- Galileo Galilei'den itibâren Fransız ile İngiliz düşünce dünyalarını sarıp sarmalayan mekanik dünya tasavvurunun, spekulativ canlılık metafiziğine göz açtırmamağa ahdetmesini buraya değin sürgit eleştirmemize rağmen, yine de anlayışla karşılamak zorundayız. Canlılık metafiziğine az biraz göz yumdunuz, cancılık (vitalisme) akımına da ruhsat verdiniz, değil mi? O takdirde böyle kan felsefesi çeşidinden son derece tehlikeli safsataların zuhuruna da şaşmayacaksınız. Kan,[i] insanlığın kadîm geçmişinden çıkagelen bir tasavvurdur. Ondokuzuncu yüzyıl sonlarında çiçeklenen canlılar biliminin Alman çeşidindeyse, cancılık hızla neşvünema bulur olmuştur. Böylece millî toplumculuk çerçevesinde kan, bu kere evrim—kalıtım işleyişlerinin hulâsası anlamında yeniden gün ışığına çıkıp kavim esâslı milliyetciliğin alâmetifârıkası olmuştur. Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyeti, resmî ideolojisi sermâyecilik ile istepnesi toplumculuk-ortakmülkcülük, iktisat—sıyâset (Fr economie—politique) esâslı olup mülkî (Fr civil) zihniyetlidir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da iki yeni ideolojinin —demek ki faşism ile millî toplumculuğun— arzendâm ettiğini görüyoruz. Bunlar, Çağdaş İngiliz-Yahudi medeniyetinin ideolojilerini, bütün yapıp ettiklerini, kurup geliştirdiklerini, savları ile değerlendirmelerini, savunduğu insancılık ile aklîliği reddettiklerinden, tepkici (Fr reactionnaire) diye vasıflandırılmışlardır.
- Çağdaş[ii] ideolojilerden bir tek sermâyecilik, —maddiyâtca becerekli— birey esâslı olup her şey onun etrâfında döner dolaşır. En üstün teşkilâtlanma örneği devlet dahî birey içindir. Kârı 'oniki'den vurmuş —vurguncu— zengin adam baştâcı kılınır.
Öbür üç ideoloji, yânî toplumculuk-ortakmülkcülük, millî toplumculuk ile faşism, toplumsal temellidirler. Ne var ki toplum telâkkîleri son derece farklıdır. Toplumculuk ile ortakmülkcülüğün öngördükleri toplum, dünya çapında çalışanlardan, öncelikle de el-kol işcisinden (işci sınıfı: Alınteri) oluşur. Faşisminki millîdir —belli bir geçmişi, dili, dini, gelenek ile göreneği paylaşanların teşkil ettiği kültür birliği. Millî toplumculuğunkiyse kavim esâslıdır —savaşan, sevişen, çalışan (: Alınteri ile kan) olup toplumu için bireyliliğinden kendi isteğiyle vazgeçmiş irâde sâhibi dayanışmacı kandaş kavimdaş bireyler bütünlüğü.
- Şu da var ki Yirminci yüzyıl ideolojilerinin suistimâline marûz kalması yüzünden evrimi suçlamak, öyleki onu sanık sandalyasına oturtmak câîzmidir? Bilimde geçen öteki varsayımlar yahut teoriler gibi, evrim de bizâtihi ahlâkca ne iyi, ne kötü addolunabilinir. Her şey, varsayım yahut teoriyi biçimleyip tatbîk safhasına sokanın, onu hangi bağlamda nasıl kullandığına bağlıdır. Bu da, önünde sonunda bir ahlâk meselesidir. Her varsayım yahut teori, öz bağlamında anlamlıdır. Eldeki varsayımın bağlı bulunduğu öz bağlamını şaşırmak müteâkip kötülüklerin menbaıdır. Sonuc olarak, felsefe-bilimin kapısı ahlâktır. Konusunun inceleyicisi, araştırmacısı olmanın yanında, filosof-bilimadamı aynı zamanda yetişenlerin eğiticisi, öğreticisidir de. Eğitimin özünüyse, uğraştığı konuyu kendi bağlamında mütâlea etme zorunluluğunu kişinin, kendine bıkmadan usanmadan hatırlatması doğrultusunda işleyen adâlet duyuşunun hayata, bu arada da felsefe-bilim etkinliğine hâkim kılınması keyfiyeti teşkil eder.
