı da bulunur. Ortaçağ Hırıstıyan Avrupa medeniyetinin klasik devrinden beri belli bir konuyu, sorunu araştırarak kâğıda dökmüş, yânî tez sunmuş kişi, zorunlu sınav/lar/ı da başardıktan sonra 'doktor',[ii] başka bir deyişle en üst seviyede öğretici unvânını taşıma hakkını kazanır. Çeşitli araştırma, inceleme ile uygulama alanlarında 'doktor' olunabilir. İşte bunlardan biri de tıpta 'doktor'luk- tur. Nitekim Onaltıncı yüzyıldan başlayarak, İtalya, Ispanya, Portekiz, Fransa, İngiltere, Almanya, Felemenk, Danimarka, İsveç, Lehıstan/Polonya gibi, birtakım Avrupa ülkelerinde alaylı tabiplerden ayırtetmek amacıyla biçimsel olarak resmen akademik anlamda tıp öğrenimi görmüşlere doktor denilir olmuştur. Ancak, az önce belirtildiği üzre, Avrupa milletlerinin öz dillerine mahsûs ıstılahlar varlıklarını az yahut çok duyurmağa devam etmişlerdir. Onsekizinci ile Ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupa genelinde kullanımı gitgide yaygınlaşan doctor, kimi dillerin dağarcığında yer alan asıl sözün —İngilizcenin physicianında tanık olduğumuz üzre— unutulması bahasına 'tabip'[iii] anlamıyla kökleşmiş görülüyor.
(c) Tıbbın yanısıra canlılar biliminden kaynaklanan diğer fenler/technologieler de organikolmayan gayrinsanî cephelere kaymışlardır. 1800lerin son çeyreğinden itibâren canlılar biliminin uygulamada iki temel görünüm hâlinde karşımıza çıktığına şahid oluyoruz. Alışılmış canlılar biliminin asırdîde gövdesini teşkil eden laboratuvar deneyciliği ile biçimselleştirilmiş ifâdelere sığmaz gözlemlemelere, tasvir ile anlatıya dayalı morfoloji, sistematik ile davranış biyolojileri, hayvanbilim/ zoologie, bitkibilim/botanique, sosyobiyoloji, genetiköncesi evrimöğretisi bir yanda ve son derece gelişmiş, karmaşıklaşmış âlet edevât ile cıhaz gerektirir, maddesi ile malzemesini ölçüp biçer, matematikleştirmeye yatkın moleküler—analitik genetik ile evrim bilimi, biyofizik, biyokimya, topluluk/population genetiği ve benzeri kollar öbür tarafta. İlk andığımız günümüzde canlılar bilim tarihi sayfalarına hasrolmuş, buruk bir tat veren anıdan ibârettir. Canlılar bilimi/biyoloji, bir uzvî/organik doğa bilimi olmaktan çıkıp alabildiğine canlı-olmayan/inorgani- que fizik-kimya bilimlerinden biri hâlini almaktadır. Başka bir deyişle canlılar bilimi ıstılahı gitgide kullanımdan düşeceğe benziyor. Zâten birçok akademik kuruluşta, artık, böyle ad taşır bölüm yer almamaktadır.
ç. Kurum olarak felsefe, Eflâtunun, tarihte ilk yükseköğretim merkezi olan Akademiayı M.Ö. 387de teşkil edişiyle vucut bulmuştur. Bu zeminden hareketle talebesi Aristoteles, tarihin ikinci yükseköğretim kurumu olan Lükeionuw M.Ö. 335te kurmasıyla felsefe-bilimi kurumlaşmış gelenek hâline getirmiştir. Felse- fe-bilim, Akademia—Lükeion ve halefleri medrese ile üniversite çatısı altında yaşayagitmiştir. Balık ile deniz arasındaki ilişki neyse felsefe-bilim geleneği ile akademik dediğimiz yükseköğretim kurumu arasındaki bağıntı da odur. Yükseköğretim, yânî akademik kurum dışında felsefe-bilim etkinliği görülmedimi? Elbette münferit hâdise bâbından cereyân etti. Hattâ Batı medeniyetleri câmiası dışında, Çin, Hint gibi, Doğulu olanlarda da felsefe-bilime yaklaşan, onunla kolayca karşılaştırılabilecek bilgelikler ile üstün becerekli zanaatlarla tarih boyu karşılaşılır. Ne var ki, bir olay kalıcı biçim ile düstûr kazanarak gelenekleşmedikce ondan kurum şeklinde bahsetmek boşunadır. Kurumlaşmamış olaysa bahse değer değil. İşte felsefe-bilim gelenekleşmiş kurum olarak tarihte eşsizdir. Doğum tarihi ile yeri de, evrilişi ile gelişimi de, nıhâyet ölümü de belli. 1970lerde sona erdiğine tanık oluyoruz. Önce binânın felsefe kısmı kayıplara karışır. Havasız yahut susuz kalan canlı misâli felsefesiz bilim de artık yaşarlılığını yitirir. Fenle mezcolur.
