Cumhurbaşkanı Erdoğan BM 73. Genel Kurul toplantısına katılmak üzere New York'a gitti ve bugün Genel Kurul'a hitap edecek.
Daha önce olduğu gibi dünyadaki adaletsizlikleri, hukuksuzlukları dile getirip BM'nin bu durumlar karşısında neden etkisiz kaldığını anlatacak ve yine kurumsal düzeyde bir reform talebini dile getirecek.
BM'nin geldiği nokta itibariyle hiç de haksız değil.
BM, ikinci dünya savaşının ardından aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 51 üye ile kuruldu. Bugün itibariyle 193 üyeye sahip. Devlet statüsüne sahip yapıların büyük bir çoğunluğunun üye olması kurumun küresel bir görünüme bürünmesi ve devletlerin de bu düzeyde düzeyde temsil edildiklerine dair bir izlenim bırakıyor.
Kuruluş bildirgesinin ilk maddesi kurumun amaçlarını dört maddede ifade etmekte. İkinci paragrafta da yedi temel ilkeye yer verilmiş.
Kuruluş bildirgesi okunduğunda ümit veren bu kurumun temel amacı ve dolayısıyla varlık nedenine dair maddeler kısaca şu şekilde özetlenebilir:
Dünya barışının temin edilmesi ve bu ortama tehdit olabilecek unsurların önüne geçilmesi ve bertaraf edilmesi, anlaşmazlıkların uluslararası hukuk yoluyla çözümlenmesi, devletler arası ilişkilerin eşitlik üzerine kurulmasının temin edilmesi, uluslararası işbirliğinin artırılması olarak özetlenebilir.
Temel ilkeler de bu amaçlara göre belirlenmiş. Ve en önemli ilkesi devletleri egemenlik düzeyinde eşit birer entite olarak tanımlayan ve bu düzeyde birbirleriyle ilişkiye sahip olduklarını öngören madde.
Bu amaç ve ilkelerin tam da İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıcı sonuçları sonrasında ortaya çıkmış olmaları kurumun önemsenmesine neden oldu. Uluslararası ilişkiler disiplininde yeni tartışmalar başladı ve devletler arası işbirliğine vurgu yapan liberal eğilimli görüşler yeni bir ivme kazandı.
Ancak uluslararası siyasetin işleyişi ve temel parametreleri bu amaç ve ilkelerin siyasi olarak karşılıksız kalmasına neden oldu. Ve BM gittikçe kuruluş ve amaç ilkelerinin dışında işlemeye başladı.
Bunun birincil nedeni siyasi ve askeri gücün uluslararası ilişkileri belirleyen en temel parametre olmasıdır. Bu yapısal bir unsurdur ve BM bu durumu değiştirmeye dönük bir kapasiteye sahip değildir.
İkinci önemli unsur BM'nin yapısından kaynaklanmakta ve aslında yapısal işleyişe zemin hazırlamaktadır.
BM'nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında savaşın galibi devletlerin imtiyazlarını korumak üzere tasarlandığı çok açık. Güvenlik Konseyi beş daimi üyesinin ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa'dan oluşuyor olması bu durumun temel göstergesidir. Bu ülkelerin veto hakkı ise BM'yi işlevsiz kılan en önemli ayrıcalık.
ABD'nin İsrail hamiliğini üstlenmesi dolayısıyla bütün uluslararası cürümlerine rağmen İsrail hakkında bir yaptırım kararı alınmasının önüne geçti.
Yakın dönemde Rusya ve Çin'in Esed rejimini koruması da benzer bir sonuç doğurdu.
1990'larda Kosova ve Bosna gibi çatışmalı bölgelere Barış Gücü yerleştirilmesi konusunda kararlar alındı ancak bu da hegemon devletlerin etkisi ile altında gerçekleşti. Dahası bu iki ülkede de yaşanan soykırımlar minimal düzeyde ve şahıslar bazında yargılandı.
'Dünya beşten büyüktür' mottosu tam da hem küresel düzeyde süregelen adaletsizliklere hem de BM'nin kurumsal yapısından kaynaklanan işlevsizliği dolayısıyla bu kaosa bir cevap verememesine bir itiraz olarak yükseldi ve yükselmeye devam edecek.
Bu yaklaşımın kabul görmesi ve kurumsal bir reforma gidilmesi elbette kolay değil. Çünkü imtiyazlı üyelerin bu konumlarından vazgeçmesi çok zor.
Ancak dünyadaki çatışmaların bu kadar artması karşısında diğer devletlerin bu itirazı sahiplenmesi ve hatta daha alt düzeyde yeni mekanizma kurma çabaları sergilemeleri uzak bir ihtimal değil.
Transatlantik ilişkilerin bunalımlı seyri, Avrupa ülkelerini dahi bu çizgiye taşıyabilir.
Ticaret savaşlarının yeni bir evreye girdiği şu dönemde erken ve etkili reform hamleleri gelmediği takdirde BM'nin daha hızlı bir şekilde çözülmesi ve anlamsızlaşmasını dikkate almak gerek.
Bu açıdan bakıldığında da Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 'Dünya beşten büyüktür' mottosunun karşılık bulması hem dünyadaki barış ortamının iyileştirilmesi hem de kurumun kendi selameti açısından ciddi bir öneri olduğu bir kez daha ortaya çıkmaktadır.