Tarih ilerledikçe, bilim ve teknoloji geliştikçe, insanların gücü ve imkanı arttıkça; kişisel, kurumsal, toplumsal, evrensel sorunlarımız da artıyor. İnsan oğlu, "ayağıyla toz kaldırıp ağzıyla yutan" ahmaklarcasına; kendi eliyle ve diliyle oluşturduğu sosyal, psikolojik, kültürel, pedagojik, bilimsel, teknolojik, siyasal, ekonomik… krizler, anarşiler, bunalımlar içinde kıvrım kıvrım kıvranıyor.
Hayatın bütün alanlarında ve konularında, dünyanın tüm ülkelerinde ve toplumlarında; bilinen her türlü aracın, gerecin, metodun, tekniğin, silahın, cephanenin fütursuzca kullanımı yoluyla yakan, yıkan, öldüren, yok eden amansız ve acımasız savaşlar var. Az ya da çok akıl ve vicdan, ilim ve irfan, iman ve iz'an sahibi olanlar; sorulara "cevap", sorunlara "çözüm" arıyorlar.
BİR FORMÜL BİN ÇÖZÜM
Malum olduğu üzere; üç-beş kişinin pazı gücü ile yerinden oynatamadığı kayayı, bir kişi "kaldıraç sistemi"ni kullanarak harekete geçirtebilir. On kiloluk eşyayı havaya kaldıramayan rüzgar, onlarca tonluk tayyareyi uçurabilir.
İşte bu noktadan hareketle; "bir formül bin çözüm demektir" anlayışının ardına düşülerek az emekle .ok sonuç almayı ve az zamanda çok mesafe kat etmeyi sağlayacak metotlar, usuller, teknikler bulunması lazım. Her şeyden önce, "düştüğümüz yer"in doğru tespit edilmesi ve "kalkacağımız yer"in iyi bilinmesi lazım.
Aksi taktirde; niyetler, gayretler, emekler, maliyetler boşa gider. Ümitler, hayaller, planlar, programlar, tahminler, beklentiler elden kayıp suya düşer.
Tuttuğumuz bir avuç "tohum", attığımız bir karış "toprak" ise; uygun iklim ve mevsim şartlarında, "bire yedi yüz" bile verir. Ektiğimiz kırılıp "bulgur", öğütülüp "un" haline getirilmiş buğday ise; en geniş ve en verimli tarlalara, ovalara bile eksek ayrık otlarına "gübre" olur.
İNSAN MERKEZLİ HAYAT
Dünden bugüne, bugünden yarına, yaşadığımız ve yaşayacağımız tüm sorunların ortak sebebi de ortak çözümü de "insan". Çünkü o; en güzel şekilde yaratılan, yaratılmışların en şereflisi olan, meleklerden bile üstün kılınan, eşyanın isimleri yahut sırları öğretilen, yerlerin ve göklerin yüklenemediği emaneti yüklenen, yeryüzüne "halife" olarak gönderilen, yetki ve sorumluluk sahibi "sultan".
Hayat, insanın hal ve gidişine göre vaziyet alıp şekilleniyor. İnsan bozulunca her şey bozuluyor, insan düzelince her şey düzeliyor.
Varlıklar içinde, "yukarıların yukarısı"na çıkmaya da "aşağıların aşağısı"na inmeye de yakın ve yatkın olan o. Yapıp ettikleriyle, yaşadığı çevreyi ve ortamı "cennet bahçelerinden bir bahçe" yahut "cehennem çukurlarından bir çukur" kılan o.
Hasılı; hayatın, dünyanın, alemin merkezinde insan var. Yerlerde ve göklerde olup da "emrine amade" kılınanlar; onun tercihlerine göre hakka yahut batıla aracı oluyor, iyiliğe yahut kötülüğe hizmet ediyorlar.
Onun içindir ki, Rabbimiz Allah; "Kim bir insanı haksız yere öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir insanın canını kurtarıp yaşamasına vesile olursa, bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur" diye buyuruyor. (Maide Suresi, Ayet: 32)
Ve yine bu sebeptendir ki, Peygamberimiz Resulullah; "bizim vesilemizle bir tek kişinin hidayet bulmasının yani uyanmasının, aydınlanmasının dünyadan ve içindekilerden daha hayırlı olduğunu" söylüyor.
Şeyh Edebali onun için, Osman Gazi'ye nasihatinde; "İnsanı yücelt ki devlet yücelsin" demiş.