- (a) Millî toplumculuğun, esâsta dirimsel evrimden esinlenmiş öğreti örgüsü olduğu bir vakıadır. Lâkin olay, bundan ibâret değil. Bunu aşan bir yanı da var. Millî toplumculuk, haddızâtında iki farklı yönde yol alarak inkişâf etmiş öğretilerin halîtasıdır. Bunlardan biri, çalışmamızda enine boyuna ele alıp işlediğimiz, dirim-canlılık temelli ırkcı-kavimci ve hedefe Yahudi nefretini koymuş, Nürnberg gâlip müttefik devletlerinin (Yahudi-İngilizamerikan ile Rus) askerî mahkemesi tarafından idama mahkûm olup 1946da infâz edilmiş Alfred Ernst Rosenberg in 'evrimöğretisi'yken (Fr evolutionisme); ötekisi, birincinin tersine, görünüme ziyâdesiyle çıkmamış derin ve çetrefil 'varlıköğretisi'dir (Fr ontologie). İkincinin müellifiyse, Albert Einstein ile Edmund Husserl'le birlikte, yüzyılımızın en seçkin filosofu Martin Heidegger'dir. Baş eseri "Sein und Zeit"ta Aristoteles'ten beri varlık ile varolan arasındaki farkı en açık seçikce belirleyip tarif edendir.
Millî toplumculuğu sırtlama iddiasını gütmüş iki öğretiden burada Martin Heidegger'in varlık felsefesini çözümleyip açımlayacağız. Bunu yaparken, tabii ki, marûz kaldığımız Heidegger yeline sırt çevirmeyeceğiz. Gelgelelim ona yüzde yüz bağlı da kalmayacağız. Ateşleyici o; ateşlenense biziz. Öyleyse aramızdaki ayırım hattını da gözden kaçırmamalı.
- Gerçek, 'varolandır (Alm das Daseiende). Zaman ile mekân boyutlarının kesişme noktasında bulunur. Mekândaki süreç zihnimizce 'zaman' olarak vasıflandırılır. Varolan — zaman — mekân üçlüsü evreni oluşturur. Duyup düşündüklerimizin tümüyse evrene içkin olup onunla sınırlıdır. Bir tek, duyulardan kurtulmuş hâlde, düşüncelerimizle onu aşabiliriz. Gerçekliğin mahreci hakıkatın mesken tuttuğu âlemdir. Evreninin varolanları gerçeklikken, varlık hakıkat âlemindedir.
- Varolanların kahir ekserisi güdümlü olup dış etkenlerce harekete geçirilirler. Özünden hareket edebilen tek varolan, canlıdır. Bugün bildiğimizce, o, bir tek yeryüzünde yaşar. Hareketlenme yetisiniyse özünde bulur: Özgüçlüdür.
Yeryüzüne mahsûs canlı, varolduğunu duyar/hisseder. Kanadı koparıldı mı sineğin; kuyruğu çekildiğinde kedinin canı yanar. Canı yandığı veya haz duyduğunda, —evrimin ileriki aşamalarında— neşelendiği yahut üzüldüğünde varolduğunu duyar.
