Avrupa siyaseti iyice çıkmaz sokağa girdi. Siyasetin sağ cenahında yer alan siyasi aktör ve partiler önemli bir kısmı kendi vatandaşları olan Avrupa'da yaşayan Türklere taktı kafayı. Sol cenah ise PKK'nın hamiliğini üstlenmiş durumda.
Gün geçmiyor ki bir Türk vatandaşı, derneği ya da camisi saldırıya uğramasın. Bu saldırılar münferit olaylar da değil. Saldırıların sayısı her geçen gün artmakta ve sistematik bir hal almaktadır. Bu senenin başına kadar saldırıların önemli bir kısmı ırkçı kesimler tarafından yapılmaktaydı. Avrupa'da dolaşan faşizm hayaleti Müslümanlara ve özellikle Türklere karşı mücessemleşmekteydi. Aynı dönemde Neo-Nazi partilerin yükselişi ve parlamentolarda ciddi bir temsiliyet kazanmaları da yükselen ırkçılığın hem sonucu hem de göstergesiydi.
On yıllarca yıldır insan hakları ve demokratik değerler üzerinden bir bardak suda fırtına koparan Avrupa Birliği ve ülke yönetimlerinin kendileriydi. Cumhurbaşkanlığı referandumunda Türkiye'nin iç tartışmalarına yine bu kavramlar üzerinden müdahil ve taraf oldular ve olmaya da devam ediyorlar. Gerek FETÖ davalarında gerekse PKK'ya karşı yürütülen operasyonları sorunsallaştırarak Türkiye'nin ulusal güvenliğini yakından ilgilendiren meselelerde terörü sahiplenen bir tavır takındılar. Gelin görün ki kendi başkentlerinde kendi vatandaşlarına karşı gerçekleşen bu saldırılara karşı sessiz kaldılar.
Türkiye ile Avrupa –özellikle- Almanya arasındaki sert söylemler referandum ve seçim süreçlerine bağlandı. Seçimler atlatılınca iki taraf arasındaki müzakereler hızlanacak ve ilişkiler yumuşayacaktı. Bu beklenti kısmen de olsa gerçekleşti.
Ancak Avrupa ve özellikle Almanya'da Türklere ve Müslümanlara yönelik saldırılar hız kesmedi. SETA Avrupa Masasının yaptığı basın taraması sonucunda elde ettiği bulgular bu durumu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu araştırmaya göre 1 Ocak – 18 Mart 2015 tarihlerinde geçen seneye göre gerçekleşen saldırılar altı kat artmış. Saldırıların önemli bir kısmı camiler, diplomatik misyonlar ve STK'lara yönelik olmuş. 62 saldırının 42'si ise Almanya'da gerçekleşmiş. Yani Almanya'da gerçekleşen saldırılar Avrupa'nın geri kalanının iki katı.
Bu saldırıların gerçekleştiği periyodun Zeytindalı Harekatı'nın başladığı ve devam ettiği dönem olması ise kesinlikle tesadüf değil. Bir başka deyişle bu saldırıların faillerinin büyük oranda PKK'nın Avrupa'da barınan militanları olduğu da biliniyor. Dahası PKK sempatizanları istedikleri zaman ve yerde Abdullah Öcalan ve PKK paçavraları ile gösteri düzenlerken Avrupa'da yaşayan Türklerin organizasyonları sürekli bir engelle karşılaşıyor. Türkiye lehine gösteri yapanlar, PKK militanlarının saldırılarına karşı korumasız bırakılıyor.
Avrupalı karar vericilere bu durum sorulduğunda çoğu kez bu soruları geçiştiriyorlar. Avrupa Parlamentosunun 15 Mart'ta aldığı karar ise aslında PKK'ya sağlanan bu örtük desteğin resmi düzeyde onaylanması anlamına geliyor. Türkiye'nin Afrin'den çekilmesi çağrısından söz ediyorum. Tasarıda kullanılan ifadeler PKK yayınlarında kullanılan iftira ve yaftalamalarla neredeyse birebir örtüşmekte. Avrupa Birleşik Solu tarafından verilen bu karar tasarısı büyük bir çoğunlukla kabul edildi.
Peki bu tasarının bizim için bir hükmü bir değeri var mı, tabi ki yok.
Bu tavrını ve desteğini devam ettirmesi durumunda PKK'nın Avrupa içinde saldırganlaşması ve bir tehdit olması kaçınılmaz olacak. Avrupa ülkelerinin her biri ve AP'nin bu süreçte takındığı tavırlar, kendilerine hatırlatılabilecek resmi belgeler olarak bir kenarda bekleyecek.