Çinli bilge Kuan-Tzu, bu yüzden; "Bir yıl sonrayı düşünüyorsan buğday ek, on yıl sonrayı düşünüyorsan ağaç dik, yüz yıl sonrayı düşünüyorsan insan yetiştir" mesajını vermiş.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki; tüm sorunların ortak çözümü için, "insan merkezli hayat" anlayışına ve işleyişine ihtiyaç var. İnsan, fıtrat çizgisi üzerinde durursa, yaratılış-var oluş gayesine uygun bir benlik-kimlik-kişilik sahibi olursa; şifreler-sırlar çözülür, tezgahlar-tuzaklar bozulur, sular vadisini-kanalını bulur ve hayat kendi menziline doğru akar.
AİLE MERKEZLİ TOPLUM
İnsanın kim ya da ne olup olmadığını, içinde bulunduğu çevrenin ve ortamın sonucudur. Ana rahminden mezara kadar, onu kuşatan ve kucaklayan sosyal, kültürel, fiziki çevre aklını, ruhunu, bedenini etkiler; duyguları, düşünceleri, davranışları gelişir; benliği, kimliği, kişiliği oluşur.
Bu oluşma ve gelişme süreci, gittikçe küçülen ve daralan merdiven gibi onbir safhadan meydana gelir. Başlangıç noktasından uzaklaştıkça etki alanı daralarak ve etkilenme oranı düşerek adım adım ilerler, basamak basamak yükselir.
Birinci safha, eş seçimidir. Anne olacak hanımefendi ile baba olacak beyefendinin birbirini tercih etmeleri anlamına gelir.
İkinci safha, evlenmektir. Özel bir hukukla "ben"ler "biz" olur, ilk ve son kale olacak bir yuva kurulur ve birlikte hayat yolunda ilerlenir.
Üçüncü safha, döllenmedir. Tohumun toprağa düşmesi, dişi ve erkek hücrenin birleşip bütünleşmesi ve insan çekirdeğine dönüşmesidir.
Dördüncü safha, hamileliktir. Ana rahmi, insanın dünya hayatına hazırlandığı fideliktir.
Beşinci safha doğum, zorlu ve onurlu bir geçiş. Bir dünyadan başka bir dünyaya muazzam yükseliş.
Altıncı safha bebeklik, ilklerle ve yeniliklerle tanışma, Ana kucağında, aile ocağında, dünya ve içindekilerle buluşma.
Yedinci safha, çocukluk. Küçük ailenin koruması altında, büyük aileye hazırlık.
Sekizinci safha, ergenlik. Hedef; kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız bir benlik, kimlik, kişilik.
Dokuzuncu safha, gençlik. Yaşasın özgürlük, egemenlik.
Onuncu safha, yetişkinlik. Kendi dünyasında; hayatın yükünü taşıyan hanımefendilik, beyefendilik.
Onbirinci safha, yaşlılık. Ununu elemiş, eleğini asmış olmanın verdiği bahtiyarlık.
Bütün bunlardan anlaşılan o ki; insanın oluşma ve gelişme sürecinde, en etkili kurum ailedir. Onun için; "insan merkezli hayat" anlayışının ve işleyişinin hemen yanına, "aile merkezli toplum" anlayışının ve işleyişinin de eklenmesi gerekir.
GELİŞİM ODAKLI ÖMÜR
Hayat, bisiklete binmek gibidir. Sürekli pedal çevirmeyenler önce durur, sonra devrilir.
Durgun suyun zamanla kimyası bozulur ve giderek artan bir dozda, derecede kirlenir. Akan su ise; kendisini yeniler, aykırı unsurlardan kurtulur ve aktıkça temizlenir.
İki günü bir olanlar zarardadır. Bugün dününden, yarın bugünden daha iyi olmayanlar; hayat yolunda geride kalır.
Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızda; ne ekersek onu biçeriz. Dünyamız için de, ahiretimiz için de; niyetimizin, gayretimizin, emeğimizin, yüreğimizin karşılığını elde ederiz.
O halde; kazandığımız değerleri korumak, kaybettiğimiz değerleri geri kazanmak ve yeni değerler üretmek için kesintisiz bir "gelişim odaklı ömür" anlayışı ve işleyişi içinde olmamız gerekir. Bu, Alemlerin Rabbi olan Allah indinde "kavli ve fiili dua" olup; herhangi bir konuda "zafer" isteyenlerin, aklen-ruhen-bedenen "sefer" halinde olması anlamına gelir.
Zekeriya Erdim
07.06.2017
Fikriyat.com