İster bitki, ister hayvan, her canlı 'ân'ı ile 'buradalığ'ını yaşar. Demek ki gerçeklik, zaman — mekân boyutları göz önüne alındığında, Heidegger'in söyleyişiyle "das Jetzt—Hiersein", yânî 'şimdiburadolma'dır. Evrimin üst basamaklarındaki hayvanlar şimdiyi yaşarken, gelip geçmiş ânlarda yaşanmış benzerlikleri hatırlayabilir yahut çağrışım yoluyla nefslerinde 'şu ân'a gerisin geriye nakledebilirler. Benzer durum, beşer hayatının üstüne çıkamamış insan için de söz konusudur. O, çoğunlukla şu ânda burada olup biteni algılar. Heidegger'in deyimiyle, o, hep 'buradolmak'tadır. Zirâ 'oradolmak' (Alm Dortsein) dehânın eşiği demek olan gelişmiş hayâlgücünü gerektirir. 'Buradolan'ın bilgisi malûmât seviyesinde kalmağa hükümlü olup bunu aşan 'oradolan'ınkıysa, ilme ve hattâ irfâna dek yükselir. 'Buradalığ'a hükümlü kalan, yine Heidegger'in ifâdesiyle, Man-Sphareden, yânî 'sıradanadam'lardandır. 'Buradalık'la birlikte 'oradalığ'ı idrâk etme becerisini gösteren, Friedrich Nietzsche'nin indinde Übermensch (beşerüstü), beşerliliği aşmış maneviyât insanı (Alm Geistesmensch), demekki hâlis, aklî—zihnî melekelere bîhakkın vâkıf olandır. Duyguları güçlü olup onları aklının kudretiyle dizginleyip denetlemekte ustadır.
(ç) Yeryüzü yalnızca dirimle donanmış canlıya değil, ruh — akıl mâliki beşere de yurttur. Beşerliliğe yurt olan en geniş anlamda mekâna dünya diyoruz. Ortaya çıktığından bugüne beşerliliğe yeryüzü dünya olmuştur. Yarın yeni birine taşındığını varsayalım, bu sefer ona o gezegen, dünyası olacak.
- Beşer, varolduğunu duymanın/hissetmenin yanısıra, yalınkat dirimli—canlı varolanlıktan toplumsal—kültürel olana tekemmül ettikce, demek ki insanlaştıkca, 'varolduğu'nu duymağı aşarak 'varlığ'ını düşünmeğe koyulmuştur. Bir azâsına, uzvuna dokunulduğunu duyarak farkeden algı sâhibi varolandır. Buna karşılık düşünerek varlığına vâkıf olan insan, idrâk sâhibidir. Haddızâtında dirimli—canlı esâslı beşer üstüne inşâ olunmuş insan, algı ile idrâk özelliklerini birarada taşır. Bu da onun duygu ile düşünceyi birlikte bulunduran varlık olduğunu gösterir.
Duyuları hemen hemen bütün canlılarla; duyguları evrimin üst basamaklarında yer alan hayvanlarla paylaşmasına karşılık, düşünce üretme babında ortaksızdır.
- Duyuları uyaran, dış fizik etkenlerdir. Tepkiyse, fizyolojik esaslıdır. Duyu, duyguca belirlenmedikce, algı; duygu da düşünceye bürünmedikce idrak ortaya çıkmaz. Algı ile idrak, anlamlandırma sürecinin aşamalarıdır. Anlamlandırılan varolan, anlamlandıransa akıl. Kişinin karşılaştığı varolanı, mensûbu olduğu varlık öbeğine geri götürerek anlamlandıran akıl; anlamlandırılmaya teşne her varolansa bir değerdir. Öyleyse varolan bilkuvve anlam olması itibarıyla değer olup aklın ışığında anlam kazanır.
- Evren varolanların tümüdür. Gerçeklik dünyasında yer alan her somut varolan bireyi, yukarıda belirtildiği üzre, anlamını mensûbu olduğu tümel varlıktan alır. Şu durumda duyulur varolan birey gerçekliktedir. Hayvan işte bu düzlemde yaşar. Evrimde sırf duyan, ayırım çizgisinin altında; duyup duygulanansa üstündedir. Duyup duygulanmayı aşan tek canlıya gelince; akıl varlığı insandır.
- Gerçeklikte cereyan edenler süreç çerçevesinde olup biterler. Bir tek, duyan — duygulanan — düşünen insan, süreci zaman biçiminde idrak ederek yaşar. Algılama 'şimdi' olup idrak olunan 'geçmiş'tedir. Algılanıp idrak olunmağı bekleyenlerse 'gelecek'te.
