Her yer açık, okullar kapalı
Kişisel, kurumsal, toplumsal hayatımızın bütününde; attığımız taş, ürküttüğümüz kurbağaya değiyor olmalı. Söylemlerimizde ve eylemlerimizde, denge ve tutarlılık gözetilmeli; büyük resme bakılarak "sebep-sonuç" ilişkisi kurulup, "parça-bütün" uyumu sağlanmalı.
Öte yandan; atılacak adımlar ile alınacak sonuçlar bakımından, "fayda-maliyet" analizi yapmak diye bir şey var. Kişiler ve kurumlar, ülkeler ve toplumlar ihtimalleri bir bütün olarak değerlendirip; sonuçta bir zarar olacaksa bile, faydası daha fazla olan yolu tercih ediyorlar.
Bilim Kurulu'nun tavsiyesi, Milli Eğitim Bakanlığı'nın kabulüyle; 2020-2021 öğretim yılının başlama tarihi, "şimdilik" kaydı düşülerek, 21 Eylül'e ertelendi. Ayrıca, yeni bir uzatma kararı olmazsa bile; "kademeli" bir şekilde ve "seyreltilmiş" olarak açılacağı söylendi.
Bu karar, salgından korunma tedbirleri açısından değerlendirildiğinde; akla ve mantığa uygun gibi gelebilir. Ancak, konunun diğer boyutları da incelenip irdelendiğinde; zararının faydasından daha fazla olacağı, kolayca görülebilir.
İlaveten, ortada çelişkili bir durumun olduğunu söyleyebiliriz. Bir başka ifadeyle, anlamakta zorlandığımız konulardan ve cevabı verilmesi gereken sorulardan söz edebiliriz.
Virüsten ölenlerin yaş ortalaması 74.6 ve % 93'ü 65 yaş üstü, öğretmenlerin yaş ortalaması 36 ve % 100'ü 65 yaş altı, öğrencilerin tamamı 5-20 yaş arası "düşük risk" grubu ve hareket ihtiyacı en yüksek kesim olduğu halde; her yer açık tutulurken, okullar niçin kapatılıyor? Öncelik ve önem sıralamasında; eğitim sektörü, diğer sektörlerin hepsinden daha geride mi tutuluyor?
Bir milyon öğretmen ile on sekiz milyon öğrencinin birim zaman dilimi içinde üretecekleri "katma değer"; istikbalimiz ve istiklalimiz için ne kadar önemlidir? Peşin döviz girdisi sağlamadıkları için; okullar oteller, öğretmenler ve öğrenciler turistler kadar değerli değil midir?
Bugün itibarıyla, salgın dönemini altı ay yahut yarım yıl saysak. Virüsten ölenler ile başka sebeplerle ölenlerin sayısal verilerini kabaca karşılaştıracak olsak.
Salgın dönemindeki insan kaybımız, 6.000 civarında olmuş. 2019 Yılının altı ayında; kanserden ölenler 40.000'i, sigaradan ölenler 60.000'i bulmuş.
Corona virüs için ilan edilen seferberlik, bunlar için neden ilan edilmiyor? Diğer hastalıklara ve ölümlere sebep olan şeyler konusunda; niçin benzeri bir "yasaklama" yahut "kısıtlama" yoluna gidilmiyor?
KADROLAR VE KURUMLAR YATSIN MI?
Okulların, öğretmenlerin, idarecilerin; üç temel görevi var. Yetişme çağındaki çocuklara ve gençlere; "eğitim" (duygu-düşünce-davranış, benlik-kimlik-kişilik oluşumu), "öğretim" (bilgi-beceri gelişimi), "yönetim" (hayatı ve içindekileri insanın amaçları yahut ihtiyaçları doğrultusunda kullanma anlayışı, alışkanlığı) şeklinde özetleyebileceğimiz formasyonlar kazandırıyorlar.
