Suriye krizinin çözümü için kurulan zirve diplomasisi yoluna devam ediyor.
Krizin siyasi çözümü ve Suriye'nin toprak bütünlüğü ana prensipleri üzerine kurulan mekanizma 14 Şubat'taki dördüncü toplantısıyla yeni bir dönemece girdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadesiyle Suriye krizinin çözümü açısından işleyen tek mekanizma.
Tarafların neredeyse bütün konular üzerinde farklı pozisyonlara sahip olmasına rağmen bu mekanizmanın devam etmesi de kısmen bununla ilgili.
Üzerinde anlaşılan temel prensipler çerçevesinde terörle mücadele, Fırat'ın doğusu, İdlib, mültecilerin geri dönüşü, Anayasa Komitesi gibi konuların yanı sıra ABD'nin çekilmesi ile ortaya çıkacak fiili durum da artık zirvenin konusu haline gelmiş durumda.
Son zirveye bakıldığında konuşulan konuların çeşitlendiği ve tarafların pozisyonlarını daha açık bir şekilde dile getirmeye devam ettiğini ifade etmek mümkün.
Çözüm mekanizmalarının nasıl işletileceği konusundaki farklılaşmalara rağmen yukarda zikredilen konuların çözümü için ana ilkeler üzerinde bütün aktörler mutabık.
Türkiye'nin bu konulardaki pozisyonu da açık.
Üçlü zirvenin uluslararası meşruiyetini güçlendirmesi açısından BM ile koordinasyonun devam ettirilmesini sürekli gözetmekte. Bu anlamda Suriye krizinin siyasi çözümü için temel referans haline gelmiş olan 2254 sayılı karar temel çerçeve olarak ele alındığını ifade etmekte yarar var. Anayasa Komitesinin BM Suriye temsilcisinin koordinasyonu ile yürütülmesinin temel sebebi de bu. Her ne kadar bu komite belirlenen takvimden daha yavaş işlese de sürecin devam ediyor olması önemli.
Terörle mücadele konusunda Türkiye hiçbir ayrım yapılmaması ve tarafların adil sorumluluk üstlenmesini gözetiyor. Bu açıdan bakıldığında Türkiye'nin Fırat'ın Doğusu için masada tuttuğu ve hazırlıklarını tamamladığı operasyona destek verilmesi olumlu bir yaklaşım. Adana mutabakatının yeni bir referans olarak belirlenmesi de bu anlamda Türkiye'nin elini güçlendirmektedir. PKK'nın Suriye'deki varlığını bitirmeyi amaçlıyor. PKK militanlarının ülke dışına çıkarılması, teslim edilmesi ve yargılanması, kampların kapatılması Suriye hükümetinin sorumluluğunda. Mutabakat ayrıca Türkiye'ye operasyon yapma imkanı da tanımakta. Her ne kadar Rusya ve İran bu durumu Esed rejiminin meşrulaştırılması için yeni bir girdi olarak kullanılmaya çalışmasının bir sonuca evrilmesi mümkün değil.
Mültecilerin geri dönüşü konusu da Türkiye'nin önceliklerinden bir tanesi. Dahası Rusya da bu konuyu önemsiyor. Halbuki bu konunun önündeki en büyük engel Esed rejiminin kendisi. Sorunun kaynağı olması bir tarafa, Suriye'de istikrarın sağlanması ve geri döndüklerinde mültecilerin can ve mal güvenliklerinin garanti edilmesi asgari koşul olarak karşımızda duruyor. Esed rejiminin mültecilerin Suriye'deki varlıkları ile ilgili yayınladığı kararlar ve yeniden yapılandırma süreçlerinde mültecilerin borçlandırılmasına yönelik tartışmalar geri dönüşler konusunda endişe verici bir atmosfer yaratmaktadır.
Terörle mücadele konusu da kısmen bu konuyla ilgili. Hem istikrarın sağlanması hem de mültecilerin geri dönüşü terör örgütlerinin tasfiyesi ile mümkün hale gelebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye Fırat'ın Doğusu ve İdlib ya da Mümbiç'i birbirinden ayırmıyor. Fırat'ın Doğusu ayrıca ulusal güvenliği ilgilendirdiği için Türkiye için başka bir boyuta sahip. Rusya ve İran'ın masadaki askeri operasyona destek vermesi ve Türkiye'nin hassasiyetlerini anladıklarını dile getirmesi dikkate değer.
Bütün bu tablo Türkiye'nin Soçi Zirvesinin prensipleri çerçevesinde hareket ettiğini ifade etmek mümkün. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "denizi geçmişken derede boğulamayız" yaklaşımı Türkiye'nin zirveye katkı yapmaya devam edeceği anlamına geliyor. Bu sözlerden Türkiye'nin Suriye'ye yaklaşımının bu mekanizmaya 'hapsolacağı' anlamı çıkmaz. Türkiye bir yandan bütün mecraları çözüm için bir fırsat olarak değerlendirmeye devam edecek öte yandan ise kendi pozisyonunu güçlendirmeye dönük adımlara atmaya devam edecek.