Karşılaştığını insan duyar; duyduğundan duygulanır; duygusunu düşünür; düşündüğünüyse yargı yoluyla dile getirir. Mesela "geçerken dala çarpan başım sancıyor" cümlesi akıl verisi 'baş' ile 'dal' çeşidinden kavramlarla örülüdür. Algının bir üst durağı idrak olup onu başaran konusunu yahut nesnesini kavramış, demekki 'kavram'la ihata etmiş olur. Artık algılara geri gitmeksizin salt kavramlarla düşünmeğe 'fehmetme' diyoruz. Fehmeden bilgiler merdiveninin en üst basamakları 'ilim' ile 'irfana erişir —en alt malûmat olup üstünde 'bilim' yer alır.
(ğ) Akıl, beşerinsan (L homo sapiens sapiens) türüne şamil olmakla birlikte, tezahürü bireyden bireye değişiklik gösterir. Bundan dolayı insanlar arasında fikir birliği sağlamak ziyadesiyle zordur. Öncelikle duygular insanlar arasında ayrılık gayrılık ile nifak menbaıdır. Bundan ötürü felsefe-bilim, kendini duyguların etkilerinden mümkün mertebe uzak tutup salt akla adamağa gayret sarfeder. Duygudan soyutlanıp arındırılmış düşünce fikir (Fr idee)dir. Fikrin felsefe-bilimdeki çeşidineyse ıstılah/terim denmiştir. Istılahlardan kurulu cümleler, önermedir. Duygudan tamamıyla tecrid olmuş ıstılahsa formüldür. Fikir birliğinin tam ve genelgeçer sağlandığı tek alan, formüllerin kullanıldığı sahadır. Burada duygu yüklü öznel hâl ve tavırlar geçmez. Istılah/terim, daha da önemlisi formül bir kere tesbit edilmeyegörsün, ayrılıklar, aykırılıklar kesilirler. Eldeki ıstılahımız veya formülümüz bir başkasıyla yer değiştirinceye değin, üstünde, artık, fikir birliği sağlanmıştır. Aklın kesin kurallı işleyişinin incelenip ilkelerinin belirlendiği sanat mantıktır. Akıl, düşünceleri üretir; aralarındaki bağları kurarak sıkı bir düzeni oluşturup işleten de mantıktır. Buna işte akıl—mantık düzeni denir. İnsanı yaşatan duyular ile duygular, düşüncelerin kılıfına girmiş hâlde bahis konusu düzen çerçevesinde tertiplenirler. Sonuçta zaman ile mekân boyutlarında konumlanmış varolanlar hakkında bilgileniriz. Yaşatan bilgiye dayanarak insan, yapıp eder, davranır, eyler. Havadan, sudan, yiyecekten yoksun hâlde yaşanmaz. Bilgilenmeksizin de hayatta kalınamaz.
- Bilginin iki kaynağı var: Dış —maddî—fizik— ile iç —manevî. Söz konusu iki kaynaktan biri eksikse, yaşama da hayat da olmaz. Biri olmadan öbürü olmuyor. İkisi birbirini şart koşuyor da ondan.
(Ş. Teoman Duralı'nın, Dergah Yayınları'nca yayınlanan 'Hayatın Anatomisi – Canlılar Bilimi Felsefesi – Evrim ve Ötesi' isimli kitabından alıntılanmıştır.)
Prof. Dr. Ş. Teoman Duralı
[i] Kadîm devirlerden Johann Gregor Mendel'in deneylerinin semeresi olarak genetiğin oluşturulduğu 1900lerin başına değin kalıtımın kan yoluyla intikâl ettiği sanılıyordu. Mezkûr tarihte kan yerini çıplak göze görünmez gene bırakmıştır. 'Gen', kalıtımın temel birimi olup Yunanca 'doğum' demek olan genesisten ("q ysvsaıç) yahut 'döldöş', 'zürriyet' anlamında genostan (xö ysvoç) müştâktır.
[ii] Yeniçağ: 1453ten— 1800e — (1492— 1648: Erken devir; 1648— 1775: Klasik; 1775— 1800: Geç devir). Çağdaşlık: 1800den— günümüze— (1800den— 1900e: Erken devir; 1900den—— günümüze: Klasik devir; geç devir henüz gerçekleşmedi; tabii ki, çağdaşlık- sonrasından [postmodernity] bahsetmenin gereği bile yok).