d. Doğuşu, çıkış nedeni ile gâyesi farklı olmakla birlikte, fen (Fr technologie), felsefe-bilimle hep alışverişte bulunagelmiştir. Ortaya çıktığı 900lü yıllar ile sanayi devrimi sonrası 1800lerin başlarına değin fen, temin ettiği âlet edevât, cıhazla bilimin inkişâfında bayağı etkili olduğu muhakkak. Fenden önce laboratuvar deneyi yoktu. Varsayımın sınanması hemen hemen yalnızca gözlemleme, pek nadir olarak laboratuvarı andırır mekânlarda basit deneylerle gerçekleştirilirdi ki, bunlar da, positiv bilimden ziyâde, simyayla ilgiliydiler. Sermâyeciliğin boşandırdığı sanayi devriminin ardından fen, bilime gitgide yabancılaşıp ondan kopar. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde iyiden iyiye gündemden düşen felsefenin ardısıra bilim, kaynaştığı fenle bütünleşir. Uzun huzmeli ışıldağa benzetebileceğimiz bilimin devindiricisi (Fr dynamo) akıldır. Felsefe-bilimin yöntembilgisini (Fr methodologie) kendine mâleden fense, zekâya dayanarak kısa vadeli iş görür. Kestirmeden hızla sonuç —kâr— devşirmeğe bakar. Fende yarar — zarar hesapları iktisadî kaygılarca güdümlenirler.
Zorunlu hayatî ihtiyâçlarını karşılamak üzre, öteden beri, insanın imâl etkinliği zanaattır. M.Ö. Dördüncü yüzyıl Atinasında Aristoteles'in felsefe-bilim sistemini inşâsıyla gün ışığına çıkan biçimselleştirici akıl ile onun öngörüp önerdiği yol yordam yöntemdir. Felsefe-bilim yönteminin zanaata, Onuncu yüzyıl İslâm medeniyetinin bağrında uygulanmasıyla oluşan 'fen'/technologiedir.[iv] Sırf bilgilenme ile 'bilginin bilgisi'ni edinmenin peşinde koşan, demekki soruşturup araştıran felsefe-bilimin tersine, fen, yalnızca maddî ihtiyâçları karşılamak üzre etkindir. Elbette zanaat gibi, maddeyi esâs almak zorunda olmakla birlikte, ondan farkı, sıkı sıkıya nesnelci (Fr objeciviste) anlayışla çalışmasıdır. Peki bu, ne demek? Ele alınan, işlenen madde esâslı nesneye onunla uğraşanlardan duyguların, demekki öznelliğin karışmaması vakıasıdır.
İslâm medeniyetinin icâdı olmakla birlikte fennin alabildiğine işlerlik kazanıp yaygınlaşması, Yeniçağ dindışı Avrupa medeniyetinde, ilkin Onyedinci yüzyıl Felemengi —önsermâyecilik (Fr protocapitalisme)— ve ardından özellikle —mâliyesiyle (Fr finance) Yahudinin, dimâğı ve girişimciliğiyle de İngilizin müellifi olduğu— sermâyecilik ideolojisi bağrında sanayi şeklini alarak vukû bulmuştur. Sermâyecilik ile buyruğundaki sanayiciliğin nesnelliğe saygısı yoktur. Derdi salt bilgi edinme değil de ondan. Ya, ne? Yarar sağlamak. Kime? Tüketiciye. Oldum olası insan, zorunlu, hayatî ihtiyâçlarını karşılamak amacıyla üretmiştir. Sermayecilikle birlikte, ilk defa, kar maksatlı tüketme kışkırtıcılığına tevessül edilmiştir. Her şey artık tüketim malı kılınmaktadır. Kar haddı düşükse, nice ihtiyaç duyulursa duyulsun, söz konusu mal üretilmez. Başka bir anlatışla zorunlu ihtiyacı karşılamağa yönelik olanın yerini tüketimi çeşitlendirip arttırmağa matûf üretim almıştır.
