Bu köşeyi takip edenler, iç siyaset konularına pek girmediğimin farkındadır. Hele hele anlık açıklamalarla alevlenen tartışmalara dair bir şey yazmıyorum. Daha çok dış politika, terör ve özellikle Ortadoğu siyasetine dair meselelerle ilgili analiz yapmaya çalışıyorum.
Geçtiğimiz birkaç gün boyunca bu yazıda ele alabileceğim konulardan birini seçmeye çalışıyordum. PKK ile mücadelede gelinen aşama, Soçi sonrası İdlib mutabakatı, Suriye'de hangi aktörün nasıl bir çözüme razı olabileceği, Suud yönetiminin Kaşıkçı krizini fırsata çevirme çabaları, Ortadoğu yönetimlerinin nesil değiştirirken yaşadığı sıkıntılar gibi birçok konu zihnimde dolanıp dururken Danıştay 8. dairesinin andımız kararı kamuoyunun gündemine düştü.
Danıştay kendini idarenin yerine koyarak bir karar verdi. Karar kesinleşmiş değil. Bir şekilde temyiz yolu açık. Meselenin bu tarafı teknik bir tartışma.
Kararın zamanlaması, bağlamı ve kamuoyunda tartışılma biçimi ise fazlasıyla dikkate değer.
Kamuoyu, Türkiye'nin savunma sanayisini, enerji hamlelerini, Doğu Akdeniz'deki mücadeleyi, TL'nin neden değer kaybettiğini, terörle mücadeleyi, yeni kültürel atılımı, yanı başımızdaki bölgelerde olan bitenlerin bizi nasıl etkileyeceğini, etkin ve verimli bir bürokrasi mekanizması kurup kuramayacağımızı tartışırken geldi bu karar.
Bu meselelerin hepsini bir kenara bırakıp birden laiklik ve irticanın bütün gündemimizi işgal ettiği günlere döndük.
On beş yılın rövanşını almak için bekleyen ve kendini müesses nizamın sahipleri olarak görenler bir zafer elde etmiş havasına büründüler. Bunlar Danıştay'ın kararını sevinç çığlıkları ile karşıladılar. Hızlarını alamayan eski yargı mensupları Türkçe ezan ve Türkçe ibadet kararlarının zamanı geleceğini açıkça deklare ettiler.
Eğitim sendikacılığı yapanlar Milli Eğitim Bakanlığının kararını beklemeden kendi üyelerine andımızı okutmaları için çağrı yaptı. Dahası bir daha askeri darbe istenmiyorsa andımızın bir an önce okutulması gerektiğini savundular.
Henüz iki sene önce askeri bir darbe girişimini akim bırakan insanları ve mevcut hükümeti alenen tehdit ettiler. Ve aslında ellerindeki gücü ne için ve ne şekilde kullanacaklarını ilan etmiş oldular.
Bu gücü, tıpkı on yıllar boyunca yaptıkları gibi Türkiye'nin eğitimde, savunma sanayisinde, ekonomide bir arpa boyu alması için değil, iktidarlarını korumak üzere kullanacaklarını deklare ettiler.
Yine ellerindeki gücü Türkiye'yi kolayca manipüle edilebilir bir noktada tutmaya gayret edenlere karşı değil, bu ülkenin sıradan vatandaşına karşı kullanacaklarını açık ettiler. Ve öyle görünüyor ki ellerine fırsat geçtiğinde bunu yapmaktan da çekinmeyecekler.
15 Temmuz ruhundan bahsedenler bunlara karşı tavır alacağına meseleyi esas bağlamından uzaklaştırarak Türklük zemininde dile getirmeye başladılar.
Geldiğimiz arpa boyu da olsa alınan mesafenin bir garantisi olmadığını görmek oldukça öğretici. Bu karar en azından bu ülkede ister bürokratik ister FETÖ'cü olsun, vesayet odaklarına karşı elde edilen kazanımların kendiliğinden gelmediğini ve hala istim üzerinde olduğunu görmemize vesile olmalı.