“Emektar” olun ama sakın “emekli” olmayın
İşverenler, çalışanlar, sendikacılar, aydınlar, yöneticiler; enine boyuna, emeklilik yaşını tartışıyorlar. Aşağı çekmeye çalışanlar da, yukarı çekmeye çalışanlar da; kendilerine göre, makul gerekçeler buluyorlar.
Bu konuda, biz; biraz farklı düşünüyoruz. Bildiğimiz örneklerden ve öykülerden yola çıkarak; meselenin bir başka yönüne vurgu yapmak istiyoruz.
Öncelikle, bu; bir millet ve memleket meselesi. Onun da ötesinde; insanın ve toplumun, dünya görüşüne dayalı bir hayat felsefesi.
Bizim kültür ve medeniyet geleneğimize göre; yuvarlanan bile yumuş tutar. Her yaş ve seviyedeki insan; kendi çapında katma değer üretir ve bir işe yarar.
Başarabildiğimiz ölçüde; "yük olan" insan değil, "yük alan" insan olmayı tercih ederiz. İnancımız gereği, veren elin alan elden daha hayırlı olduğunu bilir; gücümüz ve imkânımız nispetinde, "veren el" olmayı seçeriz.
Bizim için, çalışmak; sadece "iş" değil, aynı zamanda "ibadet" hükmündedir. Onun için, atalarımızdan bize miras kalmış bir söz olarak; "Boş durmaktan, bedava çalışmak daha iyidir" denir.
Şüphesiz, eli tutmaz-ayağı yürümez hale gelmiş hastalarımıza ya da yaşlılarımıza hizmet etmek; devlet ve millet olarak, boynumuzun borcudur. Başta evlatları ve diğer yakınları olmak üzere; onlar bizim, "dua kapımız" ve "rızk vesilemiz" olur.
EMEKLİLİK SENDROMU
Görünen o ki; insanların bir kısmı, erken yaşta "emekli" olmak istiyorlar. Sonra da hayatla irtibatlarını kesip, bir kenara çekilerek; "ununu eleyip eleğini asmış" olma psikolojisiyle, "emeklilik sendromu" içine giriyorlar.
Boşluk, yalnızlık, yaşlılık, yetersizlik, işe yaramazlık duygusu ve düşüncesi; ahtapotun kolları gibi sarıp, olumsuz bir ruh hali içine sokuyor. Bizim emekli, "ölümü bekleyen adam" haline gelip; neredeyse, Azrail'in yoluna bakıyor.
Birileri, bir yerlerde; "emekli kahveleri" açıyorlar. Üzerlerine ölü toprağı serpilmiş insanlar; oralarda, ömür tüketiyorlar.
Evlerinde, aile ortamlarında barınamayanlar; adına "darülaceze" dediğimiz yaşlılar yahut acizler evine düşüyorlar. Devletin yahut hayır sahibi insanların himayesinde; birlikte yaşıyorlar.
Bu arada, bedeli karşılığında bakım yapan özel yaşlı yurtları da; giderek bir sektör haline geliyor. Sevginin, saygının, aile sıcaklığının olmadığı ortamlarda; nice "emektar" annelerimiz ve babalarımız, zelil oluyor.
İKİNCİ BAHAR DÖNEMİ
Bir hakkı teslim etmek gerekirse; toplumda, emekliliği, "ikinci bahar" dönemi olarak tanımlayanlar da var. Onlar, emeklileri; hayatla irtibatlı olmaya, bir yolunu bulup aktif ve verimli kalmaya teşvik ediyorlar.
Uzun listeler halinde; emeklilik döneminde yapılabilecek faaliyetler sayılıp sıralanıyor. Kitaplar ve makaleler yazılıyor; medya organları aracılığıyla, tavsiyeler ve teklifler yayınlanıyor.
Yapılan yönlendirmeler arasında; "aktif olun, sosyal çevrenizi koruyun, hobiler edinin, zihninizi aktif tutacak uğraşlar bulun, seyahat edin, yarım kalan işlerinizi yahut heveslerinizi tamamlayın, gönüllü faaliyetlere katılın ve katkıda bulunun" gibi önermeler var. Bazı kişiler ve kurumlar; bu bağlamda, emeklilere has etkinlik organizeleri de yapıyorlar.
Emekli olduktan sonra, kendisine yeni bir iş bulup; çalışma hayatına devam edenleri de görüyoruz. Kimilerinin, geçinebilmek için; kimilerinin ise, katma değer üretip işe yarayabilmek için bu yolu seçtiğini biliyoruz.
EMEKTAR OLMAK
Sonuç olarak, emekliler ya da onlara tekliflerde ve tavsiyelerde bulunanlar; daha olumlu ve verimli bir emeklilik dönemi geçirmenin formüllerini arıyorlar. İşte bu noktada, faydalı olacağı ümidi ve temennisiyle; bizim de birkaç tespitimiz ve teklifimiz var.
Biz biliyoruz ki; atlar, üzerlerindeki süvarilerin baktıkları yöne doğru koşarlar. Doğum ile ölüm arasındaki toplam süre değişmese bile; yaşama arzusu olanlar, idealizmini ve dinamizmini koruyanlar, aslında daha çok yaşarlar.
Biz süvariyiz; vücudumuz, üstüne bindiğimiz atımızdır. Hücrelerimiz, dokularımız, organlarımız, organizmamız; bizim duygularımıza, düşüncelerimize göre vaziyet alır.
O halde, "çıkmayan canda ümit vardır" ilkesinden hareketle; her hal ve şart altında, ümidimizi ve güvenimizi korumalıyız. "Ömür biter, yol bitmez" anlayışı ve işleyişi içinde; daima hareketli ve bereketli olmalıyız.
Beden enerjimizin bittiği yerde bile; akıl ve ruh enerjimiz devam edebilir. Elimizin tutmadığı, ayağımızın gitmediği yere; dilimiz ve yüreğimiz gidebilir.
Başka hiçbir şey yapamıyorsak bile; okuyup yazabiliriz. Hayata dair tecrübelerimizi ve birikimlerimizi; süzme bal gibi damıtıp, bizden sonrakilere miras bırakabiliriz.
Herhangi bir alanda ya da konuda değer üretmek; bizi daha değerli hale getirir. Daha fazla saygı duyulur; daha çok itibar edilir.
Kutadgu Bilik müellifi Yusuf Has Hacib; "İnsan, iki şeyle kendisini ihtiyarlamaktan kurtarır; biri iyi iş, diğeri iyi söz" diyor. Meşhur mütefekkirlerden Cenap Şehabettin ise; "ihtiyar olup genç görünmenin, genç olup ihtiyar görünmekten daha hayırlı olduğunu" söylüyor.
Siz siz olun; "emektar" olun ama sakın "emekli" olmayın. Biraz vitesi düşürmüş olsanız bile; motoru istop ettirip, yol kenarında kalmayın.
Yaşadığınız her an; dünya, sizin için de dönüyor. Alıcı gözüyle bakarsanız; her zaman, yürünecek bir yol görünüyor.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Değersizlik duygusunun düşürdüğü haller (27.10.2018)
- Eğitimin yeni yol haritasında ne var, ne yok? (24.10.2018)
- Öğrenci andı “söz” mü, “yemin” mi, “ibadet” mi? (21.10.2018)
- Ümmete örnek ve öncü olmak için (17.10.2018)
- Sahte kahramanların kaybettirdikleri (13.10.2018)
- İnsanın pedagojik, psikolojik, psikiyatrik serüveni (10.10.2018)
- Hafızamız, kader ağımız (06.10.2018)
- Çiçekler naylon oldu (03.10.2018)