Eğitimin “alaylı”ları ve “mektepli”leri
Eskiden beri, hayatın bütün alanlarında ve konularında, insanlar; kendi kabiliyet ve kapasitelerinin sınırları dışında kalan işlerini görebilecek, ihtiyaçlarını karşılayabilecek "usta"lara yahut "uzman"lara ihtiyaç duyarlar. Bir başka ifadeyle, herkesin her şeyi yapabilmesi mümkün olmadığı için; birbirlerini tamamlayıp takviye ederek ayakta kalırlar.
Teori ile pratiğin ayrı düştüğü durumlarda; ister istemez, bir ikilem yaşarız. İşi ehline havale etme niyeti ve gayreti içine girdiğimizde; resmî makamlarca verilmiş "belge"ye mi, fiili kazanımlarla elde edilmiş "bilgi"ye ve "beceri"ye mi itibar edeceğimiz konusunda şüpheye, tereddüde düşeriz.
Düşünürüz ki; bizim için, kişinin "kendisi" mi yoksa "diploma"sı yahut "sertifika"sı mı önemlidir? Acaba, işimizi hangisi görür; ihtiyacımız olan malı ya da hizmeti kim üretir?
Aslında, cevabını arayıp bulmaya çalıştığımız; "Alaylı mı, mektepli mi?" sorusudur. Şüphesiz, ikisinin bir arada bulunması; öncelikli tercihimiz olur.
Ancak; bu, her zaman mümkün değildir. Özellikle taşrada, mahrumiyet bölgelerinde, doğal afet ve savaş dönemlerinde; hem işi bilen, hem elinde diploması olan birileri bulunamayabilir.
Kısaca özetlemek gerekirse; herhangi bir alanda, konuda, meslekte, branşta sahada yetişenlere "alaylı", sınıfta yetiştirilenlere "mektepli" diyoruz. Alaylıların, pratiğin içinde yaparak, yaşayarak öğrendiklerini; mekteplilerin ise, örgün eğitim kurumlarında, teorik ağırlıklı müfredat programları ile yetiştirildiklerini biliyoruz.
Hayatın içinde; her iki kategorinin de iyi ve kötü örnekleri var. Çeşitli alanlarda ve konularda; diplomasız "alim"ler de, diplomalı "cahil"ler de bulunabiliyorlar.
ARA FORMÜLLER
Zaman zaman, devletin ve milletin imkan ve ihtiyaç durumuna göre; "ara formül"lere de başvuruluyor. Sınav, mülakat, formasyon kursu gibi süreçlerden geçirilerek; alaylılara da diplomalılar gibi istihdam ve iş görme hakkı veriliyor.
Geçmiş dönemlerde, Milli Eğitim Bakanlığı; kadro açığını kapatmak için, bazen bu yola girdi. Fakültelerin, alan yakınlığı olan bölümlerinden mezun olanlara öğretmenlik hakkı; eğitim bilimlerinden mezun olanlara da, kendi branşlarının dışındaki branşlarda görev yapma imkanı verdi.
Diyanet İşleri Başkanlığı, gayrı resmî "medrese"lerde yetişen yahut özel dersler alarak kendilerini yetiştiren "molla"lara; tıpkı İmam Hatip ve İlahiyat mezunları gibi, "imam"lık yapma hakkı tanıdı. Doğu'da ve Güneydoğu'da, terör örgütünün ifsad ettiği kitlelerin ıslahına katkı sağlamak amacıyla; yüzlerce molla, "din görevlisi" olarak atandı.
Son yıllarda; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın da buna benzer bir uygulaması var. Üniversitelerin, Sosyal Bilimler'le ilgili bölümlerinden mezun olanlar; kısa bir formasyon eğitiminden geçirildikten sonra, Aile Danışmanı olarak görevlendiriliyorlar.
KARİYER ÇATIŞMALARI
Günlük hayatın içinde, zaman zaman; "alaylı"lar ile "mektepli"ler arasında yaşanan "kariyer çatışmaları"na şahit oluyoruz. Bir yandan, "Diploman kadar konuş kardeşim, sen nere mezunusun?" cinsinden ikazları; öte yandan, "Diplomayı bakkaldan mı aldın, hay seni okutan hocanın" cinsinden itirazları görüyor, duyuyoruz.
Hatta, bazen; bu konuyu karikatürize eden fıkralar anlatılıyor. Yaşanmış ya da yaşanması mümkün olan; sembolik hikâyeler, anekdotlar aktarılıyor.
Rivayete göre, âlim bir zat; deniz yoluyla Boğaz'ı geçmeye çalışırken, kendisini götüren kayıkçıya, "Okuma-yazma bilir misin?" diye sormuş. "Hayır, bilmem" cevabını alınca; "Gitti ömrünün yarısı" diye hayıflanıp, küçümseyici bir imada bulunmuş.
Biraz sonra, fırtına çıkmış; kayık battı batacak, gitti gidecek gibi sallanmaya başlamış. Kayıkçı, âlime, "Efendim yüzme bilir misiniz?" diye sorup da "Hayır evladım, bilmem" cevabını alınca; taşı gediğine koymuş ve "Gitti ömrünün tamamı" diye mırıldanmış.
Böylece; ilmin teorik bilgiden ibaret olmadığını anlamışlar. Bir başka ifadeyle; denizde, yüzme bilen alaylının, yüzme bilmeyen mektepliden daha avantajlı olduğunu kavramışlar.
ALAYLI ÂLİMLER
Geçmişin sayfalarına, satırlarına göz attığımızda; çok sayıda "alaylı âlim"ler görüyoruz. Kendi ilgi ve ihtisas alanlarında, ürettikleri katma değerlere baktığımızda; hem hayranlık, hem de hayretler içine giriyoruz.
Böyle güzel ve özel örnekler; günümüzde ve güncel hayatımızın içinde de var. Örgün eğitim safha ve süreçlerinden geçmemiş, okullarda okuyup karne yahut diploma alma yolunu seçmemiş bazı kimseler; akademik kariyer sahibi nice doktorlara, doçentlere, profesörlere şapka çıkarttırıyorlar.
Bu durum, bize; iki önemli gerçeği anlatıyor. Bir yandan, sistem dışı yollarla da "iyi eğitim" alınabileceğini; öte yandan, alanında bilgi ve beceri sahibi olan herkese, uygun bir formülle, "yetkinlik ve yeterlilik belgesi" verilebileceğini hatırlatıyor.
Belli bir süre, eğitimin "mektepli"lerini kendi haline bırakıp; "alaylı"larına ışık tutmaya çalışacağız. Özellikle, çarpıcı örnekleri ve öyküleri; değerli okuyucularımızla paylaşacağız.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Sosyal medya ahlâkı (21.03.2018)
- Dil yarası, yüz karası (17.03.2018)
- “Dinde doğruluk” için, “doğru din eğitimi” (14.03.2018)
- Eğitim sektörünün “3M” ihtiyacı (10.03.2018)
- Öğretmenin notunu kim versin? (07.03.2018)
- Başarı öykülerinin önemi (03.03.2018)
- Ailede 'güven'i 'güve'ler yiyor (28.02.2018)
- Afrin’in Akşemseddin’leri nerede? (24.02.2018)