Tarih boyunca tüm dinlerin, kültürlerin, medeniyetlerin ortak kabulüne göre; toplum ağacının "tohum"u ailedir. Onun içindir ki; özenle kurulması ve dikkatle korunması gereken bir kaledir.
Bu kalenin düştüğü ülkeler ve toplumlar; hayatın bütün alanlarında düşüşe geçerler. Küçük ya da büyük ölçekli güç ve iktidar sahiplerini zayıf düşürüp sarsmak isteyenler; çoğunlukla, aile kapısından sızmayı seçerler.
Bizi, diğer ülkelerden ve toplumlardan farklı yahut avantajlı kılan temel özelliklerden biri; aile ve akrabalık bağlarının kuvvetli olması. İnsanların birbirlerine tutunarak ve destek olarak güç toplayıp; kriz dönemlerini daha kolay atlatması ve ayakta kalmayı başarması.
Ancak, modern dünyanın yaygın sosyo-kültürel hastalıkları yüzünden; bu kalemizden, şimdilerde daha çok taş düşüyor. Giderek daha fazla aile, huzur ve güven ocağı olmaktan çıkıp; toplumsal bozulmanın merkezine dönüşüyor.
MEDYA DİNAMİT DÖŞÜYOR
Artık müzmin bağlılıklardan ve bağımlılıklardan birisi haline gelen medya takipçiliği; reyting avcılarının istismar arzularını artırıyor. İnsanların özel hayatlarını didik didik edip ortalığa seren yerli ve yabancı filmler, diziler, sözüm ona kadın-aile programları aracılığıyla; aile mahremiyetleri ayaklar altına alınıp, haya duyguları ve duvarları yıkılıyor, yok ediliyor.
Bir avuç ayarı bozuk azınlık üzerinden; toplumun bütününe yönelik, psiko sosyal algı operasyonları yapıyorlar. Çıra yakıp arayarak buldukları, hatta kendi yazdıkları kurgusal senaryolara uydurarak sundukları evlilik dışı ilişki, eşler arası aldatma, aldatılma örneklerini; yaygın öyküler silsilesi haline getirerek satıyorlar.
Böylece gizlinin açık, azın çok, anormalin normal gibi gösterilmesi; ahlaki bozulmayı teşvik ediyor. Aile ve toplum; giderek daha fazla "dinamit tarlası" olmaya doğru gidiyor.
DNA BAŞVURULARI ARTIYOR
Bu dejenerasyonun doğal sonuçlarından biri; eşler arasındaki güvenin yara alması. Az sayıdaki kötü örnek ve öykü yüzünden; çok sayıdaki iyi ailenin de töhmet altında bırakılması.
Konuyla ilgili araştırmalardan anlaşıldığına göre; son yıllarda, "babalık testi" için başvuruda bulunanların oranı yükselmiş. Bundan altı yıl önce, günde ortalama 30 iken; şimdilerde, 100 seviyesine kadar gelmiş.
Uzmanlar, bu sayıların; resmi kurumların kayıtlarına girenlerle ilgili olduğunu söylüyorlar. Duyulmasın, bilinmesin kaygısıyla özel kurumların laboratuvarlarında yaptırılıp, resmi kayıtlara girmeyenlerin, bundan daha fazla olabileceğini tahmin ediyorlar.
Özet olarak, bazı erkekler; eşlerinin hamile olduğu yahut doğurduğu çocuğun, hatta çocukların, kendilerinden olup olmadığı konusunda şüphe, tereddüt içine giriyorlar. Bunu ispat etmek ya da kendilerini ikna etmek için; DNA testi yaptırarak, durumu tescil ettirmek istiyorlar.
Bu test sonuçlarının bazıları; boşanma yahut miras davalarının delili haline geliyor. Mahkemeler nezdinde geçerli olabilmesi için; Adli Tıp Kurumu tarafından yapılması yahut yaptırılmış olması gerekiyor.
Hiç şüphe yok ki; konunun tarafı ve muhatabı olanlar, her şeyden önce, toplum nezdinde büyük bir itibar kaybına uğruyorlar. Bazen büyük faciaların sebebi olup; kimi katil, kimi maktul haline geliyorlar.
ÖNLEYİCİ TEDBİRLER ALINMALI
Hayatın bütün alanlarında ve konularında olduğu gibi, bu konuda da ciddi bir "sorun" varsa; bütün imkanlar kullanılarak, köklü bir "çözüm" üretilmelidir. Alınacak önleyici tedbirlerle; riskler azaltılmalı, güven tesis ve tahkim edilmelidir.
Mesela, evlilik başvurularında "kan testi" nikah akdinin; doğum sonralarında "DNA testi" nüfus kayıt işlemlerinin ön şartı haline getirilebilir. Böylece, bir çocuğun "nesebi gayrı sahih" olması durumunda; bunun her halükarda ortaya çıkacağı, herkes tarafından önceden bilinir.
Öte yandan, "medya özgürlüğü" haddini aşıp "toplumsal tahribat"a dönüşmüşse; buna müdahale edilmesi milletin hakkı, devletin görevidir. Vatan toprağına tecavüz gibi; millet varlığını tahrib de seferberlik gerekçesidir.
Şunu da açıkça ifade etmeliyiz ki; bu ve benzeri konularda, devletin iradesi ve inisiyatifi ile birlikte, toplumun duyarlılığına da ihtiyaç var. Olumsuz algı oluşturan TV kanallarını ve programlarını, teslim alınmış gibi takip edenler; kendi yaşadıkları ülkeye ve topluma, dünyaya ve insanlık alemine kötülük ediyorlar.
İzleyici olmayı bırakarak sessiz; tepkimizi dile getirerek sesli görevler üstlenebiliriz. Başta kendi evimiz ve ailemiz olmak üzere; aile kalesinin korunması konusunda, bir iyilik hareketinin aktif elemanı, hatta öncüsü haline gelebiliriz.