Nesne, maddî—malî talebime göre biçim almalı, alacaktır —maddiyatcılık. 'Ben,' 'nesne'sine damgasını vurur. Şu durumda sermayecilik ve buyruğundaki sanayicilik öznelcidir. Nitekim alışılmış felsefe-bilim tarihinin üç ana durağı, Yunan, İslam ile Alman geleneklerinin sıklet merkezi aklın sevk ve idare ettiği 'benaşkın' metafizik — fizik (doğa bilimleri) ikilisine karşılık Onaltıncı yüzyıl ortalarından itibaren İngilizinkinde 'ben'i merkeze çeken iktisat ile psikoloji ağırlıklı bir süreçle karşılaşıyoruz. Felsefe-bilimin içinden çıktığı topluma kesîf etkisinin yansımasını, o milletin dünyagörşünde bulmak mümkün. Bu cümleden olmak üzre, İngilizcede birinci tekil şahıs 'ben'in büyük harfla yazılması (I) bir tesadüfmü; yoksa dünyagörüşünün zorunluluğumudur? Felsefe-bilimdeyse, tersine, 'ben', 'nesne'sinin yapısına, biçimine, şeklişemailine rıayet eder. Varsayım nesneyi biçimlemez; tersine nesne varsayımın hakemi yahut yargıcıdır. Varsayımın geçerliliği yahut geçersizliğini yargılayan nıhaî mercidir. Sınaîleşen fennin tasvir ettiğimiz tasarımına canlı ayak uyduramadığından, canlılar bilimi uzvî/organik özüne yabancılaştırılarak ilkin fizik-kimya bilimlerinin kalıplarına dökülmüştür. Gelgelelim bu da yetmeyince bilim, toptan fenne dönüştürülmüştür. Günümüzde kıyıda köşede kalmış bir iki istisna dahî, ya yaşayan fosil muamelesi görmekte ya da zorunlu malî destekten yoksun bırakılarak can suları kesilmektedir. Dinmeyen soru şu: Ne işe yarar? Bu soru işte, ilk defa Aristoteles'in işaret etmiş olduğu üzre, felsefe-bilimin katilidir.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Ş. Teoman Duralı
[i] Y katekhesis (KaTq%n°ıÇ^kata [raıa]: Aşağı + ekheo [^sro]: Seslenmek, seslendirmek): Ders, tedrisât.
[ii] Guido Gomez de Silva: "Breve Diccionario Etimologico de la Lengua Espanola", 231. s.; ayrıca bkz: "Der grofteDuden: Herkunftswörterbuch", 114. s.; ayrıca bkz: "TheDictionary of EnglishEtymo- logy", 280. s.
[iii] İngilizcedephysician; Fransızcada medecin, İtalyanca, İspanyolca ile Portekizcede medico, Katalanca metge, Romence medic; Almancada Arzt, Felemenkce arts, İsveçce lakare, Danca lxge; Fince laakari; Rumcagiatros; Rusca vraç, Ukranca likar, Lehce lekarz, Çekce lekar, Boşnakca ljekar; Macarca orvos; Litvancagydytojas.
[iv] Haddızâtında 'fen', Frenkcenin technologiesinden çok daha uygun bir ıstılahtır; tıpkı 'doğal seçme'ye (İng natural selection) 'doğal ayıklanma' ve 'ontoloji'ye nazaran 'varlıköğretisi'nde gördüğümüz gibi. Kelime manâsı bâbında technologie, techniquein, yânî 'zanaat'ın bilimi anlamına gelir. Yanlış. Nasıl varlığın bilimi (Fr ontologie) olmazsa, technique için de durum böyledir. Zorunlu ihtiyâçların karşılanmasında görülen işin bilgisiyle donanılır. Zanaatın işgörme (Fr fonctionnel) bilişine 'beceri' (Fr performance) deriz. Bu durumda bilgi, felsefe-bilimdeki gibi amac olmayıp araçtır.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Uzvî/organik insanî tıptan bionik beşerî tıbba (04.11.2021)
- Çağdaş insan (27.10.2021)
- Hulâsa: Özöğretisi – II (19.10.2021)
- Hulâsa: Özöğretisi – I (12.10.2021)
- Var olma varlıktan neşet eder (04.10.2021)
- Madde ve mana: Barut ve ateşleyici… (27.09.2021)
- Heidegger’in varlık felsefesi (20.09.2021)
- Yabancı düşmanlığı (13.09.2021)