Arama

Veysel Kurt
Eylül 11, 2018
Esed’le görüşmek

Tahran Zirvesi'nin yankıları sürerken Türkiye'de Esed'le görüşme meselesinin yeniden ısıtıldığını görüyoruz.

Geçtiğimiz perşembe günü SETA İstanbul'da düzenlediğimiz panelin ardından gerçekleşen soru-cevap faslında da bu bağlamda sorular geldi. Konuklarımız arasındaki gazeteci ve öğrenci arkadaşlardan bu meyanda yorum yapanlar, soru soranlar ve görüş bildirenler oldu.

Türkiye'nin Suriye'deki önceliğinin PKK olduğunu ve dolayısıyla bu tehdide karşı Esed'le birlikte hareket edilebileceği yönündeki görüşler Esed'le görüşmenin gerekçesi olarak dile getirildi.

Kamuoyunda bu tarz tartışmaların dönmesinin bir sakıncası yok.

Ancak bu meselenin Türkiye'de aynı zamanda bir muhalefet argümanı haline geldiği ortada.

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun hem zirvenin gerçekleştiği gün hem de ertesinde açıkça Esed'le görüşmenin gerekliliğini vurgulaması meselenin siyasi düzeyde ele alınmasını gerektiriyor.

Kılıçdaroğlu bu argümanı ilk defa dile getirmiyor. Bu argümanı siyaseten kullanışlı buluyor olsa gerek ki meseleyi ısıtmaktan geri durmuyor.

Kılıçdaroğlu aslında hiçbir seçimde kaybetmeyen iktidarı dış politikada kaybettiğini ilan etmeye çağırıyor.

İşin bu tarafını şimdilik bir kenara bırakalım ve Esed'le görüşmenin Suriye krizi bağlamında değerlendirelim.

Esed'i meşru bir iktidar sahibi olarak görenlere katlettiği çoluk çocuk dahil yüz binlerce sivili, hayatlarını kararttığı milyonlarca insanı, kendi ülkesinin yarısını en açık anlamıyla yakıp yıktığını, ülkesini Rusya, İran ve ABD'nin etki alanlarına böldüğünü hatırlatalım.

Aynı şahıslara Tahran Zirvesi'nde Rusya ve İran'ın ana gündemlerinden birinin Esed'i yeninden meşru bir aktör olarak kabul ettirme gayreti olduğunu ve bu konuda Putin ve Ruhani ile aynı safa düştüklerini de.

Hadi bunları geçip reel politiğe dönelim.

Esed'le görüşme ısrarı Suriye'nin toprak bütünlüğü için PKK'ya karşı işbirliği yapılabileceği varsayımı üzerine yoğunlaşıyor. Ancak tam da Türkiye'ye karşı Suriye'de büyük bir tehdit olarak beliren PKK'nın Esed'in politikaları sonucunda ortaya çıktığını unutmayalım.

Krizin başında politik ve askeri bir yapılanmadan uzak olan PYD'nin bugün geldiği nokta, ABD ile sahip olduğu ilişkiler, kontrol ettiği alanın genişliği ve elde ettiği kazanımlar Esed'in açtığı alanla mümkün oldu.

Esed'in iktidarda kalma güdüsü ile verdiği tavizler PYD'yi müdahale edemeyeceği bir noktaya getirdi. Bu durum bugün Suriye'nin bölünmesi potansiyeli barındırıyor.

Bundan sonra da Esed'le birlikte PYD'ye karşı çalışmak da mümkün değil. Aksine Esed PYD'yi Türkiye'ye karşı daha fazla kullanacaktır.

Kısa vadede muhaliflerin olası gerilemesi ile oluşacak boşluk alanlarını PYD'nin doldurması işten bile değil. İdlib operasyonuna katılmak için bu kadar heveskâr olmalarının başka bir açıklaması da yok.

Türkiye'nin Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonları zamanında gerçekleşmeseydi bugün PYD için başka bağlamlarda konuşuyor olurduk. Bu operasyonlarla Türkiye kısa vadede güvenliğini sağladı uzun vadede ise Ortadoğu ile sahip olduğu doğrudan ilişki imkanlarını korumuş oldu.

Üstelik her iki harekat TSK'nın komuta ve planlamasıyla ve fakat Esed karşıtı unsurların katılımıyla gerçekleştiğini unutmayalım.

Üstüne üstlük bu bölgelerin alt yapı, üst yapı, kurumsal yeniden inşası ve güvenliği hala benzer bir iş birliği ile sağlanmaya çalışılıyor. Esed'in meşru bir aktör olarak kabul edilmesinin bu işbirliği üzerinde sahip olacağı etki hesaplandı mı acaba?

Sonuç mu? Esed'i meşru bir aktör olarak kabul etmenin ne insani/ahlaki açıdan kabul edilebilir bir tarafı vardır ne de siyasi/stratejik düzeyde bir getirisi olur.

Veysel Kurt

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
2024 Fikriyat. Tüm hakları saklıdır.
BİZE ULAŞIN