Fırat'ın Doğusu
Türkiye, Fırat'ın doğusunu tekrar vurmaya başladı. Sınır ötesinden topçu atışları ve keskin nişancılar belirlenen noktaları vuruyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuya ilişkin geçen hafta yaptığı açıklamalar ve bu hareketlilik "Fırat'ın doğusuna yeni bir operasyon mu geliyor" sorusunu gündeme getirdi.
Suriye krizi başladığı andan itibaren bu konu Türkiye'nin başlıca gündemlerinden birisi. ABD'nin DEAŞ gerekçesi ile PYD'yi desteklemeye başlaması bu meselenin daha fazla ciddiye alınmasını gerektirdi.
Türkiye'nin Fırat'ın doğusuna ilişkin politikası oldukça net ve iki temel amaca matuf. Birincisi bu bölgenin fiili ve resmi düzeyde Suriye'den kopmasını engellemek. Başka bir deyişle bu bölgede özerk ya da bağımsız bir yapılanmanın ortaya çıkmasının; ikincisi de buranın PKK için yeni bir barınak ve mobilizasyon bölgesi olmasının önüne geçmektir.
2015 yılından beri bu senaryoya izin verilmeyeceğini en yetkili ağızlardan açık seçik bir şekilde dile getirdi ve bu politikanın gereğini yaptı. Türkiye'nin direnci olmasaydı bugün bambaşka bir tablo söz konusu olabilirdi.
Suriye krizinin çözümüne yönelik diplomatik müzakereler hızlandıkça ve çatışmalar azaldıkça Fırat'ın doğusu meselesi daha yüksek bir dille tartışılmaya başlandı. Astana ile başlayan ve İstanbul zirvesi ile devam eden müzakerelerin sonuç bildirgeleri ve tarafların bu konudaki açıklamaları oldukça net. Son dönemlerde Rusya'nın bu konuyu dile getirmeye başlaması konjontürün Türkiye lehine döndüğünü gösteriyor.
Buna karşın ABD bu konuyu siyasi düzeyde müzakere etmekten özellikle kaçınıyor.
Askeri düzeyde ise YPG'yi silahlandırmaya, eğitmeye ve koordine etmeye devam ediyor. Dahası artık PKK ile organik bağını reddetme ihtiyacı bile hissetmiyor. Varsa yoksa DEAŞ gerekçesi.
Pentagon adına DEAŞ'la mücadele koordinasyonunu üstlenen komutanlar ise çok daha pervasız. PKK'lı militanlarla birlikte poz vermekten de kaçınmıyorlar, onlarla birlikte halay çekmekten de.
Sosyal medya mesajları da hiç kabul edilebilecek türden değil. Türkiye ile YPG'den bahsederken eşit iki aktörden konuşuyor gibiler. DEAŞ'la mücadele sözcüsünün bu anlamda kullandığı fütursuzca ifadelere sıkça rastlamak mümkün. Türkiye'nin Zar Magar ve Tel Abyad'ı vurması ile ilgili yaptığı açıklamada da "iki tarafla da müzakere yürütüyoruz" açıklamaları bu anlamda en son örnek.
Bu açıklamalar aynı zamanda YPG'nin DEAŞ'a karşı başarısızlığını da meşrulaştıran bir içeriğe sahip.
Yaklaşık iki aydır Deyrizzor'un güneyinde DEAŞ'a karşı operasyon yapmasına rağmen iki köyü bile temizleyemeyen YPG Türkiye'nin kendisini hedef almasını gerekçe göstererek operasyonu durdurduğunu açıkladı.
Akıllarınca iki aydır DEAŞ'a verdikleri kayıplar ve beceriksizliklerini Türkiye'ye bağlamış oldular. ABD'li komutan da burada devreye girerek "DEAŞ'la odaklanmalıyız" türünden açıklamalar yapmaktan geri durmuyor.
Fakat artık kimse DEAŞ numarasını yutmuyor. Mümbiç'te sözünü tutmayan ABD, Fırat'ın doğusu vurulduktan sonra ortak devriye görevlerine hız verdi.
Demek ki Türkiye'nin ABD'nin üzerinden baskıyı hiç eksik etmemesi gerekiyor. Bu anlamda hem diplomatik hem de askeri araçlar sürekli devrede olmalı.
Ayrıca ne Mümbiç'i ne de Fırat'ın doğusunu asla pazarlık konusu yapmayacağını sürekli hatırlatmalıdır. Zira bütün platformlarda dile getirilen Suriye'nin topraksal ve siyasi bütünlüğünün önündeki en büyük risk unsuru burasıdır.
Veysel Kurt
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- İsrail’in Körfez hamlesi (30.10.2018)
- İstanbul Zirvesi'nden ne çıktı? (28.10.2018)
- İstanbul’da dörtlü zirve (27.10.2018)
- Suud yönetiminin önündeki seçenekler (25.10.2018)
- Andımız tartışmalarının gösterdiği (22.10.2018)
- Kaşıkçı krizi boyut değiştirirken (17.10.2018)
- Kaşıkçı meselesinde ABD suç ortağı mı? (11.10.2018)
- Suudi Arabistan nereye? (10.10.2018)