"Hiç yoktan iyidir" anlayışıyla ve şartların zorlaması sonucu gündeme gelen "uzaktan eğitim" uygulamaları ile "seyreltilmiş sınıf" planlamalarının; elbette faydası olur ama kabiliyet ve kapasite kabını doldurması mümkün ve muhtemel değildir. En iyi ihtimalle; bir zamanların "hızlandırılmış eğitim" uygulamasında olduğu gibi hem "yüzeysel", hem de "yanıltıcı" bir sonuç elde edilebilir.
O zaman, bunca kadrolar ve kurumlar; hayatın dışına çıkıp, kış uykusuna mı yatsınlar? Çocukların ve gençlerin gelecek hayallerini gerçeğe dönüştürme, ülkenin ve toplumun ihtiyacı olan kalite ve kariyer sahibi insanı bir an önce yetiştirme konusundaki sorumluluklarını; hangi bilinmez bahara bıraksınlar?
Dünyanın hızla döndüğü, "var oluş" mücadelesinin zaman ve mekân sınırı tanımayan kesintisiz savaşlar haline geldiği bir asırda; bu boşluğu kim, nasıl dolduracak? Ortaya çıkacak sosyal, psikolojik, kültürel, ekonomik, bilimsel, teknolojik arızaların ve aksamaların ağır hesabı; kimlere, "emr-i vaki" yoluyla miras bırakılacak?
BAZI SEKTÖRLER BATSIN MI?
Salgın döneminin ilk günlerinden itibaren; ifrata ve tefrite düşülmeden, "itidal" çizgisi üzerinde durulmasını tavsiye ediyorduk. Gereken tedbirler alınmakla birlikte; "hayatın ritmi devam etmeli" diyorduk.
Aslında, Türkiye bunu büyük ölçüde başardı. Salgın dönemindeki "kriz yönetimi"; şişi de kebabı da yakmayan bir yaklaşımla, "rol model" olabilecek bir noktaya kadar vardı.
Ancak, diğer sektörlerde gösterilen dengeli duruş; nedense, eğitim sektöründe bir türlü gösterilemedi. Anlık ya da günlük yansıması olabilecek alanlara ve konulara verilen değer; ömürlük sonuçlar doğuracak eğitim, öğretim hizmetlerine verilemedi.
Alınan kararlar, atılan adımlar; giderek daha fazla "değer" ve "itibar" kaybına sebep oluyor. Devletin hem hizmet hem de istihdam yükünü azaltan özel okullar ile eğitim sektörünün tamamlayıcı yahut destekleyici hizmetlerini yürüten servis, yemek, kantin, kıyafet, kitap, kırtasiye gibi bazı sektörler; batma, bitme sürecine girmiş bulunuyor.
Acil tedbir alınmazsa, telafisi imkânsız sonuçlar doğacak. Günün sonunda; kazanmaktan vazgeçtiklerimiz ve kaybetmeyi göze aldıklarımız, korumaya çalıştıklarımızdan çok daha fazla olacak.
Yetişkinler ve yaşlılar olarak; lütfen temizlik, maske, mesafe kurallarına riayet edelim. Kendi hatalarımızın ve günahlarımızın bedellerini yetişme çağındaki çocuklarımıza ve gençlerimize ödettirme ayıbından ve kayıbından kurtulup; örgün ve yaygın eğitim kurumlarının tamamını, yeniden hizmete açabilecek hale gelelim.
Zekeriya Erdim
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir. Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
- Köklerimiz yahut kodlarımız üstüne (10.08.2020)
- Her okulun bir alanı ve amacı olsun (05.08.2020)
- Hangi sözleşmeye sadık olalım? (02.08.2020)
- Hangi bayram bayram olur? (30.07.2020)
- Okullar sokaklardan daha güvenli (26.07.2020)
- Bir FETÖ, bin FETÖ hikayesi (23.07.2020)
- Virüs içinde virüs mü var? (19.07.2020)
- 15 Temmuz’dan Ayasofya’ya (15.07.2020)