Dilimizi oluşturan kelimeler, kavramlar; kimliğimizin dışa vurum işaretleri ve ifadeleridir. Bu, kişiler ve kurumlar için de ülkeler ve toplumlar için de böyledir.
Türkçe'nin dil ve edebiyat hazinesinde; asırların eskitemediği, nesillerin terkedemediği sihirli bir sözcük var. İlim ve hikmet sahipleri; inkar ve isyan içinde olan kalbe "nefs", iman ve itaat içinde olan kalbe "gönül" diyorlar.
İşin enteresan tarafı; Batı dünyasında ne lafzı var ne de yeri. "Gönül" yahut "gönüllülük", bizim kültürümüzün ve medeniyetimizin temel değeri.
Bu tohumu, hayat toprağımıza ekip; bire yediyüz denecek kadar bol ve bereketli başaklar devşirmişiz. Hoşnut etmeye "gönül alma", derinden sevmeye "gönül verme", yakınlık oluşturmaya "gönül bağı kurma", aşkın farkedişe "gönül gözü ile görme" demişiz.
Kalelerden ve kulelerden önce gönüllere girilmiş. Dereleri ve denizleri aşan, kıtaların ve kutupların ötelerine ulaşan "gönül köprüleri" kurulmuş.
İyilere "gönül ehli", iyiliklere "gönül işi" diyoruz. Bu amaçla oluşturulan sivil ve örgütlü yapılara, da "gönüllü teşekküller" adını veriyoruz.
Eskiden, iyilik ve yardım faaliyetleri "vakıf"lar üzerinden yürütülüyordu. Modern zamanlarda ise; "dernek" ve "sendika" adı verilen sivil toplum kuruluşları da oluşturuldu.
İlgi ve ihtiyaç alanlarına göre organize olup, insanların elinden tutuyorlar. İçeride ve dışarıda, dünyanın dört bir yanına iyilik ve yardım götürüyorlar.
Hatta bu sayede, muhtemel sosyal patlamalar önleniyor yahut asgariye indiriliyor. Adanmış insanlar üzerinden yürüyen gönüllü faaliyetler, devlet ve millet binasını ayakta tutan direklerden birisi oluyor.
Ayrıca, inancımız gereği; "dünya tarlası"nı daha münbit hale getirip, "ahiret tohumu" ekiyoruz. Sosyal sorumluluklarımızı yerine getirerek, makbul bir "ibadet" yapıyoruz.
Ancak, "gönül erleri" iyilik üretirken; "nefis askerleri" de kötülüğü çoğaltmaya çalışıyor. Gönlümüze gölge düşürmek amacıyla; kah tezgahlar ve tuzaklar kurmak, kah yalanlarla ve iftiralarla çamur atıp aleyhte algı oluşturmak için uğraşıyor.
Biliyoruz ki, herkes kendi fıtratının gereğini yapar. Fakat, deneyleri ve gözlemleri derse dönüştürüp, tedbir üretilmesi gereken hususlar var.
VİCDAN YARASI
Yakın geçmişte, çok acı bir tecrübe yaşadık. Hayırhah bir ülke ve toplum olarak, hamiyet duygularımızı derinden yaralayan darbeler aldık.
Bugün adına "FETÖ" dediğimiz ihanet şebekesi; hem cüzdanlarımızı, hem vicdanılarmızı, hem de insanlarımızı çaldı. İyi niyetlerin istismar edildiğini, fedakarlıkların sömürüldüğünü, "himmet" yahut "hizmet" kisvesi altında "hıyanet" organizeleri yapıldığını gördük; gönlümüze gölde düştü, elimiz böğrümüzde kaldı.
Sütten dilimiz yandı, artık yoğurdu üfleyerek yiyoruz. Her taşın altından bir yılan çıkabileceği endişesi içinde; "Aman ha! Tedbirde kusur etmeyelim" diyoruz.
Bu yaranın sarılması hayli zaman alacak. Yaşanılan sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik, askeri, diplomatik travmalar; muhtemelen nesilden nesile aktarılacak.
Şüphesiz, güven kirlenmesinin ve zehirlenmesinin oluşturduğu riskler var. İnsanlar; fisebilillah iyilik ve yardım organizesi yapan kişilere ve kurumlara bile şüpheyle, tereddütle yaklaşıyorlar.
KAZAN KARASI
İşte bu sisli, puslu havada; birileri "kurt" olup "kuzu" boğazlamaya kalkışıyor. Bazı yerel ve genel siyasiler ile medya organları üzerinden "algı operasyonları" yapan şer cephesi; iyilik ve yardım organizeleri sayesinde kamuoyu nezdinde itibarlı hale gelmiş gönüllü teşekkülleri yıpratmaya çalışıyor.
"Kaşının altında gözün var" cinsinden iddialarla, ithamlarla muhatap oluyoruz. "Öküz altında buzağı" değil, "buzağı altında öküz" aramaya benzeyen münasebetsizliklere tevessül ettiklerini görüyoruz.
İyilik ağaçlarını yakmaya, gönül köprülerini yakmaya yönelik icraatlar içindeler. Alnımıza kara sürüp, lekeli hale getirmenin peşindeler.
Oysa, kol sıvayıp ocağa girdiğimiz, aş pişirip açlara yedirdiğimiz için; alnımızda "kazan karası" var. "Gönül ehli" olmayanlar, "gönüllüler"in organize ettiği "gönüllü teşekküller"in derdini, davasını bilmiyorlar.
Şüphesiz bizim de işlerimizi sıkı tutmamız, adımlarımızı sağlam atmamız gerekir. Sivil toplum kuruluşlarımız, hem görevlerini iyi yapmalı; hem de sosyal, psikolojik, siyasal, ekonomik bağlılıklardan ve bağımlılıklardan kurtularak kendi ayakları üzerinde durabilecek hale gelmelidir.
Hasılı, iyi güne de kötü güne de hazır olmalıyız. Adımıza, alanımıza, anlamımıza uygun olarak; anlayışta ve işleyişte "sivil" kalmalı, "sıkı" durmalıyız.
"Yağar, eser, yolcu havasıdır" deyip; ülkemiz ve toplumumuz, dünyamız ve insanlık alemi için "iyilik" üretmeye devam edelim. Yakından uzağa doğru, gücümüz ve imkanımız nisbetinde sorumluluk üslenip; "gönül coğrafyamız"ın her köşesine gidelim.
Biz aydınlığı artırdıkça, karanlık azalıp kaybolacaktır. Güneş balçıkla sıvanmaz; hak yerini bulacak, hakikat payidar olacaktır.