Cumhûriyet Devrindeki Türk Hat San’atı - 1
Cumhûriyet devrinde hat san'atının geçirdiği ahvâli ele almazdan önce bu san'atın Osmanlı devrindeki son durumuna bir göz atmak yerinde olur. Devletin yirminci yüzyıl başındaki gevşekliği her konuda olduğu gibi bunda da kendini gösterdiği için, Şeyhulislâm Hayri Efendi'nin (1867-1922) Evkāf Nâzırı olduğu sırada hat ve ona bağlı san'atların kurtarılmasına çalışılmış, Cağaloğlu'ndaki Yusuf Ağa Sıbyan Mektebi'nin bu maksada tahsisi kararlaştırılarak, Medresetü'l-Hattâtîn adı verilen bir öğretim müessesesi 20 Mayıs 1915'den îtibâren faaliyete başlamıştı. Devrin üstadları isteyenlere burada hat meşk ediyorlar, sâir kitap san'atları da öğretiliyordu. Osmanlı târihi boyunca bu san'atlar için açılmış bulunan ilk müstakil kuruluş, işte burası olmuştur. Eskiden hat daha ziyâde bir hattatın evinde ders, yâni meşk vermesiyle yürütülüyordu ve bunun maddî karşılığının olmayışı da gelenekleşmiş bir âdetti. Bâzı medreselerin veya Enderûn-ı Hümâyun, Galata Sarayı gibi kuruluşların da hoca olarak hat üstadlarına -bir bedel karşılığı- kısmen vazîfe vermeleri olağan bir haldi.
Medresetü'l-Hattâtin, açılışından hemen sonra -gerek talebe, gerek çevre îtibâriyle- çok ilgi gördü. Ramazan aylarında burada açılan sergiler İstanbul'da göz ziyâfetine vesile sayılırdı. Fakat Cumhûriyet'in kuruluşundan kısa bir müddet sonra (3 Mart 1924) kabul edilen "medreselerin lağvı" hakkındaki kānuna göre, adı Medresetü'l-Hattâtîn olduğu için, varlığını sürdüremeyecekti. Müzeler Müdîri Halil Edhem (Eldem, 1861-1938) Bey'in gayreti ve fedakâr hocaların sabırlı bekleyişleri sonunda, aradan sekiz ay geçince burası Hattat Mektebi adıyla tekrar açıldı. Fakat 1928'de yeni harflerin kabulü sırasında, yazık ki hat san'atına iyi nazarla bakılmadı ve Hattat Mektebi yeniden kapatıldı. Yine Halil Edhem Bey'in gayretiyle bir müddet sonra Şark Tezyînî San'atlar Mektebi ismi verilerek açıldığında (1929), hüsn-i hat programdan çıkarılmış; sâdece diğer kitap san'atlarının öğretimine müsaade edilmişti.
1928'den sonraki Cumhuriyet hükûmetleri Arab asıllı Türk harflerine olduğu nisbette ayırd etmeden hat san'atına da merhametsiz davranmıştır. Zâten 30 Kasım 1925'de "Tekke ve Zâviyelerin İlgāsı" hakkındaki kānunun çıkartılmasıyla buralarda mevcut eserlerin bir kısmı vakıfların teberrükât anbarlarına kaldırılırken, bir kısmının da yok edilmesi cihetine gidilmişti. Bu defa ise Bâbıâlî'de hattatlıkla hayatını kazanan san'atkârlar çil yavrusu gibi dağılmış, kendileriyle ilgisi olmayan mesleklere geçmişlerdi. Hattat Hulusi (Yazgan, 1869-1940) Efendi'nin türbeler başbekçiliğine tâyini, Halim (Özyazıcı, 1898-1964) Efendi'nin bağcılığa başlaması ilk akla gelen örneklerdendir. Bu konudaki resmî baskılara da misal vermek gerekirse: 1932'de Türkiye'yi ziyâret eden Rızâ Şah Pehlevî'nin İstanbul'daki karşılanmasında Galata köprüsüne kurulan tâkın üstüne aslî harfleriyle Farsça "Vürûd-ı mes'ûd-ı Şâhinşâh-ı muazzam-ı millet-i birâder, tehniyet mîgû'îm" cümlesinin celî ta'lîk hattı ile yazılmasına müsaade edildiği halde, yazan Necmeddin (Okyay, 1883-1976) Efendi Türk hattatı olduğundan (!) imzâsını koymasına o devrin İstanbul Müddeiumumisi Kenan Bey tarafından izin verilmemiş, konulmuş olan Necmeddin imzası sildirilmişdir. Bursa Ulucâmii'nde de, Abdülfettah Efendi'nin (1815?-1876) kıble duvarında hâlâ asılı duran büyük levhası altındaki imzâsında Sultan Abdülmecid'in adı geçtiği için Bursa Müddeiumumisi tarafından kapatılıp sildirilmiştir. O yıllarda, Türk mûsikîsi makamlarından Sultanîyegâh'ın bile gadre uğrayıp başındaki sevimsiz (!) kelimeden dolayı adının değiştirildiği ve Millîyegâh olarak kayıdlara geçtiği göz önüne alınırsa, buna da şaşmamak gerekir. 1934'de Ayasofya Câmii müzeye tahvil edilince, duvarlarında asılı duran Kādıasker Mustafa İzzet Efendi (1801-1876) hattıyla 7,5 m. çapındaki dâirevi levhalar aşağıya indirilmiş; kapılardan çıkarılamadığı için 1949 yılına kadar yerde kalan bu kıymetli eserler, o sırada müzenin müdîri olan Muzaffer Ramazanoğlu'nun, İbnülemin Mahmud Kemal İnal'ın, Ekrem Hakkı Ayverdi'nin ve Nazif Çelebi'nin himmetiyle tekrar asılabilmiştir.
Yok edilen kitâbelere de bir misâl vermek gerekirse Tuğra ve medhiyelerin kaldırılması kānununun 1927'deki kabulü sabahında Sultanahmed'deki Cevri Kalfa Mektebi üstündeki mermer kitâbe, mektebin müdîri tarafından "artık bu yazılara hâcet kalmadığı" gerekçesiyle kazıttırılırken Muallim Cevdet (İnançalp, 1883-1935) Bey ve Necmeddin (Okyay) Efendi gibi iki fâziletli zât tarafından ayrı ayrı Halil Edhem Bey'e haber verilmek suretiyle kalan kısmının kurtarılması temin edilebilmiştir. 1927'de çıkarılan tuğralar hakkındaki kānunla bilhassa kitâbelerdeki ve bina üstündeki tuğraların -kapatılamıyorsa- kazınması cihetine gidilmiş, çoğu zaman ikinci şık tercih edilmiştir. Bütün bu olumsuzlukların devlet büyüklerince tasvib görmeden, bâzı gayretkeşler eliyle yapıldığına veya yaptırıldığına inanmak istiyorum. Çünkü inkılâbların yanlış tefsiri üst kademelerde bile öylesine acâib fikirlerin ortaya atılmasına sebep olmuştur ki, bunları düşünenlerin eski tâbirle "cinnet-i muvakkate" geçirdiklerine hükm edilebilir. İşte bunlardan biri Cemal Reşid Rey'in (1904-1981) şâhid olduğu şu hâdisedir: 1926 yılında Maarif Vekâleti'ndeki Sanâyî Encümeni toplantısında İbrahim Çallı (1879-1960) ve Nâmık İsmail (1890-1935) İstanbul'da resim galerisi bulunmadığını, kendilerince münasip yer olarak Sultanahmed Câmii'ni düşündüklerini, ancak buranın loşluğunu gidermek için kubbede ilâve pencereler açmak gerektiğini bildirirler. Maarif Vekili Mustafa Necati (1892-1929) de kabulü yönünde fikrini belirtirken Mimar Kemâleddin Bey (1870-1927) yaptığı heyecanlı bir konuşmayla bu uğursuz teşebbüsü önlemeyi başarır.
(Devamı önümüzdeki haftaya…)
Prof. Uğur Derman
Resim 1: Halim Özyazıcı'nın Cumhuriyet devrinde yazdığı "Eden bulur" meâlindeki Men dakka dukka levhası (1384/1964).
Resim 2: Hattat Hulûsi Yazgan.
Resim 3: Halim Özyazıcı bağcılıkla meşgulken.
Resim 4: Hezârfen Hattat Necmeddin Okyay.
Resim 5: Hattat Necmeddin Okyay'ın Îran Şâhı'nı karşılamak için köprü üstüne yazdığı celî ta'lîk yazı.
Resim 6: Ayasofya Câmii'ndeki celî sülüs câmi yazıları kapılardan çıkartılamayınca 1934-1948 yılları arasında görüldüğü şekilde yerde duvarlara dayalı olarak tutulmuştur.
Resim 7: Sultanahmed'deki Cevrî Kalfa Mektebi kitabesinin kazınan kısımları görülmektedir.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Ressam Ahmed Yakupoğlu’na dâir… (31.12.2021)
- Hattat Derviş Abdi’nin Türkçe Şehname Nüshası (24.12.2021)
- "Öldürüp Evvel Onu Açlıktan..." (17.12.2021)
- Bekir Sıdkı Sezgin için… (10.12.2021)
- “Bir levhanın hatırlattıkları”na zeyl... (03.12.2021)
- Bir levhanın hatırlattıkları (26.11.2021)
- İbnülemin Mahmud Kemal Bey’e dâir… (19.11.2021)
- Hatıralardaki Süheyl Ünver - 2 (12.11.2021)